Bir adamın trajedisi mi yoksa bir siyasi hareketin krizi mi?

  • 6/29/2019
  • 00:00
  • 11
  • 0
  • 0
news-picture

Mısır eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi vefat etti. Ölü kişiye rahmet dilemek ve hakkında konuşmamak gerekir. Ama Mursi sadece kendisini temsil etmiyor, bir asırdan beri devam eden ve Arap siyasi hayatında etkili ve aktif olan bir akımı temsil etmektedir. Bu akım, bugün hala faaldir ve destekçileri ile muhalifleri vardır. Her birisinin kendisine en sert eleştirileri yöneltme ya da onu ölümüne savunmak için kendi araçları bulunmaktadır. Mursi’nin ölümü de genel olarak ‘Siyasal İslam’ olarak adlandırılan olgunun köklerine inmek için bir fırsattır. Mısır bu konuda – örgütün 100 yıl önce kurulduğu, Mursi ile cemaatinin 2012/2013 yıllarında iktidarda iken başlarına gelen felaketin yaşandığı yer olması hasebiyle- merkezi bir yere sahiptir. Müslüman Kardeşler’den kendisine bağlı, yakın veya farklı birçok dal ortaya çıkmıştır. Fakat bütün bu dalların – kendisine şiddeti metot olarak seçenler de dahil- kökü; hilafetin çöküşü ile hüzünlü, Süveyş kanalı kıyılarında geçen yüzyılın yirmili yıllarında filizlenen ve diğer birçok Arap ülkesine uzanan o bitkidir. Muhammed Mursi’nin trajik sonu, mirasa bağlı ya da seçici bir biçimde -mirasa bağlanmak istenen- Arap siyasi düşüncesinde çok daha derin bir trajedi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çok renkli akım kendi geçmişine mahkûmdur: Örgütün geçmişi ve yapısı ile ‘Ümmet’in geçmişine mahkûm olmuştur. Bu nedenle; ülkelerin yüz yüze olduğu krizlerin neden olduğu kompleks sorunları basitleştirerek onlardan kaçmakta ve geleceğe bağlanmayı reddetmektedir. Çünkü geleceğe bağlanmak modern siyasi araçları kabul etmek, siyasi ilişkilerde esneklik, geleneksel Müslüman Kardeşler metotu çerçevesinde kabul edilemez olan düşüncenin yenilenmesi anlamına gelmektedir. Oysa örgütün geleneksel yapılanması öz eleştiriye izin vermez, yapılan bütün öz eleştiriler de örgütün uzaklaştırdığı, ardından da ilişiğini kestiği eski Müslüman Kardeşler üyeleri tarafından yapılmıştır. Eğer bütünü bırakıp parçalara bakarsak önümüzde birçok sahne belirecektir. Bu sahnelerden 4 tanesi; Arap, Türk ya da İranlı, ılımlı ya da şiddet yanlısı olsun farklı renkleri ile bu akımın takip ettiği yolun çerçevesini belirleyebilecek en yoğun ve net sahenelerdir. Birinci sahnede; örgütün yapısı, tam anlamıyla demokrasiye aykırı uygulamaları yani yapısal olarak özgür iç tartışmalardan kaçınması yer almaktadır. Zira örgüt, kendisini destekleyenlerden de muhalif olanlardan da kör bir itaat beklemektedir. Bu tür siyasi örgütler insanın, özellikle de bütün bu teknolojik, sosyal ve siyasi gelişimin yaşandığı 20.yüzyıl ve takip eden dönemin insanın doğasına aykırıdır. Bu yüzden; eski Müslüman Kardeşler üyelerinin büyük bir çoğunluğunun bu tartışma kabul etmez kapsayıcılığa ayak uyduramayanlar olduklarını görürüz. Bu demokatik olmayan mekanizmalar doğaları gereği ya yetersiz ya da fırsatçı insanlar üretirler. İç tasfiyeler bile (onlar bunları bazen seçim olarak adlandırır) hesaplı ve kitaplı bir şekilde yapılır. Genel olarak daha dinamik ve enerjik olan kişiler yerine Mürşid’e ya da İrşad Ofisi’ne, Türk örneğinde lidere, İran örneğinde ise Fakihe daha çok itaat edecek olanlar seçilir. Bu örgütler iyi ve doğru olan kişilerden kurtulma, itaatkar olanın ise önünü açma dinamiği ile hareket ederler. Sahadaki tarafsız gözlemciler bugün, Muhammed Mursi’nin Mısır cumhurbaşkanlığına seçilmesini, mütevazı siyasi yetenekleri sebebiyle kendisine yapılmış bir zulüm olarak görmektedir. Ama örgütün mekanizması bundan başka bir şeye izin vermediği için – yukarıda bahsettiğim gibi- ancak ona benzer birisi seçilebilirdi. Dolayısıyla Mursi bir başkan değil, sonuçtu. Bu yüzden, Mürşid’in mi yoksa başkanın mı iktidarı adlı ikilemden kaynaklanan şaşkınlık nedeniyle bilinen siyasi hatalara düşmüştür. İkinci sahnede; örgüt içerisindeki demokratik olmayan ve neredeyse demir gibi sert ve katı iç örgütsel halkanın iktidara taşınması yer almaktadır. Bunun yanında; başlangıçta örgütün iktidarını memnuniyet ile karşılayan ama çok geçmeden etrafından dağılan Mısır halkından geniş kesimleri korkutan sloganlara başvurulması ki bunlardan biri de, Müslüman Kardeşler’in sloganlarını temel alan ve Mursi’nin güzel bulduğu “önce aşiretim” sloganıdır. Siyasi muhaliflerden “kafir” şeklinde söz eden -bu suçlama Mısır toplumu gibi dindar bir toplumun kaldıramayacağı bir suçlamadır- ve belirsizlikler ile dolu çeşitli medya