Gerçek İran krizi nerede saklı?

  • 7/13/2019
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Meseleye yüzeysel bakan bazı kimselere göre İran krizi, iktidardaki seçkinler ile modern dünya düzeni, özellikle de Batı arasındaki çatışmada saklıdır. Bazılarına göre kriz, İran yönetiminin, gittikçe fakirleşen İran nüfusunun geniş bir kesimi için iyi ve adil bir yaşam hazırlamadaki başarısızlığında aranmalıdır. Diğer bazılarına göre ise, İran halkının sahip olduğu devasa servetin boşuna ve çözümü mümkün olmayan çatışmalara harcanmasında saklıdır. Gerçekte ise, İran krizini nitelemeye çalışan tüm bu analizler, yalnızca Velayet-i Fakih adı verilen büyük bir krizin yarattığı neticelerdir. On İki İmam Şiiliğinin (İsna Aşeri) tarihi içtihatlarına ve siyasi alana müdahaleyi hoş görmeyen tarihsel tecrübesine tamamen aykırı olan bu Velayet-i Fakih rejimi Humeyni’nin ihdas ettiği ve hiçbir gerçekliğe sahip olmayan bir rejimdir. On İki İmam Şiiliğinin içtihadında asıl olan, din adamlarının siyasi alandan uzak durmalarıdır. Beklenen İmam (Mehdi) içtihadını/fıkhını benimsemiş ve buna göre inanç eğitimi almış olanlar siyasetten uzak durmaları esastır. Beklenen İmam fıkhı, siyasi çatışmaların neden olduğu acı tecrübelerin bir sonucu olarak ortaya çıktı; dolayısıyla bu içtihada göre yapılması gerekli olan şey ümmete öncülük edecek Kayıp İmamın beklenmesi, o zamana kadar da doğrudan ve dolaylı politik eylemlerden uzak durulmasıdır. Başarısızlıktan kurtulmanın yegane yolu budur. Zira Beklenen İmam’ın niteliklerini taşımayan herhangi bir kral veya yöneticinin başarısız olması ciddi bir sorun değildir ve her zaman mümkündür, ancak Beklenen İmam fıkhını benimsemiş bir fakihin başarısızlığı inandığı mezhebe yada ilim aldığı havzaya (Kum, Necef Vb.) mal edildiği gibi başarısızlığın günahı da kendisine yüklenmiş olur. On İki İmam mezhebinin tarihsel yürüyüşünde, bazı fakihleri dolaylı siyasi faaliyetler için yetkilendiren bazı ruhsatlar/izinler vardır. Tarih bize, 16. yüzyılın başında İran’ı On İki İmam mezhebine dönüştürmeye karar veren I. İsmail’in Safevi hükümranlığı tecrübesini naklediyor. Amaç, İran halkına komşu ülkelere muhalif bir kimlik kazandırmaktı. Diğer bir deyişle Sünni Osmanlılara düşmanlık yapabilecek bir zemin oluşturmak. O zamanki imparatorlukları, rakip kutbu temsil ediyordu, dolayısıyla da egemenliğini genişletmeye can atıyordu. İşte o dönem, Pers İmparatorluğu tarafından kontrol edilen halklarda iktidarı iyice perçinlemek için dönemin sultanları farklı kademelerde bulunan fakihlerin desteğini almayı tercih ettiler, Bu şekilde davranarak iktidarlarının ömrünü uzatabilecekleri düşündüler. Dolayısıyla melez (Sultan-Fakih ikilisi) bir yönetim şekli ortaya çıkmış oldu. Fakat Safevi fakihi mutlak politik güce sahip bir sultan olmayı aklından dahi geçirmedi. Safevi devleti tarafından kullanılan fakihlerin bazıları sultanla ters düştü, zamanla dışlanıp etkileri kırıldı. 20. yüzyılın başında, On İki İmam fakihlerinin siyasete katılımının başka bir biçimini görüyoruz, 1905-1907 yılları arasında İranda meşrutiyet talebiyle gerçekleşen devrim- ki anayasa devrimi olarak bilinir- bu kez de bazı liberal fakihlerin iştirak ettiği bir parlamentoyu inşa etti. Ancak doğrudan yönetime katılamadılar, rolleri sadece halkı yönlendirmekti. Bir kısmı, o dönemde Batı Avrupa’da hüküm süren fikirlere benzeyen liberal fikirleri benimsemiş ve bu tecrübeleri tarihsel olarak “Liberal Müminler” şeklinde isimlendirilmişti. İktidar rejimi, 20. Yüzyılın 60’lı yıllarında yani ulusal bir darbe gerçekleştiren Muhammed Musaddık döneminde On İki İmam fakihlerini yeniden kullanmaya karar verdi. Ancak olumsuz bir kullanmaydı. O dönemde fakihler, "komünist fikirler taşıdığı" bahanesiyle Muhammed Musaddık hükümetini kötüleyen kışkırtıcı konuşmalar yaptılar. Bu temelde -doğrudan Batı desteği de vardı- Musaddık’ın modernist devrimi yıkıldı. Önceki tüm aşamalarda, fakihler olumlu ya da olumsuz siyasi faaliyetlerde bir rol (dayanak) oynadılar, gerektiğinde şu veya bu siyasi çalışmayı desteklemek, halkın sempatisini bir yöne kanalize etmek için kullanıldılar. Bu davranış biçimi, Beklenen Masum İmam(Mehdi) gelene kadar doğrudan politik faaliyetleri