Tunus belki de Arap Baharı ülkeleri arasında radikal değişimlere ya da sonuçları tahmin edilemeyen savaşlara sürüklenmeden değişimin temposunu kontrol edebilen tek ülke. Bağımsızlığına kavuşmasından itibaren Tunus deneyimini gözden geçirdiğimizde güvenle, sırayla yönetime gelen Tunuslu liderlerin, çelişkilerine ve çeşitli hatalarına rağmen sivil toplumun güvenliği ve sağlamlılığını güvence altına alan kurum ve ilkelere saygı gösterdiklerini söyleyebiliriz. Bunların başında da (bu ifadenin belirsizliğine rağmen) sivil devlet, ordunun ülke topraklarını koruyan bir kalkan olarak kalması için yerel politikadan uzak tutmak, sendika ve siyasi örgütlere katılma hakkı gelmektedir. “Büyük Mücahit” Habib Burgiba yönetiminin, sivil devletin sağlam bir temel üzerinde inşa edilmesinde temel bir rolü vardı. Burgibacılık; Burgiba’nın deneyimini genelleştime çabası duygusal, kendi içinde bölünmüş, milliyetçi, Arap dünyasının birliği, devrim yönetim konseyleri, yarın değil hemen şimdi Filistin’i kurtarma hayalleri içinde yaşayan Arap dünyası duvarına çarptığında bile Tunus’u ileri taşımayı başarmıştı. Burgiba’nın Arapların ortak yönelişinin tersine bir rota çizmesi yalnızca Tunus deneyimini derinleştirmeye yönelmesine neden olmadı. Aynı zamanda Arap gerçekliğini gözden geçirme, sahada yaşanan gerçekleri tek partinin egemen olduğu rejimlerde parti propaganda araçlarının insanların akıllarına ve kalplerine yüklediklerinden uzak bir şekilde düşünme girişiminde bulunan herkesin kınanmasına yol açtı. Sonuç olarak da Arap halkları, 1967 yılındaki hezimetinden sonra o korkunç kaos ortaya çıktığında ancak gerçeğe uyanabildi. Buna ve ağır yenilginin neden olduğu uyanışa rağmen akılcı düşünme yine de bir süreliğine ertelendi. Çünkü rejimlerin yenilgisinin alternatifi hazırdı o da “ulusal kurtuluş savaşı” ilanıydı. Nitekim, rejimlerin dürüstlüğüne ve gücüne duyulan güvenin azalması, gerilla eylemlerinin “kutsallaştırılması” na yol açtı. Çift kutuplu dünyanın gölgesinde binlerce öfkeli ve düş kırıklığı içinde olan Arap genci, milliyetçi ve totaliter ideolojiler ile kuşatılmış olarak Filistinli gerilla örgütlerine katıldı. Bu noktada, yeni bir problem ortaya çıktı. Bu problem, Arap dünyasının batısındaki (Mağrib) Tunus’un koruduğu “devlet” mantığı ile Arap dünyasının doğusundaki (Maşrık) “devlet”in kendilerine emanet edildiği kişilerin bile sürüklendiği “devrim” mantığını bir arada yaşama imkanıydı. Hatta daha da fazlası oldu ve bazı rejimler, devletlerini derebeyliklere dönüştürmek için “devrimci” olduğu, bir yandan mezhepçiliği ve kabileciliği güçlendirirken diğer yandan Arap milliyetçiliğine kendini adamış olduğunu iddia etmeye, kendi gruplarını mafyalara ve her şeyi yutan yolsuzlara dönüştürürken sosyalizm propagandası yapmaya çalıştılar. Bu trajik durum Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Sovyetler Birliği’nin yıkılması, Avrupa’da ve dışında solculuk yerine siyasal dincilik ortaya çıkana kadar sürdü. Tunus’ta Büyük Mücahit deneyiminin sağlam temeli sonuna kadar korunsa da Burgibacılık bir ütopya haline gelmişti. Ama ordu ve güvenlik güçlerinin adamı Zeynelabidin bin Ali, Burgibacılığı koruma gerekçesi ile Burgiba’yı emekli olmaya zorlayarak yerine geçtiğinde bile çeyrek yüzyıl boyunca Burgiba’nın en büyük başarılarını yani sivil devlet, ordunun siyasetten uzak tutulması, sendika, parti kurma ve örgütlenme hakkını sarsamadı. Nasıl ki Burgiba, gerekenden daha fazla yönetimde kalma hatasına düşüp şöhretinin kendisine