Tarih, kesinlikle Demokles’in kılıcı değildir. Fransa ve Almanya, aralarındaki anlaşmazlığın üstesinden geldi. Aynı durum, 10’dan fazla savaş yaşayan Rus-Türk ve Japon-Kore hafızası için de geçerlidir. Tarih, yeniden analiz edilerek ve dersleri yeniden anlaşılarak tedavi edilebilecek bir hastalıktır. Tarihin yaraları sarılabilir ve toksinleri kontrol edilebilir. Bazen de tarihi rivayetler üzerinde oynama yapılabilir. Ancak coğrafya, izniniz olmadan sizin için komşunuz tarafından seçilen kesin bir hüküm ve değişmeyen bir kaderdir. Bu, Ortadoğu’nun kaderidir. Araplar, Persler, Türkler ve Kürtler. Dinler, mezhepler, eski ve yeni yaralar. Eski hafıza, hayaller ve hayal kırıklıkları. Sınırları dar gelen gruplar, imparatorluk hayallerine kapıldı. Onlar, harekete geçip saldırdı, savaştı, zafer kazandı ve egemen güç haline geldi. Daha sonra onlar, yenilgiye uğrayarak, hayal kırıklıklarıyla birlikte pranga ve dar hapishane olarak gördükleri haritalara katlanmak zorunda kaldı. Zaman zaman bir düşünce, bir ayaklanma ya da bir hükümdar ortaya çıkar. Diğerlerini bertaraf etmeye, renklerini değiştirmeye ve kararlarını gasp etmeye yönelik projelerin ve imparatorlukların tırnaklarını kesen tarihten intikam almaya çalıştığına şahit oluruz. Aynı zamanda kader, Ortadoğu’nun kıtalararası kavşakta yer almasını ve küresel ekonomi için gerekli büyük kaynaklar barındırmasını istedi. Körfez’deki mevcut kriz, geçici bir olay değildir. Bu kriz, Washington ve Tahran arasındaki bir düello olarak özetlenemez. Aynı zamanda bu, İran ve komşuları arasındaki derin bir krizdir. İşte bu şekilde yerel ve bölgesel durumlar, uluslararası durumlarla iç içe geçti. ‘Hiç kimse, savaşa sürüklenmek istemiyor’ demek yeterli değildir. Ortada krizlere yol açan zor ve büyük bir sorun var. Bu sorunu ‘şu anki İran’la anlaşmanın zorluğu’ şeklinde isimlendirmek mümkündür. Zaman zaman İran, komşularıyla barış içinde yaşamak istediğini ve onlarla anlaşmaya ve tüm tarafların çıkarlarını garantilemeye hazır olduğunu dile getiriyor. Fakat Muhammed Hatemi’nin gülümsemelerinden Muhammed Cevat Zarif’in gülümsemelerine kadar uzanan bu diplomasi, bunun, Devrim Muhafızları tarafından yürütülen aktif politikanın ön yüzünden ibaret olmadığı konusunda bölgedeki ülkeleri ikna edemedi. Bu diplomasi, Ortadoğu’daki geleneksel güç dengelerine karşı devam eden bir darbe politikasıdır. Humeyni devrimi, başarılı olduğundan beri, İran’ı bölgede büyük bir devlete dönüştürmeyi amaçlayan büyük darbe projesini aktif hale getirdi. Bu çerçevede İran, projesinin önünde 3 engelle karşı karşıya olduğunu belirtti; İlki, ABD’nin bölgedeki varlığıdır. Tahran, bölge üzerindeki Amerikan şemsiyesinde büyük delikler açmanın, bölge ülkelerini İran hegemonyasını kabul etmeye mecbur bırakacağını düşündü. İkinci engel, İran rejimini bölgeye doğru ilerlemek yerine kendi toprağını savunmaya zorlayan Saddam Hüseyin rejimiydi. Üçüncü engel ise Suudi Arabistan’ın Körfez, Arap, İslam ve uluslararası sahnedeki ağırlıdır. Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra İran, ABD’nin bölgedeki nüfuz merkezlerini yok etmek ve Suudi Arabistan’ı kuşatmak için büyük darbe projesine hız verdi. Büyük darbenin temelinde ideoloji, silah ve para üçlüsü yer aldı. Böylece İran, sınırları çiğnedi ve diğerlerini tehdit etti. İran, militanlar, küçük seyyar ordular, füzeler ve dronelar aracılığıyla Şii azınlıkları kendi ulusal çevresinden çıkartıp, Velayet-i Fakih programına dâhil etmeye çalıştı. Bu füzeler, hedef ülkelerin stratejik önemini azaltmayı amaçladı. Aynı zamanda