Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arada bir başlattığı polemik ve tartışmayı, yaptığı sert çıkışları; Türkiye’nin iç işlerinden, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler (İhvan) ile ittifakından, iç tüketime yönelik söz dalaşı ve polemikler ile de olsa içeriyi memnun etme çabasından uzakta yorumlanamaz. Askeri ve ekonomik alanda İsrail ile işbirliği yapan, bazen de medyada Filistinlilerin destekçisi rolünü oynayan Erdoğan, tam anlamıyla bir siyasal şizofreni halini ve ikilemini temsil etmekte. Erdoğan, bir yandan kurt ile kuzuyu yiyip diğer yandan da çobanla ağlayan biri gibi. İhvan örgütünün kendisini Müslümanların halifesi saydığı ve Osmanlı’yı yeniden ihya etmeyi uman Erdoğan ile İsrail’le dikkat çekici bir ilişkisi olan Erdoğan aynı kişi. İsrailli Bakan Yisrael Katz’ın Maariv gazetesine verdiği demeçte, nitelediği gibi Erdoğan, İsrail’in düşman görünümlü dostudur: “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail’in (Frenemy) düşman görünümlü dostudur.” Erdoğan, uzun bir tarihe sahip İsrail-Türkiye ilişkilerinin doğal bir sonucudur. İki ülke arasındaki ilişkiler 1949 yılında başlamıştır. Türkiye, Yahudilerin ulus vatanı olarak İsrail’i tanıyan ilk İslam ülkesidir. Türkiye, bugün, İsrail ordusunun silahlarını üreten en büyük fabrikalara ev sahipliği yapmaktadır. İsrail ve Türkiye arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’nın 2000 yılında yürürlüğe girmesinden bu yana 2 ülke arasındaki ticaretin hacmi 4 milyar doların üzerinde bir orana ulaşmıştır. Türkiye-İsrail işbirliği ticaret ve serbest pazar ile sınırlı kalmamış, askeri işbirliğine ve İsrail askeri uçaklarına Türkiye hava sahasında uçmaya izin vermeye kadar uzanmıştır. Bu anlaşmaya göre 2 ülke yıl içerisinde 8 kez karşılıklı uçuşlar gerçekleştirilebilir. Buna dayanarak da İsrail savaş uçakları Türkiye toprakları üzerinde uçuşlar yapabilmektedir. Erdoğan’ın pragmatizmi, 2005 yılında Kudüs’te Sabra ve Şatilla kasabı terörist Ariel Şaron’un elini sıkmasını sağladı. Şaron ise kendisini şu sözlerle karşılamıştı: “İsrail’in ebedi başkentine hoşgeldiniz.” Buna karşılık, Filistinlilerin haklarını savunmak adına medyatik kahramanlık yapan -Davos’ta Şimon Peres ile diyaloğu sırasında gerçekleştirdiği one minute çıkışı da bunlardan biridir- Erdoğan, bu sözlere itiraz etmedi. Şaron söylediğinde Kudüs’ün ebedi başkent olduğunu kabul eden Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump bunu söylediğinde bunu kabul etmeyi reddetti. Bütün bu sözde sert açıklamalara ve hakaret seline rağmen şu sözü söyleyen de yine İsrail ile ilişkisi, ticari ve askeri ortaklığı açıkça bilinen Erdoğan’dır: “İsrail’in bölgede Türkiye gibi bir ülkeye ihtiyacı vardır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımız olduğu gerçeğini kabul etmeliyiz.” Bu noktada şu önemli soruyu sormalıyız: Türkiye siyasetinde İsrail, dost mu düşman mı yoksa ikisi bir arada mı? Erdoğan’ın kahramanlık gösterilerinde düşman olarak tasvir ettiği İsrail, yaltaklanmak istediğinde dost ve müttefik mi oluyor... Bu bir ikilem ve çelişkidir. Erdoğan’ın liderlik ettiği Türk politikasının pragmatizmini anlamadan da bu şifreyi çözemeyiz. Erdoğan’ın İsrail’e karşı kahramanlık gösterileri ve sert açıklamalarda bulunurken aynı zamanda da Filistinliler için konuşmasının asıl amacı; popülerliğini arttırmak, özellikle Libya, Mısır ve Suriye gibi birçok ülkede açıkça desteklediği İhvan’ın destekçilerini memnun etmektir. Bu ülkelerde Türkiye’nin oynadığı şüpheli rol ve Arap ülkelerinin içişlerine yönelik açık müdahaleleri Osmanlı’yı yeniden inşa etme emellerinin bir uzantısıdır. Erdoğan’ın Suriye’de gerilemesi, Türkiye içerisinde siyasi muhalefetin büyümesi, AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerini kaybetmesinden sonra Türkiye’nin genişlemeci projesi çöktü. Sonuçlar istedikleri gibi çıkmadığında demokratik sonuçları kabul etmeyen İhvan gibi Erdoğan’ın da sandık sonuçlarını kabul etmeyip baskı yapması, Türkiye’nin en büyük belediyesi ve ülkenin siyasi rotasını belirleyen pusula olan İstanbul’da tekrarlanan seçimleri de kaybetmesi Erdoğan’ın projesinin istediği gibi gitmediğinin kanıtı.
مشاركة :