Deniz, bedenlerini kumsala sürükledi. Bedenleri, bazıları çürüyene kadar (Trablus’un 120 km doğusu) el-Hums şehrinin sokaklarında sahipsizce bekliyor. Acı tablo, bu yıl Libya’daki düzensiz göçmenler için “en trajik” durum olarak nitelendi ve resmi gözaltı merkezlerinde olan ya da olmayan binlerce kişiyi çevreleyen acı dolu bir gerçek ortaya çıktı. Şarku’l Avsat’a göre mevcut bu tehlike, altı ay önce başkent Trablus kuşatmasının başlamasıyla ikiye katlandı. Bu göçmenlerin çektiği acıların bir kısmı; Çad, Nijer, Mısır ve Sudan’a yayılan Libya çölünün eteklerinden psikolojik ve fiziksel işkenceler içeren kanlı yolculuklar aracılığıyla Trablus veya diğer bazı alanlarda çete ve milislerin ellerinde esir olan yüzlerce kişiye kadar uzanıyor. Birkaç gündür gömülmeyen bazı cenazeler, el-Hums sokaklarında kaldı. Cesetler, neredeyse iki aydır da bu sokaklarda bulunuyorlar. Bu bedenler, ahşap paneller ve demir saclarla kaplı dar koğuşlarda zulme rağmen bir arada olan farklı Afrika ve Asya ülkelerine mensup sivillere ait. Kadınlar ve çocuklar da dahil bazıları, kaçakçılık çeteleri arasındaki kanlı çatışmalarda hayatlarını kaybetti. Kurtulanlar ise Akdeniz dalgaları arasında ya da Trablus kuşatmasının arka saflarında kayboldu. Başkent veya diğer şehirlerde sokaklardaki diğer göçmenler ve sığınma merkezlerinde tutuklu bulunanlar arasında yaşanan acıda da büyük bir fark yok. Zira General Halife Hafter önderliğindeki Ulusal Ordu (LUO) ve Fayiz es-Serrac liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında devam eden iç savaşla trajedileri arttı. Yüzlercesi çatışmalara katılmak zorunda kaldı, onlarcası öldü ve yaralandı. Libya’da 700 bin göçmen var Resmi istatistiklerin yokluğuna rağmen Yasadışı Göçle Mücadele Dairesi Başkanı Albay Mebruk Abdulhafız, geçen Eylül ayında ülkedeki tahmini düzensiz göçmen sayısının 700 bin olduğunu, bunun yanı sıra Libya’nın batısındaki şehirlerde gözaltı merkezlerinde de 7 bin kişinin tutulduğunu açıkladı. Yaklaşık 1 yıl önce de Birleşmiş Milletler’in (BM) Libya Özel Temsilcisi Gassan Selame, gözaltı merkezlerinde 34 bin, ülke genelinde ise 740 bin göçmenin bulunduğunu belirtmişti.Para karşılığında ölüm 2011 yılında Kaddafi rejiminin devrilmesinden bu yana kaos içinde olan bu petrol zengini ülkedeki düzensiz göçmenlerin durumu, şu an öncekine nazaran farklı. Geçmişte kaçakçılık çeteleri ve silahlı milisler, onlara satın alınan ve satılan bir malmış gibi davranıyordu. Ancak şu an bu insanlık dışı duruma başka bir insanlık dışı boyut eklendi. Artık sığınma merkezlerindeki göçmenler, savaşlarda hizmet etmeye, cephelere silah taşımaya ve para vermeye zorlanıyor. Bu ayrıntıların bir kısmı, savaşmak için beraberinde 32 kişiyle birlikte Zuvara şehrinden başkentin güney banliyösüne getirilen Sudanlı Mubarek Ahmed Yusuf tarafından anlatıldı. Şarku’l Avsat’a konuşan 18 yaşındaki Mubarek, “İki yıl önce İtalya’ya göç etmek amacıyla Çad sınırından Libya’ya girdim. Zuvare’ye ulaşana kadar batı bölgesindeki şehirler arasında dolaşmaya devam ettim. Zekeriya isimli bir Sudanlı beni arayana kadar, seyahat için gerekli parayı biriktirmek üzere birçok yerde çalıştım. Zekeriya bana, “Gel iyi bir iş yap, iyi bir para kazan… Bir savaş var” dedi” şeklinde konuştu. Para vaadiyle savaşa dahil olan