platformları oluşturulması ve verilen vaatlerin yerine getirilmemesi yer almaktadır. Örneğin örgüt ilk başlarda, hiç kimseyi aday olarak göstermeyeceğini deklare etmesine rağmen bu sözünü tutmadı. Bu sahnede; hiç kimsenin nasıl bir şey olduğunu anlamadığı hayali kalkınma projesi deklare etmek, mecliste makul sayıda milletvekiline sahip olup ardından çoğunluğun arasında saklanmak ta vardır. Nitekim o dönemlerde bu köşede; Mısır’daki Müslüman Kardeşler’in büyük bir çoğunluğunun çiftçi kökenli olsalar da, çiçek açma ile meyve verme zamanını birbirine karıştırdıklarını yazmıştım. Üçüncü sahnede; örgütün ya da hareketin doğası gereği kendisine üye olanları “seçilmiş” olarak görmesi, kendilerini toplumun diğer unsurlarından ayıran özelliklere sahip kişiler olduklarını düşünmesi yer almaktadır. Örgüt üyeleri arasındaki bağ, daha sonra evlilik yoluyla bir kan bağına dönüşerek güçlenmektedir. Buna dayanarak Müslüman Kardeşler’den olmayanlar düşman, hatta kâfirdir. Mısırlı bir Müslüman Kardeşler üyesinin dışarıdaki bir Müslüman Kardeşler üyesi ile bağlantısı muhalif bir Mısırlı ile bağlantısından çok daha güçlüdür. Yani örgüt, Mısırlıların devleti ile Müslümanların devleti arasında belirsiz bir karışımdır. Bugün insanların ulaşmaya çabaladıkları şeyin yani sivil bir ulusal devletin aksine bu takıntılı siyasi sözlük, doğası gereği çoğulcu ve farklı oluşumları içinde barındıran toplum ile çelişmektedir. Yine örgütün doğası kendisine başkası ile uyumlu olma fırsatı vermemektedir. Bu nedenle; Mısırlıların 2011 yılının ocak ayında başlattıkları devrim ile aniden karşı karşya kaldıklarında  hemen bir parti kurmaya giriştiler. Ama yaratıcılık yönünden zayıf oldukları için partilerine Türkiye’deki “Adalet ve Kalkınma Parti”si ile aynı adı verdiler: Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu, Ankara’da kendisini hilafete hazırlayan kişi için bir müjde, Mısır ulusalclığı için ise büyük bir felaketti. Dördüncü sahnede; siyasal İslam hareketi geçmişte yaşamaktan çok yorulduğu için gelecekten bahsedeceğim. Gelecekten bahsetmek ise günümüzü eleştirmek ile başlar. Mursi’nin vefatı açıklanır açıklanmaz dünyanın farklı yerlerindeki Müslüman Kardeşler’in keskin dilli sözcüleri; Mısır’daki Müslüman Kardeşler projesinin ya Mısır derin devleti ya da kendisine darbe düzenlenmesini destekleyen Körfez ülkelerinin müdahaleleri nedeniyle başarısız olduğu gibi gerekçeleri sıralayan mesajlar yayınlamaya başladılar. Ancak takipçiler burada; her şeyden önce Mısırlıların eylemlerinin ve erken seçimler düzenlenmesi için geniş bir isyan kampanyası başlatmalarının görmezden gelindiğini açıkça görecektir. Aynı şekilde sokaklarda “Mürşid’in iktidarı devrilsin” diye sloganlar atarak gösteriler düzenleyen, beğenmedikleri siyasi uygulamaları eleştiren 30 milyon Mısırlının isteğinin dikkate alınmadığını görecektir. Mısır’da Müslüman Kardeşlerin üstünlüğünün sona ermesinden sonraki birçok deneyimlerde olduğu gibi siyasi İslam, geçenlerde Tunus ve Sudan’da yaşananlar gibi, Türkiye’ye ve İran’daki çıkmaza, yaşa ve modernliğe uyum göstermeden ulusal devletin gündeminde, sonuçta totaliter diktatörlüğe yol açıyor ve daha sonra kendi kendini yiyor. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının düşmesinin ardından yaşanan Tunus ve Sudan örneği ile son olarak Türkiye ve İran’da görülen krizler gibi birçok deneyim; çağa ve modern ulusal devletin ajandasına uymadan siyasal İslam kervanına katılmanın;  sonunda ilk önce çevresindekileri,  ardından kendini yutan kapsamlı bir diktatörlüğe götüreceğini açık ve net olarak göstermiştir. Bir yerdeki insanların beklentilerini karşılamamak ve başka bir yerde geçmişte yaşamış birisinin ortaya attığı fikirlere sıkı sıkıya bağlı kılmak ancak çağın mantığından ayrılmak ve halkın beklentilerinden uzaklaşmak anlamına gelmektedir. Özünde demokratlığını kaybetmiş bir hareketin dışarıda bunu sağlaması zordur. Mısır ve diğer ülkelerde olduğu gibi bu acı deneyimi eleştirecek, yeni bir siyasi sözlük sunacak, metinleri çağın ruhu ile okuyan bir düşünce dizisi takdim edecek yeni bir nesli bekliyoruz. Son olarak; siyasetin din ve sosyal olan ile birbirine karışmasının ardından Müslümanlar politik fakihlerin görüşlerine göre ibadet eder hale gelmişlerdir. Bunlar ise iktidarlarını ve Müslümanların hayatları üzerindeki kontrollerini genişletme eğilimindedirler. Bu nedenle, Müslümanlara baskı yapıp her şey hakkında fıkhi bir görüş ortaya atarak vatandaşları gördükleri halde körler gibi görmez bir hale getirmişlerdir.

مشاركة :