Tunus’ta yaşananlardan dolayı içimi korku ve panik kapladı. Lübnandaki ve belki de diğer Arap ülkelerindeki yeni nesillerimiz, yakın görüş mesafelerinin dışında neler olup bittiğinin pek farkında değiller. Arap ulus devletinin 1967 yılında yenilgiye uğratıldığı günün farkında olan ve sonra köşeye çekilen bizler ise ancak 2011de Tunus ve Mısır halkının çığlıkları ile uyanabildik: Halk rejimin düşmesini istiyor! Lübnanlıların dediği gibi; bu eski nesil ya da yaşlılardaki korku akıllarını felç ediyor ve ilk protestoda ya da ilk yumrukta üzerlerine tahakküm kuruyor. Onların akıllarının yerine gelmesi ya da akıllarına dönmesi imkansız! Lübnan’da cumhurbaşkanı şekil açısından, başbakan veya başbakanlarla zıt düştü ve parlamento başkanı başbakanın yanında yer aldı. Ancak Lübnan Cumhurbaşkanı aslında tek büyük bir iş dışında başka hiçbir bir şey yapamadı. O da şu oldu: Büyük bir çöküşün ortasında ülkeyi yönetecek bir hükümetin kurulmasını engellemek! Bununla birlikte Tunus’ta da cumhurbaşkanı, başbakan ve arkasından parlamento başkanı ile ihtilafa düştü. Ancak Tunus Cumhurbaşkanı hükümeti ve başkanını görevden alarak parlamentoyu bir ay süreliğine askıya aldı! Aynı şekilde Lübnan’daki siyasetçiler ve uzmanlar “yönetim krizini” tanımlarken zıt düştüler: Bu anayasayı yorumlama krizi miydi yoksa çok daha ötesinde İran destekli silahlı bir partiye bağlı siyasi bir rejim krizi miydi? Aynı şekilde Tunus’ta da siyasetçiler ve uzmanlar, cumhurbaşkanının yetkileri ile parlamento ve hükümet yetkileri konusunda ayrılığa düştüler. Cumhurbaşkanının, parlamento başkanının meclis tarafından atanan üyelerle birlikte kendisine üstün geleceğinden korktuğu Anayasa Konseyi’nin kuruluşunu tamamlamaya karşı çıkması da bunun bir delili. Pek çok kişi, parlamento başkanının liderlik ettiği İslami eğilimli Nahda Hareketi’nin daha önce Kays Saidi cumhurbaşkanı olarak atamak için çoğunluk olarak oy verdiğini söyleyecektir. Ancak bunda herhangi bir gariplik yok. Nitekim Saad Hariri de üç küsür yıldır Avn’ın ve onun damadının en yakın müttefiki ve en iyi arkadaşıydı. Ancak çok geçmeden bıçaklarla ve hançerlerle birbirlerine saldırdılar! Bir yılı aşkın bir süre, ekonomik krizin çökme noktasına gelmesinde aynı olmalarına ve yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınının iki ülkeyi de aynı noktada buluşturmasına rağmen Tunus’un sorununun Lübnan’ınkinden daha kolay olduğunu düşündüm. Halen de böyle düşünüyorum. Çünkü Tunus’ta yabancı ordular ve milisler yok. Bu olgu Lübnan’da öyle kötü bir noktaya ulaştı ki siyasi tabakayı temsil eden mafya ve İran’a bağlı silahlı bir parti olan milis gücü arasında tesislere egemen olan ve kotalarında ve anlaşmazlıklarında siyasi sınıfı yöneten (!) bir ittifaktan söz edilmeye başlandı. Bu noktada her taraftan orduların ve milislerin çoğalmış olduğu Libya devreye giriyor. İşin aslı hem Libyada hem de Lübnanda, gerek bölünme yoluyla olsun gerekse dış müdahale yoluyla olsun birtakım "teşvikler" var. Siyasal İslam ve cihatçılık önceki iki dönemde Tunus ve Libya’dan kovulmuştu. Ancak İslamcılar 2011 yılından sonra devreye girmeye başladılar. Katar, Türkiye ve diğer yerlerden yığılan İhvan-ı Müslimin’den (Müslüman Kardeşler) güvenlik ve askeri düzeyde yardım istediler. Sorun Tunus Cumhurbaşkanı’nın ya da Lübnan Cumhurbaşkanı’nın anayasal olarak böyle bir davranışta bulunma hakkının olup olmadığı ile ilgili değil. Bilakis bu gerekli ve yerinde bir davranış. Lübnan ve Tunusta korkunç bir ekonomik ve mali çöküş mevcut. Aslında Tunus, ülkeye