İranın güvercin gibi görünmesi bir manevra, Tahranla deneyimimiz acı doludur

  • 10/10/2019
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

İran’ın bazı Körfez ülkelerine ateşkes ya da uzlaşı önerdiğinde bunda ciddi ve dürüst olmadığı konusunda ihtilaf yok. Aslında tek istediği Aramco saldırısının ateşini söndürmek, iç işlerini derlemek, özellikle Fars Körfezi olarak adlandırmakta ısrar ettiği Hürmüz Boğazı’nda askeri işlerini düzenlemek için kendisine daha fazla zaman kazandırmak olduğunda hepimiz hemfikiriz. Buna ek olarak İran, Irak halkının kendisine yönelik ayaklanmasını yatıştırmak, Irak, Suriye, Lübnan, Gazze ve Husi bölgelerini işgaline karşı yükselen itirazları çevrelemek için kendisine vakit kazandırmayı amaçlıyor. Belki de birçok kişi Humeyni’nin devrimin başarılı olmasının ardından 1979 yılının şubat ayında bir Fransız uçağı ile Tahran’a döndüğünde, 1965 yılında Türkiye’den geçerek kendisine sığındığı daha sonra da Kuveyt üzerinden Fransa’ya geçtiğinde ayrıldığı Irak’ı işgal etmek konusunda kararlı olduğunu bilmiyordur. Humeyni Irak’ı mezhepsel nedenlerle işgal etmek istiyordu. Irak, 1516 yılında Osmanlılar tarafından kurtarılana kadar Safeviler’in işgali altında kalmıştı. Bilindiği gibi merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, Humeyni’nin Paris’ten dönmesinden birkaç gün sonra Arap ülkelerinin çoğunun teşviki ve onayı ile Tahran’ı ziyaret etmekte hızlı davranmıştı. Arap ülkeleri bu devrim ile BAE’ye ait Ebu Musa, Büyük Tunb ve Küçük Tunb adalarını işgal eden İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’den kurtulduklarını ve yeni rejim ile ilişkilerinin farklı olacağını zannediyorlardı. Başkent Tahran’ın yanı sıra kuzeydeki Meşhed şehri ve işgal altındaki Arabistan bölgesini de kapsayan İran ziyaretinin sonlarında Abu Dabi üzerinden Beyrut’a gidecek olan Arafat, ayrılmadan önce Humeyni’ye fısıldayarak bütün Araplar ile kardeşlik ilişkilerinin teminatı olarak söz konusu 3 adadan vazgeçmesini talep etti. Gerçekten tarihi olan bu gezide Yaser Arafat ve aralarında mevcut Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da bulunduğu dostları için Humeyni’nin kendilerine verdiği öfkeli ve sert karşılık tam bir süprizdi. Humeyni önündeki küçük masaya yumruğunu vurarak şu karşılığı vermişti: “Bu adalar İran’ındır ve ilelebed öyle kalacaklar.” O gün İran’ın yeni liderinin bu sözlerini duyanların hepsi, İran ve Arap ülkeleri, özellikle de o dönemde Saddam Hüseyin liderliğinde Baas Partisi tarafından yönetilen Irak ile ilişkilerin geleceğinin çok da iyi olmayacağını hissetmişlerdi. Hatta bazıları Humeynici İran ile Baasçı Irak arasındaki savaşın eli kulağında olduğunu söylemişlerdi. Bilindiği gibi savaşı ilk Irak’ta başlatmıştı. Çünkü İran’ın sınırı geçip topraklarındaki kutsal Şii yerleri ve şehirleri işgal etmeye hazırlandığını biliyordu. Bu yüzden “olumlu savunma” adı verilen yani düşmandan önce davranarak savaşı onun evine taşıma taktiğini kullanarak savaşı başlatan taraf oldu. İşte İran-Irak savaşı böyle başladı ve Humeyni’nin “baldıran zehiri içmek” gibi tarif ettiği ateşkesin imzalanması ile 8 yıl sonra sona erdi. Humeyni için Irak ile ateşkes yapmak öldürücü zehir içmek ile aynı şeydi. Nitekim bundan sonra Humeyni, yardımcıları ve çevresindekiler Irak ya da uzak yakın diğer Arap ülkeleri ile doğrudan “geleneksel” savaşlara girmekten kaçınma kararı aldılar. Bundan sonra ne yazık ki bu ülkelerdeki bazı Şiiler