Sudanlı göçmenin hikayesi, diğer “zorunlu” göçmenlerden farklı. Ülkenin batısındaki Düzensiz Göç Birimi’nden bir yetkili, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Ne yazık ki militanlar savaşta bazı göçmenlere güveniyor. Onları savaş mühimmatlarını çeşitli savaş cephelerine götürmeye zorluyorlar. Kabul etmeyenler ise ağır eziyete ve muhtemelen cinayete kurban gidiyor” ifadelerini kullandı. Sabrata şehri güvenlik müdürlüğünde soruşturulan Sudanlı Mubarek, şehirdeki güvenli kapıların birinde yakalandıktan sonra bir videoda, “Zuvare’den ayrıldık. Ben ve Ebu Bekir isimli bir kişi, iki gün sonra Bir el-Ganam’a (Trablus’un güneyinde küçük bir kasaba) ulaştık. Zekeriya, orada bizi karşıladı. Nureddin isimli bir Libyalı ve 32 Sudanlı ile tanıştık. Para, silah ve 5 zırhlı araç verdiler ve bizi, Hafter’in ordusuna karşı saldırı mevzilerinden birine yerleştirdiler” dedi. Mubarek, seramik transfer etme ve satma mesleğinde çalışmaya devam ettiğini, Avrupa’ya gitmek amacıyla arkadaşlarıyla birlikte bir tekne almak için gerekli parayı biriktirmeyi umduğunu söyledi. Ancak “savaş” sebebiyle Avrupa’ya gitme hayalinin ertelendiğini belirtti. Sudanlı, “Hafif silah kullanan, her 15 günde 2 bin dinar (1,282 euro), ağır silah kullanan 4 bin dinar (2 bin 564 euro) alıyor. İki hafta boyunca böyle kaldık. Beraberimizde 10 Libyalı vardı. Bir gece bir uçakla çarpıştık ve füze saldırısına maruz kaldık. 5 Sudanlı ve 2 Libyalı öldü. Daha sonra büyük bir çukur kazdılar, Sudanlıları gömdüler, diğer cesetleri aldılar ve bizi terk edip gittiler” dedi.Arka saflardaki cehennem Libya’da Göç Dairesi yetkilisi de göçmenlere yönelik eziyete değindi. Güvenlik dolayısıyla isminin verilmemesini isteyen yetkili, “Göçmen ticareti, onları sınırdan teslim alan kaçakçılık çeteleri için büyük miktarlarda para kazanmak demek. Göçmenler Sabratha, el-Hums ve Zaviye’da diğer tüccarlara satılıyor. Bu durum, Trablus’a giden ve militanların ellerine geçen diğer mültecilerin durumlarından farklı” ifadelerini kullandı. Geçen aylarda kadın ve erkekler de dahil birçok göçmenin gece sığınaklardan dışarı çıkarıldığına tanık olduklarını söyleyen yetkili, “Erkekler, şiddete maruz kaldı, hatta bu durum ateşle yakılmalarına kadar bile uzandı. Fotoğrafları çekilip ailelerine gönderilip, dolar kazanmak için şantaj yapılıyor. Kadınlar ise şafaktan önce gözaltı merkezlerine iade edilmeden önce cinsel saldırılara maruz kalıyor” dedi. Yetkili ayrıca, “Savaşa girdiklerinde göçmenler, savaş cephelerine yardım etmeye zorlanıyor. Bunu kabul etmediklerinde de Allah’tan başkası akıbetlerini bilmiyor” şeklinde konuştu. Libyalı yetkilinin ifadeleri, başka yetkililer tarafından da desteklendi. Bu çerçevede Ulusal İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ahmed Abdulhekim Hamza, Şarku’l Avsat’ın “iki savaş tarafından hangisinin savaş sırasında göçmenleri kullandığı” yönündeki sorusuna, “Uluslararası Göç Örgütü (IOM) tarafından açıklandığı gibi LUO güçleri, gelişigüzel bombardımanlarla bazı sığınma merkezlerindeki göçmenleri hedef alıyor” dedi. Abdulhekim Hamza, “Askeri eylemlerde göçmenlerin kullanımıyla ilgili olarak ise UMH güçleri, onları silahları ve depoları temizlemeye, mermi ve zırhlı araç dağıtmaya zorluyor. Bu suç eylemleri açıkça takip