İranın yaptırımlara verdiği tepki ve milis patlaması

  • 5/10/2019
  • 00:00
  • 4
  • 0
  • 0
news-picture

Bağdadi’nin ortaya çıkması, Nasrallah’ın ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk geldi. Her ikisinin de Suudi Arabistan ve onun üst düzey yetkililerine odaklanmaları dikkat çekiciydi. Uluslararası toplum, DEAŞ tehlikesinin hala devam ettiğini düşünmeye başladılar. El Kaide yöntemlerini kullanmaya başladığını hatırlatma gereği duydular. Hizbullah liderine gelince, Lübnanlı yetkililerden hiçbiri ya korku yüzünden ya da teslimiyet ve kabullenme hâlâ birinci tercih olduğu için cevap vermedi. Bu arada bazıları, El-Kaidenin daha önce de İran rejimiyle işbirliği içinde bulunduğundan bahsetti. Muhtemelen şu anda İran rejimi, Türkiye ile birlikte, Arap dünyasında ve Afrikadaki "DEAŞ" hareketliliğinden faydalanmaya çalışıyordur. Nasrallah, Lübnan’dan çıkmaları için onlarla iletişim kurduğunu iddia ettiğinde DEAŞ ile temas halinde olduğunu zaten iddia etmiş oluyordu. 7 Mayısta Lübnanlılar, Hizbullah’ın 2008’de bu tarihte Beyrut’u silahlarla işgal ettiğini hatırlatmak için toplandılar. Hizbullah ile mutabakat ve uzlaşma içinde olmanın, ona boyun eğmenin ve eylemlerini onaylamanın Lübnan ile Araplar ve uluslararası toplum arasındaki ilişkilere zarar verdiğini açıkça dile getirmek istediler. Durum bu şekilde devam ettiği sürece yani Lübnan diğer Arap ülkelerine düşmanlık yapmanın ve onları tehdit etmenin bir platformuna dönüştüğü sürece -ki Bağdadi de benzer bir yol deniyor- Suriye halkına düşmanlık yapıldığı ve Arap ülkelerinin işlerine karışıldığı sürece, Arapların bu krizler karşısında sessiz kalmayacakları ve Lübnan’ı desteklemeye devam etmeyecekleri konusunda uyarmak istediler. Parti yıllardan beridir, Arap koalisyonunun Yemendeki meşruiyeti desteklemesinden ciddi anlamda rahatsız oldu. Nasrallah yaptığı konuşmalarda bu konuya sürekli değindi. Zafer çığlıkları ile yeri göğü inletti. Ancak bugünlerde, yaptırımlar karşısında İranı desteklemeye ve Krallığı Yemendeki Amerikalılar ve diğer emperyalistlerle işbirliği yapmakla suçlamaya yöneldi. Bu, Nasrallah ve yardımcısının kasıtlı bir aşağılama girişimidir. Açıktan açığa mezhepsel propaganda yürütüyor. Lübnanlı yetkililerin sessizliği ya da bütün bunlara rıza göstermeleri anlaşılır bir tutum değildir. Son günlerde Amerikalılar Akdenize, Körfeze ve Hint Okyanusuna indiler, uçak ve savaş gemileri getirdiler, deniz ve karadaki destekçileri aracılığıyla İran saldırılarını engelleyeceklerini ve bastıracaklarını söylediler. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Başbakan Abdulmehdi’ye tehlikelerin ciddiyetini anlatmak ve Iraktaki Amerikan çıkarlarının korunmasını talep etmek için Bağdata geldi. Hareketlenmenin diğer tarafını ise İran teşkil ediyor. ABDnin tek taraflı olarak çekildiği nükleer dosyayı yeniden gündeme taşımak için gayret gösteriyor. Avrupa ülkeleri, Çin ve Rusya, İranı anlaşmada kalmaya teşvik ettiler. Avrupalılar, İrana yardım etmenin bir yolunun bulanabileceğini söylediler. Aylar önce, bunu nasıl yapacaklarına dair bir mekanizmayı da ilan ettiler, ama İran bunu yeterli görmedi. Ancak uygulamak için beklemeye hazır olduğunu söyledi. Şimdi İran, Avrupalıların (Zarif’e) vaat ettiklerinin yüzde 10unu dahi uygulamadıklarını söylüyor. Bu nedenle, İran, diğer taraf çekildiği takdirde hak ettiği bazı “gönüllü taahhütlerden” vazgeçecektir. Fransızlar bundan çok memnun kalmadılar. İran rejiminin bu anlaşmayı tam olarak uygulamasını talep ettiler, aksi takdirde Fransa’nın 2015’teki anlaşmadan önce İran’a karşı uyguladığı yaptırımlara geri dönmek zorunda kalacağını ifade ettiler. Esasında İran rejimi, anlaşmadan çıkacağını söylemedi, ancak Fransızlar İran’ın