aracılığıyla içeriden sızma yöntemini benimsediler. Arap ülkelerinde yaşayan bu kişiler,  Humeyni devriminden hemen sonra Şiiliği siyasileştirme yoluna gitmişlerdi. Hatta Şii mezhebinin tarihi olarak var olduğu bazı ülkelerde kendisini bütün Arap bağımsızlık hareketlerine katılan ulusal ve vatansever bir mezhepten Velayet-i Fakih rejimine bağlı bir odağa dönüştürdüler. İlerleyen zamarlarda ise şu anda Irak, Lübnan, Yemen’in Husi kontrolü altındaki bölümünde olduğu gibi Devrim Muhafızları’na bağlı askeri üslere dönüştü. Daha sonra Arap ülkeleri içerisindeki bu gruplara dayanan Şii Hilali projesi ortaya çıktı. Bu hilalin bir ucu Yemen’den başlıyor Körfez ülkelerinin çoğundan ve elbette Irak’tan geçerek Akdeniz’in kuzeydoğu kıyılarında bulunan Suriye’nin Lazkiye şehrinde sona eriyordu. Bunun sonucunda Irak’ın içine düştüğü ve Iraklıları son ayaklanmaya başlatmaya iten kötü durumu herkes biliyor. Bu  ayaklanma sakinleşmiş veya sakinleşmek üzere olsa da Irak’ın doğrudan ve dolaylı İran hegemonyasından kaçınılmaz olarak kurtulmasını sağlayacak yolda ilk adımı atmasını sağladı. Bu kuşkusuz  Suriye ve ne yazık ki güney Beyrut’un fiili başkentine dönüştüğü ve Hasan Nasrallah’ın karargahının cumhurbaşkanlığı sarayının yerini aldığı Lübnan içinde geçerlidir. Bütün bunları anlatmamızın nedeni Humeyni ya da Hamaney İran’ı -hiç fark etmez- genel olarak Araplara ve özellikle Körfez’deki kardeşlerimize beyaz bayrak salladığı ve bölgede ateşkes istediğini söylediği zaman bunun aslında kendisini toparlamak için zaman kazanmak anlamına geldiğini belirtmektir. İran sadece şu anda kötüleşen ekonomik koşullardan, Halkın Mücahitleri örgütünün başını çektiği muhalefetin kendisine uyguladığı artan iç baskıdan, Kürtler, Araplar, Azeriler ve Beluciler gibi bağımsızlık isteyen azınlıkların baskısından kurtulmak için geçici bir ateşkes istiyor. Peki bu ne anlama geliyor? Bu İran’a kendisini toparlama ve bütün türleri, ulusal ve milliyetçi oluşumları ile iç muhalefeti bastırma fırsatının verilmemesi gerektiği anlamına geliyor. Bu rejim “takiyyeci” bir rejimdir. Bu yüzden kendisine inanmamalı ve güvenmemeliyiz. Kendisine karşı baskıları sürdürmeli, ekonomik ve ekonomik olmayan yaptırımları devam ettirmeliyiz. Bu konuda akışkan bir politika takip etmek Araplığını unutup Tahran’ın yönettiği Erdoğan- Müslüman Kardeşler ittifakına katılanlara has bir davranıştır. Bu ittifak içerisinde Beşşar Esed Suriye’si, Hasan Nasrallah Lübnan’ını, Haşdi Şabi ve Kasım Süleymani’nin yönettiği askeri milis güçler gibi Devrim Muhafızları’na bağlı hale gelen Hamas Hareketi de yer alıyor. Bu ittifak açıkça Araplara ve Arap ülkelerine karşı bir komplodur. Eğer İran’ın ateşkes talebi ciddiye alınacak ise her şeyden önce kendisine Körfez’de yükselen bütün bu gerileme bir son vermesi, Kürt Yönetimi de dahil bütün Irak’tan, Suriye, Lübnan, Sana ve Yemen’in bazı kuzey bölgelerinden çekilmesi şartı koşulmalıdır. Aksi takdirde ateşe ateş ile karşılık verilmeli. Zira Humeyni rejimi yalnızca güç dilinden anlar. İran-Arap ilişkilerinin ortak çıkarlar, iyi komşuluk ilişkileri ve ne doğuda ne de batıda sınırların ötesine geçmemeyi temel alması hem Arapların hem de İranlıların çıkarına olduğu kesindir. Bunun olması için de şu anda birçok gerginliğin yaşandığı bölgemizde Velayet-i Fakih devleti tarafından yaratılan bütün bu gerginliklerin olmaması gerekiyor. Zira bugünün dünyası dünün dünyasından farklıdır.

مشاركة :