“Şam rejiminin meşruiyetini kaybetmesi” hakkındaki konuşmaları saymazsak son on yılda en fazla konuşulan konu Körfezin güvenliği oldu. Elbette, Arap ve uluslararası tutumların Suriye trajedisi konusunda nasıl geliştiğini biliyoruz, ancak bunu diğerlerinden önce en iyi Suriyeliler biliyor. Umarız Körfez’in güvenliği konusu aynı yönde ilerlemez. Körfez’de peş peşe gelen hadiseler artık spekülasyonlara ve yorumlara yer bırakmıyor. Temel olarak, Tahran’da, Batı’nın kendileriyle kesinkes savaşmayacağına emin olan liderler var. Hatta İran’daki şahin kanat bile savaşsız ancak maliyeti meçhul bir çatışma ortamında kalmaya yol açacak bir diyalog şeklini tercih ediyor. Şimdiye kadar ve en azından teorik olarak, bu liderlerin öngörüleri isabetli... Bugün Tahranda söz sahibi olan liderlerin hesaplarında, petrol tankerlerine el koyma, güvenlik şantajları planlama, drone türü hava araçlarıyla gerginliği tırmandırma, basın yayını kullanarak politik açıdan gerginlik çıtasını yükseltmek var. Gayet sağlam bir plan ve meyvelerini vermeye başladı, ayrıca Batı’da ilgili kişilere mesaj açıkça ulaştı. İşte o plan ve mesajlar: Birincisi, İran korkmuyor, aksine, kendisini tehdit edenlerin arzu etmediği bir tarzda gerginliği yükseltebiliyor dolayısıyla da herkesin niyetini açıkça ortaya çıkarabiliyor. İkincisi, bu "meydan okuma" mesajı, Batı’daki özellikle de Avrupa’daki, “güçlü” İran’la diyalogun savunucularının tezlerini haklı çıkaracaktır. ABD’de Demokrat Parti’yi ve Başkan Donald Trump karşıtı çevrelerin tezleri zaten doğru… Üçüncüsü, Batı tereddütleri devam ettiği sürece, Batılı ülkelerin Arap dünyasında, özellikle Körfez ülkelerinde hâlâ sahip oldukları güvenin çoğu kaybolmuş olacak... Bu, kaçınılmaz olarak, İranın çıkarınadır. Dördüncüsü, Batının tepkisi olmadan geçen herhangi bir İran yükselişi, rejimin iç pozisyonlarını güçlendirir, dolayısıyla ulusal gururun yaptırımlardan kaynaklanan ekonomik sıkıntıları bastırması muhtemeldir. Beşincisi, bu yükseliş, İranın bölgesel bir oyuncu olarak statüsünü, Rusya ve Çin gibi güçlerin Ortadoğu’nun geleceğine dair yaptıkları planların etkilerini güçlendirmektedir. Bütün bu unsurlar ve diğerlerine, bugün Tahrandaki satranç taşlarını hareket ettiren liderler dayanmış durumdalar. Karşı “bloktaki” görüş ayrılıklarını, farklı niyetlerden kaynaklı çıkar çatışmalarını gayet iyi değerlendiriyorlar. Aslında, bu ana kadar, sahnelerin ardında hazırlanma adına neler olup bittiğine bakmaksızın söylemek gerekir ki, Batılı tepkiler zayıf demesek de hala çok donuk. Geçtiğimiz aylarda tekrarlanan tehditlere rağmen, Washington, Londra ve diğer Batı başkentlerinden gelen sinyaller çelişkiliydi... Bazı durumlarda ise dengeliydi. ABD’nin büyüklüğünü yeniden tesis etmek adına “siyasi güvenilirliğini” nispeten ispatlayan Başkan Trump, Suriyenin merkezinde Humus eyaletindeki El Şayrat Hava Üssüne füze saldırısı gibi bazı hamlelerle selefi Barack Obamanın yaklaşımlarından daha farklı yaklaşım ortaya koymaya çalışsa da bu farklılığı yansıtan sınırlı göstergelerle devam etmeyi tercih etti. Sonrasında ise Trump Washington’un İran’la yapılan nükleer anlaşmadan ayrıldığını açıkladı. Bununla birlikte, yeni Cumhuriyetçi yönetim kısa bir süre sonra işgal altındaki Golan Tepelerini "İsrail bölgesi" ilan etmenin dışında Suriye sorununu Ruslara bıraktı. Ekonomik yaptırımları ve İrana yönelik politik tehditlerini sıkılaştırmanın dışında bir hamle yapmadı, bu