dahil olmamayı öngören geleneksel On İki İmam düşüncesiyle uyumluydu. İmamın yokluğu zamanında devletin kurulmasını, Masum Mehdinin gelişini yok sayma olarak nitelenmektedir, çünkü devleti kurma yetkisi sadece onda bulunmaktadır. Zira On İki İmam fıkhında devletin kurulmasının şartlarından biri, devletin başında Masum İmamın bulunmasıdır. On İki İmam fakihi ise sadece dini bir mercidir, devletin önderi değil davetin önderidir. On İki İmam mezhep tarihinin çoğunda, Devlet ile Fakih arasında nispi bir kopuş yaşanmıştır veya en iyi şartlarda belirli koşullar altında işbirliği gerçekleşmiştir. Safevi’lerden bu yana çağdaş dönem de dahil olmak üzere İran devletinin tüm versiyonları, fakihi hoşnut etmek için çabalamış, ona bağlılık veya en azından karşı çıkmamak kaydıyla, önemli havzalarda eğitim alma gibi imtiyazlar sağlamıştır. Bu, Şah Muhammed Rıza Pehlevinin devrine kadar devam etmiştir. Son İran devriminden kısa süre önceye kadar, Şii resmi ilim havzası siyasete müdahale etme fikrine karşı kaldı. Bazıları modern bir devlet anayasası fikrini bile reddetti. Havzadaki fakihlerin çoğu, siyasete katılmış veya hükümette yer almış kişileri havzada okutmayı reddediyorlardı. Humeyninin liberal yardımcıları bile ‘Humeyni sadece halkı topluyor, ama onları biz yönetiyoruz!’ Kanaatine sahiptiler. Bütün bu tarihi geçmişten kopuş, Humeyninin ortaya çıkardığı şeydi, zira Velayet-i Fakih fikrini ortaya attı ve bazıları karmaşık tarihsel koşullar sonucu bu yola girmek durumunda kaldı. İlk başta "Fakihler Şurası" olarak başlayan süreç, Humeyninin otoritesini sağlamlaştırması ve bir dizi askeri ve siyasi olay neticesinde Velayet-i Fakih’e dönüştü. Diğer bir ifadeyle fakihler şurasından oluşan ve danışma işlevi gören Velayet-i Fakih, iktidarın dini, askeri ve iktisadi kontrolünü elinde tutan mutlak bir Velayet-i Fakih’e dönüştü.  Velayet-i Ümmet düşüncesi alabildiğine geriledi, anayasa hükümlerinin bazıları değiştirildi, katılım ve meşrutiyet düşüncesi bir kenara itildi ve netice itibariyle İran rejimi bugünkü haline dönüştürüldü, mutlak bir tiranlık ve tek adam yönetimi esas kılınmış oldu. Adeta bir korku devleti inşa edildi, vatandaş en temel haklarını savunamaz hale getirildi, halk üzerinde mutlak bir otorite kuruldu, tüm muhalif kesimler ise susturuldu. Duruma itiraz etmek isteyen bazı din adamları zor kullanılarak uysal hale getirildi. Geleneksel kanadı temsil eden fakihler ya tasfiye edildi ya da dışlandı. Bir kısmı ise fakihlere tanınan imtiyazlardan yararlanmak için mevcut rejimin yanında yer almayı tercih etti. Devleti inşa ve idare yetkisini sadece Kayıp İmam’a veren geleneksel On İki İmam düşüncesine inanmayan tek tip bir fakih tipi oluşturuldu. İşte mevcut İran rejiminin krizi, başka yerde değil burada yatmaktadır. Tüm krizler bu ana krizden kaynaklanmaktadır. Ülkenin kaynaklarına mutlak olarak hakim olmak isteyen, halkı kapı kulu gibi gören, muhalif hiçbir kesime tahammülü olmayan bir rejimden bahsediyoruz. Mutlak gücü elinde tutabilmek için yurtiçi ve yurtdışında hayali düşmanlar yaratıyor. Böylesi bir rejimde hem geleneksel hem de modern akımdan mutlak velayete karşı çıkan bir muhalefetin büyümesi normaldir, örneğin, Şirazi hareketi bunlardan biridir ve diğer muhalif hareketler de vardır. Mutlak iktidar, kitlelere yalnızca yoksulluk ve yoksunluk sağladı. Demokrasi, kısmen dahi bulunsa, durumu ıslah etmeye katkı yapıyor ancak totaliterlik durumu daha da kötü bir hale getiriyor. Rejim içinde bazıları, İran halkının velayet rejimini tümden reddetmesinden hatta dini(mezhebi) ve siyaseti birbirinden ayıran modern fikirlere yönelmesinden edişe ediyor. Mollaların sarığı, İran sokaklarında halkın gözünde itici bir olguya dönüşmüş durumda. Bazı muhalifler ironi yaparak, rejimin eylemlerinin Kayıp İmam’ın gelişini hızlandırdığını söylüyor; çünkü bu rejim ekonomik ve sosyal durumu kötüleştirdikçe ve küresel çatışmayı ateşledikçe Kurtarıcı Mehdi’nin gelişi daha elzem hale geliyor! Son söz: Velayet-i Fakih rejimindeki kronik arıza ortaya çıktıktan sonra, şu anki İran rejimindeki pek çok kimse, özellikle de kıdemli idareciler, mevcut durumdan daha fazla dokunulmazlık talep ediyorlar; en iyisi hepsinden kurtulmak.

مشاركة :