akan uluslararası ve Arap ülkelerinin yardımlarından ötürü son yıllarda Lübnandan daha şanslı. Ancak yolsuzluk Lübnan gibi yolsuzluk rejiminden çıkmak için bir devrim yapan Tunusta da bu yaygın görünüyor. Bu yüzden Lübnan halkı iç ve dış ayrıcalıklardan faydalanamadığı gibi Tunus da ekonomi, mali ve kalkınma alanlarında yeni rejimden faydalanamadı. Lübnan’da 20 yıl boyunca var olduğu ancak General Avn döneminde daha da kötüleştiği gibi Tunus’ta da meydana gelen şey yalnızca işlevsel cihazın şişmesidir. Öyleyse Tunuslular 2011 yılında, Lübnanlılar da 2019 yılında yaptıkları devrimlerden ne kazandılar? Tunusta siyasi tabaka yavaş yavaş da olsa değişti. Ancak Lübnanda bir milim bile değişmedi. Bunun yanı sıra iki ülkedeki siyasi tutum değişmedi ve gerekli reformlardan biri bile gerçekleştirilmedi. Lübnanda 10 aydır hükümet olmadığı gibi Tunusta da cumhurbaşkanı tarafından feshedildiğinden beri hükümet yok. Hatta Tunus’taki Meşişi hükümeti feshedilmeden önce çalışamıyordu. Tıpkı bir buçuk yıldır Lübnan’da da olduğu gibi Tunus sefalet içinde boğulurken ve halk her gün kavga edenlerin birbirlerine ettikleri hakaretleri dinlerken hükümet yetersiz ve neredeyse işlevsizdi! Batılıların nazarında 2011 yılında değişim hareketlerinin getirdiği en önemli şey özgür seçimlerdi. Özellikle de Tunusta! Üç defa parlamento seçimleri ve aynı şekilde cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Bu seçimlerin sonucunda İslamcı Sahveciler diğer yeni ve hızla çoğalan partilerin biraz ilerisinde olsalar bile bölünmüş parlamentolar elde edildi. Ancak tüm partilerin (özellikle de sayıca üstün olması nedeniyle Nahdanın) iktidara gelme veya iktidarı paylaşma arayışı, parlamento ve yasama çalışmalarının yanı sıra partiler arası ilişkilerde pürüzlere yol açtı. Aynı zamanda cumhurbaşkanını, lider ve yönetici olmak veya bu şekilde kalmak yerine siyasi arenaya girmeye itti. Tunus’takiler Lübnan’da da yaşandı. Hatta daha da fazlası oldu. Cumhurbaşkanı her şeyi tekeline almak istedi. Bunu başaramayınca başta hükümet olmak üzere her şeyi bozmaya ve parlamentoyu sert bir şekilde aşağılamaya yönelik bir taktik benimsedi! Parlamenter girişimin ve seçim stratejilerinin başarısızlığı açısından Tunus ve Lübnanda yaşananların benzeri Libya’da ve Irakta da yaşandı. Peki, bunun sebebi dış müdahaleler mi? Elbette hayır. Bilakis bunun sebebi anayasal kaidelere başvurmadan veya onlara riayet etmeden iktidar için verilen siyasi mücadele. Zayıf güçlüyü tanımıyor. Seçim sonuçlarıyla gurur duyan güçlü olan taraf ise kendini her şeyin hakimi olarak görüyor. Dini ve mezhepsel lezzet, kalplere üstünlük ve haklılık duygusu veriyor. Bu, gerek Hizbullah gerek Nahda Partisi gerek Libya İhvanı gerekse Irak’taki Haşdi Şabi grubu için böyle! Özellikle bugün Tunus, Lübnan, Libya ve Iraktaki yönetici kesimin çoğu Batıda veya kendi topraklarımızdaki üniversitelerinden mezun olmuşken “demokrasi kültüründen” mi yoksunsunuz?! Kâh Arap ayrımından kâh İslami ayrımdan tekrar söz etmenin zamanı mı geldi?! Devrim ve seçim girişimleri şu ana kadar ne ekonomik büyüme, ne temel kamu özgürlükleri ne de uygulanabilir anayasalar ile sonuçlandı. Aksine toplumsal barış bozuldu. Bölünmeler baş gösterdi. Dinde radikalizm arttı! 2014 yılında El-Ahram’daki bir sempozyumda söylediğim şu söz bugünü yansıtıyor: Devletten korkmaktan devlet için endişelenmeye! Orduyu tekrar siyasi arenaya dahil eden kamu düzeni için endişelenmek: Batılı gözlemcilerin gözünde tiranlık olarak adlandırılmak istenen şey tam olarak bu!
مشاركة :