arada Başkan Trump, yönetiminin İran rejimini devirmeyi amaçlamadığını da vurguladı. Ardından, Tahranla olan askeri çatışmalara şiddetle karşı çıkan Cumhuriyetçi sağcı Rand Powell, İran İşlerinden sorumlu Beyaz Saray özel temsilcisi seçildi. Cumhuriyetçi Parti düzeyinde işler bu şekilde… Demokratların ve bazı etkili liberal Amerikan medyasının Tahran ve bölgesel hedeflerine yönelik tutumu maalesef oldukça olumlu… İki taraf, Demokratlar ve liberal medya, en önemli savaşın Trump’a ve İran’la ilgili tutum başta olmak üzere onun temsil ettiği her şeye karşı yapılan savaş olduğu kanaatindeler. Ayrıca, Tahranın Yemendeki hırslarını, Babu’l-Mendeb Boğazını kontrol etme arzusunu, Irak, Suriye ve Lübnan üzerindeki fiili hegemonyasını kasten görmezden geliyorlar. Batı Avrupa ile ilgili olarak, Tahran’ın şahin kanadı açısından durum çok da kötü değil. Washington uluslararası anlaşmadan çıktığından beri Avrupa’nın İran’ı razı etme ve onu rahatsız etmeme politikası bir an olsun durmadı. Fransa ve Almanya ile AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Tahranla yakınlaşma ve onu razı etme konusunda sürekli ısrarcı oldular. İngiltere, Brexit krizi ile meşgul olmasına ve yeni hükümeti beklemesine rağmen, benzer bir tavır sergilemekten geri durmadı. Geçtiğimiz birkaç gündeki gelişmeler Avrupalıları şok etmiş ve İran’ın saldırganlığına karşı bazı Avrupalı resmi organlar tepki vermiş olsa da, Devrim Muhafızlarının Körfez sularındaki iki İngiliz gemisine müdahale etme ve "el koyma" girişimi karşısındaki tepkisi son derece zayıf kaldı. Böyle bir iklimde, Rusya, Avrupa’nın olumsuz tavrına ve Amerika’nın yarattığı hayal kırıklığına dayanarak, bölgenin bazı ülkelerindeki eski "Sovyet" etkisini yeniden kazanmaya devam ediyor. Öncelikle "siyasal İslam’la” başa çıkma bahanesi ile Moskova’nın hem Irak’ta hem de Libya’daki denklemden çıkarıldığını düşünerek Suriye ve Mısır’a demir attı. Mısırda, Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisiyi Müslüman Kardeşler (İhvan) döneminden sonra iktidara taşıyan siyasi değişim, Kremlin liderliğinin "ortak düşman" olarak gördüğü bir "cephe" üzerinden ittifak kurmak için ideal bir zemin oluşturdu. Suriyede ise, Suriye halk devriminin patlak vermesinden bu yana Moskova, bu hamleyi "radikal İslamcı" grupların iktidarı ele geçirme girişimi olarak göstermeye çalışıyor. Zaman geçtikçe, hem kendisi hem de diğer taraflar, devrimin yönünü saptırıp gerçek sivil aktivistleri marjinalize etmek ve onları karar alma merkezlerinden uzaklaştırmak için büyük çaba sarf ettiler. Ve daha sonra, "Astana" süreci aracılığıyla "askeri" ve "İslami" gerekçeleri öne sürerek iki ortağı peşinden sürükledi; İran ve Türkiye… Moskovanın nükleer meseleyle ilgili olanlar da dâhil olmak üzere Tahranla ilişkileri yeni değil. Ancak yeni olan, Washington’un Kürt ayrılıkçılarını koruma hamlesi karşısında Ankara’nın sevgisini kazanma adına verdiği tepkilerdir. Özellikle de, Kasım 2015te kuzeybatı Suriyede Türkiye sınırındaki Suriyeli isyancıları bombalayan bir askeri uçağı Türkler düşürdükten sonraki süreçte… O zamandan beri, "İslamcı" kimliğine rağmen, rüzgârın yönü Ankara’da değişti ve daha sonra Suriye arenasında Moskova ile Tahran arasındaki görüş ayrılıkları gün yüzüne çıkmaya başladı. Tüm bu düşünceler, şu ana kadar bölgede neler yaşandığı anlamamıza yardımcı olduğu gibi Körfezde neler olabileceğini anlamamıza da katkı sağlayacaktır.
مشاركة :