ve ailesine yakın kişilerin yönetim işlerine müdahalelerini örtmesine izin verdiyse Zeynelabidin bin Ali de yalnızca adam kayırmacılığa değil siyasi hareketi zayıflatma ve kısıtlama hatasına sürüklendi. Ancak Bin Ali, Burgiba yönetiminin meşruiyetini korumak için O’nun karizmasından, bağımsızlık sürecindeki mirasından ve politik oyunu oynamadaki deneyiminden yararlanmış olsa da Bin Ali’nin kuru hatta bazen aptalca girişimleri yavaş yavaş dizginleri elinden kaçırmasına ve aslında birbirine karşıt olan siyasi güçlerin kendisine karşı bir araya gelmesine neden oldu. Daha sonra 2010 sonu, 2011 başlarında, Muhammed Buazizi’nin kendisini yakması ile fitili ateşlenen halk isyanı başladı. Bizzat ordunun, sokak hareketlerine karşı askeri Cumhurbaşkanı’nın safında yer almayı reddetmesi ile Zeynelabidin bin Ali, Tunus’un sosyal dokusuna saygı göstermek zorunda kaldı. Ülkenin birliği ve vatandaşların güvenliğinin iktidardan daha değerli olduğuna karar verdi ve istifa ederek ülkeyi terk etti. Bugün siyasi yelpazenin en az 26 başkan adayı tarafından temsil edilmesi –bazı şaibelere- rağmen; güvenliği sağlanmış, faal ve insanlar için bir anlam ifade eden sendikalar, kendine güvenen kadınlar, farklı programlara sahip partiler, seçim sürecinin güvenliğini garanti eden bir yargının var olduğu Tunus lehine önemli bir tanıklıktır. 2011 yılının başlarında Zeynelabidin bin Ali’nin görevini bırakmasından bu yana 8 yıl içerisinde farklı siyasi hareketlerin önde gelen isimleri şanslarını denediler. İlk olarak solcu ve ulusalcı kanadı temsil eden Munsif el-Merzuki cumhurbaşkanlığı, İslamcı Nahda Hareketi’den Hammadi Cibali ve Ali el-Ureyd sırasıyla başbakanlık yaptılar. Daha sonra da bağımsız Mehdi Cuma ile Habib Essid bu görevi üstlendiler. Ardından Burgibacılık, tarihi yüzlerinden biri olan merhum Cumhurbaşkanı el-Baci Kaid es-Sibsi döneminde rolünü tekrar kazandı. Ama es-Sibsi’nin ölümü, bu ay içerisinde erken seçimlere gidilmesine yol açtı. Onun döneminde de kendisine karşı çıkmadan önce siyasi akımının “oğlu” olan Yusuf eş-Şahid Başbakan olarak atanmıştı. Bugün erken cumhurbaşkanlığı seçimleri için geri sayım yapılırken Tunus sahası –birçok soruna rağmen- çeşitliliği, karşıtlıkları, vatan kimliği veya ona bağlılık seviyesi sorgulanmadan birlikte yaşama güvencesi ile sağlıklıdır. Tunus’ta dün olduğu gibi bugün de Libya ile olan doğu sınırlarında açılmış olan cehennem kapıları ve batı sınırlarındaki kardeş ve büyük komşusu Cezayir’deki önemli tarihi doğum sancılarına rağmen, Arap ülkelerinin birçoğunda üzerinde uzlaşıya varılamayan konularda uzlaşı vardır. Bu fikir birliği, anlaşmazlığın çatışmaya dönüşmemesi, muhalefetin dışlama şeklinde gelişmemesi, seçim zaferinin diğerlerini yok saymaya neden olmaması konusunda ihtiyatlı bir iyimserliği teşvik eden bir olgudur. Aynı şekilde, dünyanın her yerinde demokrasinin sunduğu en büyük şeyin hatalardan kaçınmak değil gerçekleştikten sonra hataları düzeltme fırsatı olduğunun idrak edilmesini de sağlamaktadır. Bugün adaylar topluluğu ve çeşitli seçim programları karşısında Tunus seçmeninin ilk önce kendini kutlamalı ardından da seçimini kişilere göre değil gerçekçi programlara göre yapmalıdır. Çünkü bu programlar, kötü ekonomiden güvenlik ve istikrarın güçlendirilmesine ülkenin karşı karşıya olduğu sorunları çözmenin garantörüdür. Her ne kadar popülist politikacılar bizleri bunun aksine inandırmaya çalışsalar da artık tarihi şahsiyetlerin egemen olduğu bir dünyada yaşamıyoruz.
مشاركة :