Cezayir, efsane ile gerçekliğin diyalektiğine batmış durumda. Fransız sömürgeciliğine karşı verilen Cezayir Bağımsızlık Savaşı, Cezayir’i Arap dünyasının ve tüm üçüncü dünyanın ‘yıldızı’ haline getirdi. Devrim zaferinden sonraki iktidar ise Arap dünyasına yerleşen şu sorunun Cezayir’deki temellerini attı: Nihai bir başarı olarak ulusal kurtuluş noktasında durmak ve vatandaşın özgürleştirilmesi ve toplum yapısının değiştirilmesi doğrultusunda yolu tamamlamamak. Devrimin meşruiyeti, tüm meşruiyetlerin üzerinde tutuldu. İktidar hiyerarşisi de devrimde oynanan roller ve sembol isimlere yakınlıkla bağlantılıydı. Ayrıca devrimci olarak adlandırılan rejimler, iktidarın oluşumunda Sovyet modelini ithal etti. Nitekim tüm otorite, tek liderli partide, partideki tüm otorite siyasi büroda, siyasi bürodaki tüm otorite genel sekreterde ve her şey güvenlik organının kontrol alanında… Bu rejimler, toplumun canlılığını öldürmeye ve miras kalan toplumsal geriliği kendine hizmet ettirmeye hevesliydi. George Washington Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Profesörü ve Yeni Arap Savaşları adlı kitabın yazarı Marc Lynch’e göre devrimler şuydu: “Pek çoğunun demokrasi beklentisine karşılık vermemekle birlikte bölgesel ilişkileri yeniden şekillendirdi. Nitekim geleneksel büyük Arap güçlerinin etkisini kaybettiği ve modern güçlerin zengin ülkelere yoğunlaştığı görüldü.” Cezayir’de büyük devrimin ve petrol zenginliğinin başına gelen ise şu: Otoriter rejim, devrimi tüketti ve zenginliği yolsuzluk ve israf ile yedi. Mahkemelerin hâlihazırda iktidardaki ‘çetenin’ hizmetçilerinden olan eski yetkililer hakkında ortaya koydukları şeyler, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Uzmanlara göre ‘uzun vadede yapısal değişimlerin bir sonucu olan’ barışçıl halk hareketi, Arap Baharı’ndan bu yana önemli üç başarı gerçekleştirdi. Bunlardan ilki, rejimin başı Abdulaziz Buteflika’yı 20 senelik liderliğinin ardından istifaya sürüklemesi; ikincisi iktidar partileri ile muhalefet partilerini ikinci plana atması ve üçüncüsü de her ne kadar baskı ve maddi zorlama uygulasa ve liderleri yarı tanrılar gibi davransa da rejimlerin toplumun canlılığını öldürmeyi beceremediğini gözler önüne sermesidir. Cezayir’in önündeki en büyük zorluk, efsane alanından gerçeklik zeminine inmek, demokratik sürecin temellerini atıp sonra da hukuk devleti inşa etmek suretiyle totaliter rejimden çoğulcu iktidara barışçıl bir şekilde geçişi yönetmektir. İktidarın, yeni bir duruma geçiş için tek çıkış yolu olarak ‘anayasal meşruiyetten’ bahsetmesi, halk devrimine karşıt olan bir seçenek üzerindeki ısrarı ortadan kaldıramayan bir çabadan başka bir şey değildir. Başkanlıklar ve hükümetlerden ayrı olduğunu belirtmek için ordu adındaki asıl egemen sınıfa ‘iktidar’ adını vermek Cezayir’de olağan bir şey. Seçenekler net: Ya yolsuz rejim ve oradaki konumları için endişe edenlerin arzuladığı gibi ülkeyi devrim ve zenginliğin uzağına düşüren yolda ilerlemeye, toplumsal eşitsizliği derinleştirmeye, yöneticiler ile iş birliği içerisinde kamu malı aleyhine milyarlar sahibi olan bir grup yaratmaya ve beşeri kalkınmayı başarısız kılmaya devam edilecek, ya da halk hareketinin ısrar ettiği gibi geçmiş ile ilişki kesilerek demokrasiye değer veren, ulusal zenginliği inşa eden, devrim değerlerini muhafaza eden ve toplumun canlılığı ile toplum yapısındaki zorunlu değişimin önünü açan yeni bir cumhuriyet ve yeni bir rejim için taze bir süreç başlatılacak... Cumhurbaşkanı Buteflika, normal şartlar altında kendi isteği ile istifa etmedi ki bir sonraki doğal adım yeni bir cumhurbaşkanı seçimine doğru gidiş olsun. Halkın Buteflika’nın beşinci dönem için aday olmasına yönelik itirazı aslında daha büyük ve derinlikli bir meseleye, yani anayasası, cumhurbaşkanına tam anlamıyla her şeye hükmeden bir diktatör olma imkânı veren rejime itirazdı. O kadar ki konuşamaz ve yürüyemez hale geldiğinde kendi adına yönetsinler diye iktidarını, kardeşine ya da Genelkurmay Başkanı General Ahmed Kayid Salih’in tabiri ile ‘çetesine’ bırakıyor. Kabul görmeyen geçici bir cumhurbaşkanı ve seçimleri tahrif etmek konusunda uzman bir başbakanın varlığında anayasada herhangi bir değişiklik yapılmaksızın seçimlere gitme konusunda ısrarcı olmak başka bir diktatörün üretilmesi için bir reçetedir.Hukukçu Mukran Ayet el-Arabi, duruma dair değerlendirmesini şu sözlerle ifade ediyor: “Seçimlerin altı ay ya da bir sene sonra gerçekleşmesi benim için pek önemli değil. Beni endişelendiren, bir çete iktidarından çıkıp başka bir çete iktidarına girmektir.” Geçici Cumhurbaşkanı’nı anayasaya göre belirlenen üç ayın sona ermesinden sonra da destekleyen General Salih’in gerekçesi, durumda herhangi bir değişikliğin cumhurbaşkanı seçim sürecini uzatarak erteleyebileceğidir. Bununla birlikte şu anda olan, halk hareketini memnun edecek gerçekçi ve adil seçimlerin yolunu açan anayasal ya da olmayan bir düzenleme sunmaksızın seçimin ertelenmesidir. Üstelik ordu komutanı, ‘askerî değil, sivil bir devlet’ tabirinden ve gösterilerde Amazig/Berberi bayrağının dalgalandırılmasından rahatsız oluyor. Orduya ait dergide kullanılan ifadeye göre, “Askerî kurum, çözüm ithal etme görevini üstlenen ‘Donkişotçuların’ önünü tıkamaya hevesli.” Burada kastedilen elbette ki geçiş aşamasında kurucu bir meclis kurma fikridir. Geçmişte devrimleri akıllı insanların planladığı, masumların yaptığı ama meyvelerini uğursuzların topladığı söylenmişti. Şimdi Arap Baharı deneyimleri ışığında görülen durum da şu ki devrimlerin çağrısını ve uygulamasını sivil toplum, hırsızlığını ise siyasal İslamcı örgütler yapıyor. El koyma işlemi de ordu tarafından gerçekleştiriliyor. Çoğulcu toplumlarda otoriter rejim üretimine devam etmek ve geleceği geçmişe rehin vermek bir yanılgıdır.Refik Hurinin Independent Arabiada yayınlanan makalesi
مشاركة :