Etiyopyayı sadece 1980lerin ortasında bir fırsatını bulup ziyaret etmiştim. Silahlı Eritre organizasyonları, Lübnan merkezli en-Nahar gazetesinden bir delege de dâhil olmak üzere bir avuç gazeteci davet etmişlerdi. Ülkenin lideri Tümgeneral Mengistu Haile Mariam idi. Afrikada Sovyet tipi bir rejim kurmada kararlı birisiydi. Normalde, bu tür "yoldaşlar" casusları, hainleri, muhalifleri ve ayrılıkçıları hoş görmezlerdi. Kaderimizi, acımasız Başkanın uçağını korumakla görevli kimselere teslim ettik. Çadırımız kampın ortasındaydı, cılız ağaçların gölgesinde bulunuyordu. Bir gece silah sesleri duyduk ve sabah saatlerinde, örgütlerin Eritrenin kimliği etrafında savaşmanın eşiğinde olduğunu ve henüz çözüme kavuşturulamadığını keşfettik. Ekmek ekmeğe benziyordu ama uzaktan. Su, suya benziyordu fakat çok acıydı. Ağır şartlar bir gazeteciyi etkileyecek nitelikteydi ve bu mesleğin ne kadar zor olduğu bir kere daha anlaşılmıştı. Yolculuk bende kısmen de olsa bir stres yarattı. Çatışma, her ne kadar Kurtuluş Savaşı gibi algılansa da fakirler arasındaki şiddetli bir savaş gibi görünüyordu, açlığın eşiğinde uzun bir yolculuktu. Bu gezinin en zor kısmı burası değildi. Sudan-Etiyopya sınırındaki mülteci kamplarını ziyaret ettik. Biz gelmeden önce burada yaşayanların açlıktan öldüklerine dair haberler duymuştuk. Buna inanmak istemiyordum, zira bilinen bir kampta insanların açlıktan ölmesine dünyanın izin vermeyeceği düşünüyordum. Mesleğim daha sonra bana dünyanın daha kötü şeylere izin verebileceğini öğretti. Kamp ziyaretimiz sırasında ağlama sesleri yükseldi. İçlerinden biri, çocuğunun açlıktan öldüğünü söylüyordu. Benim şüphelerim arttı. Bekledim birkaç dakika sonra, küçük bir cesedi taşıyan yaşlı bir adam gördüm, onu kampın kenarına gömecekti. Adam, torununun cesedini taşıyordu, sanki ölüm dünyanın terk edilmiş bu yerinde sıradan bir hadise gibi olmuştu. Etiyopya zihnimde, yoksulluk ve açlık trajedilerinin olduğu, fakirlerin birbirlerini kırdıkları, dolayısıyla da fakirliğin daha da arttığı bir ülke olarak kalmıştı. Aynı şey Hartum ve güney Sudan yetkilileri arasındaki uzun ve acı çatışmalar için de söylenebilir. Ondan önce de General Cafer en-Numeyri’nin liderliğini yaptığı Sudan’ı ziyaret etmiştim. Bir arkadaşım, Hasan Turabi adındaki Başsavcıyı ziyaret etmemi tavsiye etti. Turabi ile Sudandaki durum ve mensup olduğu cemaatin emelleri hakkında konuştum, düşünce yastıkları ve kavram peçeteleri kullanarak niyet ve yaraları gizleme konusunda yetenekliydi. Ofisini terk etmeden önce şaka ile karışık ona, "Senin gibi bir adam Numeyri rejimi gibi bir rejimde ne yapar?" Diye sordum. Ünlü gülüşü yine yüzünde idi ve cevap verdi: "Rejimi adım adım İslamlaştırıyoruz." Bu ifadeyi daha sonra hatırladım, zira Turabi, Ömer el-Beşir adında bir subayı çağırıp onunla bir tuzak yönetimi kurduğunda ona "Yarın sen sarayda ben ise hapishanedeyim" demişti. Etiyopyadaki Mengistu gibi, bu iki adam da kendi ülkelerini yani sudan’ı mahvetti, tek farkla her iki tarafın beslendiği kaynaklar (İlki Rusya diğeri İhvan) farklıydı. Cumhurbaşkanı ile onu cumhurbaşkanı yapan Şeyh arasındaki sevginin varlığını da unutmamak gerekir. İktidar nimetleri ne kadar büyük olursa olsun bu iki adamı doyurmaya yetmedi, dolayısıyla ülkenin işlerini bir türlü bırakmak istemediler. İki gün önce Etiyopyalı bir bayan çalışan mesleğimi sordu ben de söyledim. Ülkesinin işleri ile çok fazla ilgili olmasını beklemiyordum. Bazen, sosyal medyanın küresel köyün mesafeleri arasında kalmış konuları birbirine bağlamadaki olağanüstü yeteneğini görmezden geliyoruz. Net bir güven duygusu ile bu kadın çalışan bana bir resmi görmem için telefonunu verdi. Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, ülkesinde süregelen çölleşme ile mücadele için başlatılan kampanya çerçevesinde bir ağaç dikiyor. Büyük bir sevinçle, hükümetin kampanyasının 12 saat içinde 350 milyon ağaç dikilmesiyle sonuçlandığını söyledi. İnanmamak ister gibiydim, tek bir kahramanlığın dahi görülemez hale geldiği bir ülkeden geliyordum. Lübnan’da bir avuç ağaç dikmek, hararetli bir ulusal tartışmayı, bölgeler ve mezhepler arasındaki çevresel dengelerin bozulmamasını sağlamak için fide alım anlaşmalarının adil bir şekilde dağıtılmasını gerektirir. Tartışmalar ise, genellikle ağaçlandırma kampanyasının ertelenmesi ve çölleşmenin tercih edilmesi ile sona erer. Lübnan hastalıklarından yola çıkarak, Davos Forumunda dikkan çeken bir misafir olarak gördüğüm Abiy Ahmedi sordum. Dedi: onun Oromo, Amhara veya Tigray olması beni ilgilendirmiyor. Onun dini inançları da beni ilgilendirmiyor. Özellikle Eritre ile savaşı durdurduktan sonra, yoksulluk ve adaletsizlikle mücadele eden bir devlet inşa ederek ulusun umudunu yeniden yeşertmesiyle ilgileniyorum.” Telefonunu, memleketinde çalışan kızların kendi haklarını korumalarını teşvik etmek için kullandığını söyledi. Bana bu alanda kızların nasıl sömürüldüğüne dair örnekler verdi, benim onları burada dahi zikretmem uygun değil. Bu konuşma ve diyalog bana umut verdi, dünyanın bu zor bölgesinde nadir bir madeni para bulmuş gibiydim, zira hafızamda bu ülke kıtlık sahneleri, etnik bölünmeler ve fakirler arası savaşlar olarak kalmıştı. Ayrıca Abiy Ahmed adında 40 yaşında bir adamın sadece ülkesinin vatandaşları için değil, bilakis ülkelerine geri dönerken birkaç dolar toplamış olmayı umarak zor şartlarda ekmek parası kazanmak için dünyanın dört bir yanına yayılmış kimseler için de umut yarattığını fark ettim. Zira artık doğdukları bu ülke kendi onurlarını koruyor, kendilerine her türlü iş imkânı sunuyor. Benim gibi çok dolaşan, karamsarlık ve tereddütlere neden olabilecek birçok röportajla ofisine dönen bir gazetecinin, umut etrafında yazı yazması zordur. Ancak Sudandan gelen haberler, gazetecilerin deneyimlerinden dolayı alışkanlık haline getirdikleri ihtiyatlı olmayı unutmadan, bende bir umut meydana getirdi. Sudan’da Askeri Geçiş Konseyi (AGK) ile Özgürlük ve Değişim Güçleri Bildirgesi (ÖDGB) temsilcilerinin anlaşmaya varması, Beşir rejiminin sayfasının kapanması, bir sivil devlet kurulmasının önünün açılması anlamına geldiği çok açık. Yolculuk kolay olmayacak, ancak Sudanlı gençlerin tarihi fırsatı değerlendirmek, ülkeyi kurtarmak ve kayıp dönemleri telafi etmek için kararlı oldukları açık. Dünyanın bu bölümünde “umut” pek sık rastlanmayan bir ziyaretçidir, insanlardan beklenen bu ziyaretçiye kucak açmaları, fırsatları boşa harcayan uzmanların bu defa uyanık davranmasıdır. Umut şimdi uzun zamandır unuttuğu kapıları tıklamaya başladı.
مشاركة :