bazı faaliyetlere geri dönmek istemesini bu şekilde anladılar. Uranyum zenginleştirme faaliyetlerine devam edeceklerini, anlaşma kapsamında askıya alınan birçok alanın yeniden faaliyete geçireceklerini ilan etmeleri böylesi bir anlamaya neden olmuştur. Başkan Donald Trump, üç nedenden ötürü anlaşmadan çekildi; Birincisi, anlaşmanın İran’ın 2003’ten bu yana oluşturduğu programa göre nükleer faaliyetlerini sürdürmesini sağlayacak boşluklara sahip olması. Anlaşma nükleer programı erteliyor, ancak sonlandırmıyor, İran 10 yıl veya 15 yıl sonra faaliyetlerine geri dönebilir. İkinci sebep, İranın gelecekte nükleer savaş başlığı taşıyabilecek uzun menzilli balistik füzeler üretme ve fırlatma programını aralıksız sürdürmesidir. Üçüncüsü, İranın ya bizzat kurduğu ya da desteklediği milis militanları aracılığıyla bölgede ve dünyada uygulamaya koyduğu yıkım ve terör faaliyetleridir. İran rejimi çoğu zaman suç örgütleriyle içli dışlı olabilmekte, uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama gibi yasadışı faaliyetlere karışabilmekte, bölgedeki ve dünyadaki ABD müttefiklerinin aleyhinde çalışmalar yürütebilmektedir. ABD’nin İran’a ambargosu, anlaşmanın şartlarını iyileştirmek, İran’ı pazarlık masasına oturtmaya zorlamak, balistik füzelerin üretimini durdurmak, bölgede ve dünyadaki yıkım ve terör faaliyetlerini engellemek içindir. Ambargonun en önemli iki maddesi şunlardır: Ulusal gelirin yüzde 70ini oluşturan petrol ve doğal gaz ihraç etmesini ve satmasını önlemek. İran’ın küresel finans sistemine katılmasını engellemek ya da sadece çok katı ve spesifik şartlarla katılmasını sağlamak. İran, şu ana kadar yukarıda belirtilen üç maddeden hiçbirinde geri adım atmamıştır. Gözlemcilere göre İran, bir süre daha dayanabilecek bir güce sahip, zira gizli ve geniş ağlara sahip bulunuyor. Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve bazı Avrupa ülkeleri gibi büyük uluslararası taraflar, yaptırımların etkisini hafifletmek için İran’la işbirliği yapmaya istekliler. 2020de Trumpın iktidarının bitmesini bekliyorlar. Biz Arapların stratejik çıkarı, hem İran hem de İsrailin nükleer silaha sahip olmamasıdır. Ancak şimdi bizim için diğer göze çarpan faktörlerden birisi balistik füzelerdir. Bir diğeri ise, İran’ın toplumları çürüten ve yıkıma götüren ve devlet içinde devlet yaratan mezhepsel ve militarist müdahaleleridir. Eğer roketler bizi ve başkalarını etkiliyorsa –ki etkiliyor- ülkelerimizde savunma sistemleri olmalıdır. İranın milisleri aracılığıyla yürüttüğü mezhep temelli müdahaleleri en başta Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Bahreyn olmak üzere Arap ve Müslüman dünyalarında gün geçtikçe yayılmaktadır. Tüm bu müdahaleler son derece yıkıcıdır ve etkileri uzun sürte devam edebilmektedir. Lübnan, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde, İranın mezhep temelli milis varlığı, çözümü neredeyse imkânsız bir sorun haline geldi. Dolayısıyla bu meselenin asla göz ardı edilememesi gerekir. İran militanlarına hoşgörü göstermek veya boyun eğmek ya da onlarla birlikte mezhepsel nitelikte bir "azınlık ittifakının" parçası olmak son derece tehlikelidir. Bu sorunların tamamı Lübnan’da daha da girift bir hale gelmiş olup zararları gün geçtikçe artmaktadır. Çünkü İran kuşatıldı ve kollarını Amerikayı rahatsız etmek, istikrar isteyen ve birliğini korumaya çalışan Arapları da kızdırmak için her yerde kullanması gerekiyor. Hizbullah’ın 7 Mayıs 2008’de Beyrut’u silahlı işgalinin anıldığı, İran yanlısı liderlerin Krallık ve BAE’ye saldırdığı bir dönemde, ulusal tutumlar son derece açık olmalıdır. Ulusal bağımsızlığa, anayasaya, birlikte yaşama iradesine, Arap kimliğine, uluslararası meşruiyete bağlı kalınmalıdır.

مشاركة :