bu füzeler, büyük darbeye itiraz etmeleri ya da büyük darbeyi engellemeleri halinde kendi istikrarlarını tehlikeye atacakları konusunda hedef ülkeleri ikna etmeyi amaçladı. Bu sözcükler yıllar önce yazılsaydı, bunun bir abartı olduğunu söyleyenler çıkacaktı. Fakat biz, gerçekleri ele alıyoruz. Husilerin Suudi tesislerine yönelik son saldırısı, bilineni teyit ediyor: “Husiler, Devrim Muhafızları’ndan talimat alıyor.” Kanıta ve delile ihtiyaç yok. Devrim Muhafızları’ndaki generaller, İran yörüngesinde döndüğüne inandıkları 4 başkentle gurur duyuyor. Gelişmeleri takip edenler, Tahran’ın onayı olmadan Irak’ta hükümetin kurulamadığını kolay bir şekilde fark eder. Aynı durum, Beyrut’ta da yaşanmaktadır. Suriye’de ise sahadaki gelişmeler, İran’ı Rus ortağını ya da Rus rakibini kabul etmeye mecbur bıraktı. Araplar bu sahneye bakıyor ve kendilerinin büyük bir darbeyle karşı karşıya olduklarını görüyor. Bölgede gerçek istikrar şartlarına göre Yemen, Yemenlilere ait olmalıdır. Geleceklerini belirleme konusunda ilk ve son karar, Yemenlilerin olmalıdır. Yemen Yemenlilerindir. Irak Iraklılarındır. Suriye Suriyelilerindir. Lübnan Lübnanlılarındır. Bu ülkelerdeki İranlı Büyükelçi’nin bu ülkelerin başbakanından daha güçlü olması kesinlikle normal değildir. Yine General Kasım Süleymani’nin bu ülkelerin generallerinden daha güçlü olması kesinlikle normal değildir. Donald Trump, İran ile yapılan nükleer anlaşmadan ayrılarak, İran’ın davranış dosyasını tamamen yeniden açtı. Bölge ülkelerinin İran’la sorunu, Tahran’ın nükleer emellerinden ziyade büyük darbeyle ilgilidir. Avrupa da İran’ın füze programından endişe duyuyor. Washington, Tahran ile El Kaide dâhil terör grupları arasındaki bağlantılardan bahsediyor. Devrim Muhafızları’nın ABD’de terör listesine alınması, Tahran’ın izlediği istikrarsızlaştırma politikasına yeniden ışık tuttu. Körfez’deki mevcut kriz, büyük darbeye itirazın ve büyük darbenin yeni bölümlere geçiş yapmasını engelleme girişiminin bir ürünüdür. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ın ve Körfez ülkelerinin, ABD güçlerinin Körfez sularında ve bazı Körfez ülkelerinde yeniden konuşlanmasını onaylama kararını anlayabiliriz. Büyük darbe kapsamında ve Husilerin son saldırıları çerçevesinde Suudi Arabistan’ın İran’a açık bir mesaj gönderen net tutumu (Tahran, bölge ülkelerini endişelendiren programını durdurmalıdır) açıklamak için Mekke’de bir dizi Körfez, Arap ve İslam zirvesi düzenlemeye yönelik çağrısını anlayabiliriz. Bu gelişmeler, herkesin maliyetli olacağını bildiği bir savaş hazırlığı değildir. Aksine bu gelişmeler, büyük darbenin bir parçası olarak, saldırılara devam etmenin, ekonomisini kapsamlı istikrarsızlaştırma programını finanse etme gücünden mahrum bırakacak bir şekilde, eşsiz baskılarla karşı karşıya kalacağı konusunda İran’ı ikna etmeyi amaçlamaktadır. Bölge, sürekli savaşın kıyısında yaşayamaz. Gerilimi yatıştırmak, İran’ın bölgede başlattığı büyük darbeden vazgeçmesiyle başlar. Bölge ülkeleri, sınırlarının füze, militan ya da dronelar ile ihlal edilmesini kabul edemez. ABD, boğazların ve geçitlerin Devrim Muhafızları’nın eline geçmesini kabul edemez. Bölgede sahadaki askeri dengeleri değiştirmek, Tahran’ı net bir seçenekle karşı karşıya getiriyor; İran, ya büyük risk almaya devam edecek ya da daha az hayallerle müzakere masasına geri dönmeye hazırlanmak için iletişim kanallarını açacak. Körfez’deki kesin önlemler, başkentlerin kararını ele geçiren, sınırları ihlal eden ve kaynakları tüketen büyük darbeye karşı darbe girişimidir.
مشاركة :