Esaret altında hangi barış ve refahtan bahsediyorsunuz?

  • 6/2/2019
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Birkaç gün önce Filistin halkı, her yerde, 1948’deki "Nakba" yani " Büyük Felaket" gününün 71. yıldönümünü anmıştı ve birkaç gün sonra, 1967de başlayan İsrail işgalinin 52. yıldönümünü anacak. Bu on yıllar boyunca halkımız ulusal varlığının tasfiye edilemeye çalışıldığı peş peşe felaketler yaşadı. Sonuncusu ise Trump yönetiminin, Kudüsü İsrailin başkenti olarak tanıyarak, mültecilerin geri dönüş hakkını yok sayarak, yerleşimleri meşrulaştırarak ve Netanyahu hükümetine Batı Şeria’nın çoğunu ilhak edebilme konusunda yeşil ışık yakarak halkımıza karşı açık bir savaş ilan etmesi oldu. ABD’nin, bir taraftan uygulamaları ile halkımıza karşı açıktan bir düşmanlık ortaya koyup, İsrailin aşırı sağcı kanadına açıktan taraf olup diğer taraftan “Yüzyılın Anlaşması” olarak adlandırılan bir uzlaşma planı hazırladığını iddia etmesi gerçekten tuhaftır. Dolayısıyla iddia edilen bu anlaşma, çatışmayı çözme planı olmadığı çok açıktır. Halkımızın milli davasını tasfiye etmek ve “Büyük İsrail” inşa etmeyi amaçlayan Siyonist projeyi tamamlamak için ortaya konmuş bir plandır.  Filistin halkının, bütün siyasi bileşenleri ve liderliği ile bu planın reddedilmesi pozisyonunda olması gayet doğaldı. Kudüs, mülteciler ve yerleşimciler gibi ana unsurlar zaten uygulamaya konmuş durumda, bu planın ekonomi gibi geri kalan unsurları ikincil meselelerdir. Washington, Filistin durumuna rağmen, bu planın uygulamaya konmasının tamamlanabilmesi için, ABD’nin bölgeye dayatmak istediği bölgesel rejimin inşasında merkezi bir rol oynayan Arap ve bölgesel devletlerin siyasi desteğinin alınmasını gerektirdiğini çok iyi biliyor. Bu nedenle, Manama’da ABD yönetimi tarafından çağrısı yapılan ve ekonomik proje kisvesi giydirilmiş, refah ve kalkınma vaatleriyle dekore edilmiş ekonomik çalıştayın işlevi kesinlikle siyasi bir eylemdir. Aslında, bölge ülkelerini, özellikle de en önemli Arap devletlerini, planı destekleme konumuna sürükleme ve tam içerik açıklanmadan önce bile uygulanmasına onları dâhil etme amaçlıdır.  Filistin halkının temsilcilerinin rızası veya katılımı olmadan, jeopolitik özellikleri henüz net bir çözüme kavuşturulamamış, işgal altında ve çatışmalı bir bölgeye milyarlarca dolarlık yatırımları tartışmak için konferanslar düzenlemenin mantıklı bir tarafı yoktur. Daha da feci olanı, Filistin Kurtuluş Örgütü( FKÖ) görmezden gelinerek temsilci statüsü olmayan kişilerin davet edilmiş olmasıdır. Ne var ki bu kişilerin büyük bir çoğunluğu ulusal bağlılıklarının bir ifadesi olarak daveti reddetmişlerdir. Bu nedenle, olağanüstü Arap Zirvesindeki ve İslam İşbirliği Teşkilatındaki konuşmasında Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Arap ve İslam ülkelerine bu çalıştaya katılmama çağrısı yaptı ve söz konusu çalıştaya Filistin’in katılmayacağını ilan etti. Çünkü bu çalıştaya katılmamanın “barış için toprak” ilkesinin yerini alan "barış için refah" dayatmasına karşı durmak anlamına geleceğini ifade etti.  Bu türden ekonomik projelere karşı çıktıklarını, zira işgali sonlandırmayı amaçlayan, Filistin’in bağımsızlığını 1967 öncesi sınırlara göre düzenleyen, Doğu Kudüs’ün başkent olmasını karara bağlayan, başta mülteciler meselesi ve esirlerin salıverilmesi olmak üzere tüm meselelere nihai çözüm öngören uluslararası ve yasal referansları değiştirmeyi amaçladıklarını vurguladı. Arap ve İslam ülkelerinin yanı sıra dünya ülkelerini söz konusu çalıştaya katılmamaları için çağrı yaptığımız da, esasında onları uluslararası hukuku ve uluslararası meşruiyeti sürdürmeye ve çatışmaları barışçıl yöntemlerle çözmeye davet etmiş oluyoruz. 2018de Suudi Arabistanın Zahran kenti ile 2019da Tunusta düzenlenen Arap zirvelerinde alınan kararlara olan bağlılığımız devam ediyor. Filistinlilerin reddettiği şeyleri reddetme konusunda kararlılığımız var. Filistin halkı tarafından kararlılıkla reddedilen çözümlerin dayatılmasını kabul etmiyoruz. Çünkü barışı sağlamanın tek yolu işgali sonlandırmaktır, gelişim, refah ve mevzuat ile ilgili düzenlemelerle barış sağlanamaz. ABD tarafından, refah getireceği öngörülen ekonomik tekliflerin içeriğine dair sızdırılan bazı bilgiler, ekonomik alandaki tekliflerin dahi Trump’ın öngördüğü barış planına göre düzenlendiğini göstermektedir. Önerilen yatırımların ana kısmı, Filistinli mültecilerin yerleşimi çevredeki Arap ülkelerine kayması için büyük projeler şeklinde bu ülkelere yapılacak. BM Yakındoğu Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı’nın( UNRWA) kaynaklarını azaltma, mülteciyi yeniden tanımlama, mültecilik meselesine yönelik meşruiyetin temellerini baltalama, Filistinlilerin uluslararası haklarını askıya alma planları da diğer taraftan uygulamaya konulacak. ABD yönetiminin bölgenin gerçeklerini değiştirme konusundaki kararlılığı, onu başka bir yanlışa sürükledi, zira sızdırılan ekonomik plan artık, Filistinlilerin ulusal haklarına alternatif olarak verilmiş bir rüşvet girişimi olarak görülmeye başlandı. Filistin halkı, tüm bileşenleri ile Filistinin ve ulusal haklarının satılık olmadığını bir kez daha yinelemiş oldu. Hiçbir ekonomik rüşvet, Filistin davasından ödün verdiremez. Ancak bu ilkeli duruş bir yana, rüşvetin kendisinde birçok patlayıcı tuzak var, mülteci meselesinin canına okunmak isteniyor. Bu ise, Filistin yönetiminin, halkımızın geleceği ve varlığı adına, daha en başından beri bu saçmalıkları reddetme konusundaki açık tavrının ne kadar isabetli olduğunu ortaya koyuyor.  Bu “Refah İçin Barış” planı aslında, İsrail yerleşim sömürge ekonomisinin refahıdır. İsrail’in, Körfez ülkelerine ve onların servetlerine, başta Arap ülkeleri olmak üzere bölgenin tüm yeteneklerine hükmedebilecek bir güce ulaşması planlanıyor. Bu bağlamda, Filistin davasına siyasi bir çözüm bulma yerine, işgal şemsiyesi altında Filistin halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesi konuşuluyor. Ancak son yarım yüzyıl boyunca halkımızın yaşadığı acı deneyimler göstermiştir ki, işgal baskısı altında yaşam standardındaki herhangi bir iyileşme geçici olacaktır, zira tüm kaynakların kontrolü İsrail’de olacaktır. Sömürge tahakkümünün egemenliği ve İsrail baskısının zulmü altında kısa sürede bu iyileşme buharlaşıp gidecektir. Arap ülkelerine ve dünya milletlerine bu plana dâhil olmayı reddetme çağrımız, yalnızca Kudüsü ve Mescid-i Aksa’yı savunmak için ön saflarda duran Filistin halkı ile dayanışma çağrısı değil, aynı zamanda Yüce Allah’ın bu halkın yararına yarattığı kaynakları kontrol etme hakkını elde etme, özgürlüğünü ve saygınlığı yeniden kazanma adına bir davettir. Bu nedenle Manamadaki Trump Konferansını boykot etmek için Arap ülkelerine ve dünyaya olan çağrımızı yeniliyoruz. ABD’nin Ortadoğu özel temsilcisi Greenblatt’ın, tarihin değiştirilmesi ve bölgeyi “insanların birbirlerine saygı duyduğu bir yere” dönüştürmek şeklindeki konuşması Arap halklarına bir hakarettir, zira Washingtonun tarihin akışını değiştirmekten anladığı özgürlüklerin ve hoşgörünün yok edilmesi kölelik ve hegemonyanın tesis edilmesidir. Tüm çabalar da zaten buna yöneliktir. Ayrıca, tüm siyasi güçleri, parlamentoları ve Arap sivil toplum örgütlerini bizimle dayanışma içinde olmaya, uluslararası meşruiyet, Filistin halkının ve diğer Arap halklarının haklarının savunulması adına Amerikan planına karşı koymak ve bu planı boşa çıkartmak için koordineli bir kampanya başlatmaya çağırıyoruz.  Filistin Devleti ve Filistin Kurtuluş Örgütü, uluslararası meşruiyetle ilgili kararlara dayanan uluslararası bir konferansı esas alarak bölgede barış için girişimlerinin çerçevesini açıklamıştı; İsrailin Filistin topraklarını işgal etmekten vazgeçmesi, Filistin devletinin egemenliğinin garanti altına alınması, başkentinin Doğu Kudüs olması, mülteci sorununun 194 sayılı Karar ve Arap girişimi uyarınca çözülmesi şeklindeydi. Bunlar zaten, Zahran Zirvesi, Tunus zirvesi ve dünkü İslam İşbirliği Zirvesi’nde kabul edilen ve karara bağlanan maddeleridir. Uygulanabilir yegâne çözüm budur, bunun dışındaki çözüm önerileri savaşların, fitnelerin ve baskıcı işgallerin egemen olması adına birer çağrıdır. Filistin halkı kararlıdır, topraklarını terk etmeyecektir ve hiçbir güç onları topraklarından koparamayacaktır. Bugün dünyanın yapması gereken tek şey, insanların kendi kaderlerini tayin etme haklarını kullanmalarını sağlamaktır. Aksi halde bölge savaş, şiddet ve kan dökülmesi sarmalının esiri haline gelecektir.

مشاركة :