ediliyor” ifadelerini kullandı. Aynı şekilde Sabrata’da DEAŞ’la Mücadele Odası eski medya yetkilisi Salih Kureysa da Şarku’l Avsat’a, “Silahlı militanlar, şu an bir savaş cephesinden diğerine ekipman taşınması ve UMH kamplarını temizlenmesi gibi savaşçılara lojistik hizmetler sağlamak için göçmenleri kullanıyor” açıklamasında bulundu. Militanların bazı göçmenleri parayla kışkırttığını veya onları Avrupa’ya gönderecekleri sözü verdiğini söyleyen Kureysa, “Silahlı gruplar, vefalarını göstermeleri için ya da ölme korkusuyla savaşta göçmenleri ön saflarda bulundurmayı tercih ediyor. Medya organlarında da Serrac güçlerinin göçmenleri paralı asker olarak kullandığı haberleri yayınlanıyor” dedi. Hamza ve Kureysa’nın yanı sıra bir askeri yetkili daha Şarku’l Avsat’a “Göçmenlerin sömürülmesi; milis liderler ve arkadaşlarına ait özel alanlarda çalıştırılmalarının ötesine geçti” dedi. Köle pazarlarında, başta Afrikalılar olmak üzere göçmenlerin daima bulunduğunu söyleyen yetkili, “Onlar, ucuz iş gücünü temsil ediyor. Bu tür göçmenler, yiyecek ve içecek karşılığında militanlar tarafından sömürülmektedir. Ancak askeri teçhizatların taşınması, zırhlı araçların bakımı ve savaşçıların önüne kum çuvallarının koyulmasında hususunda da bu göçmenlerin sömürüldüğüne tanık olduk” dedi. Trablus savaşının patlak vermesinin ardından, Trablus ve çevresindeki gözaltı merkezleri, ayrım gözetmeyen bombardımanlara maruz kaldı. Trablus’un 15 km doğusundaki Tacura şehrinde bulunan bir gözaltı merkezinin geçen Temmuz ayında hedef alınması sırasında en az 53 kişi öldü ve 130 kişi de yaralandı. Sudanlı göçmen Mubarek’in öyküsünün tek olmadığı da bir gerçek. Başkentteki durum, Trablus savaşına itilen birçok Afrikalı göçmen ve paralı asker örneği ortaya koydu. Bu göçmenlerin arasında es-Serrac bölgesinde (Trablus’ta bir mahalle) alıkoyulan el-Bakr isimli Çadlı bir vatandaş da bulunuyor. Bakr, bir ses kaydında Usame el-Cuveyli (UMH batı askeri bölge amiri) güçleriyle çalıştığını belirtti. Es-Serrac bölgesinden bazı sakinler, Bakr’ı 7 Eylül’de askeri bir üniformayla yakaladı. Sakinler, aynı zamanda kalaşnikof silahı ve mühimmat da ele geçirdi. Bakr, kendisi ve Çadlı bir grubun, Muhammed el-Tabavi adlı bir kişinin yardımıyla savaşa katıldığını itiraf etti.Askeri araçlı göçmenler Askeri yetkilinin Afrikalı göçmenlerin alıkoyulmasına ilişkin anlatmış oldukları, başta es-Savani yakınlarındaki el-Karimiya bölgesi ve UMH güçlerinin kalesi sayılan Trablus’un doğusundaki havaalanı yolu olmak üzere başkent Trablus’un bazı mahallelerinde somutlaşmış şekilde. Sivil aktivist Hamid el-Vafi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Gündüz normal şekilde yaşıyorlar. İhtiyaç duydukları yiyecekleri satın almak için el-Karimiya pazarında askeri araçlarla dolaşıyorlar. Çoğunluğu Çadlı” dedi. Düzensiz göçmenlerin Libya sınırı boyunca içeriye sızdığının bilinmesinden bu yana UMH’de İçişleri Bakanı Fethi Baş Agha’nın Misrata, Tacura ve el-Hums merkezlerini kapatmasından ve kamplarının hedef alınmasından sonra sığınma merkezlerindeki yüzlerce tutuklu, başkent sokaklarına bırakıldı. Göçmenlerin bazıları, bazı kesimler tarafından tehlikeli olarak nitelendirildi. Ancak Trablus’ta Albay Abdurrauf Beytulmal ise bunun tam tersini belirterek, Şarku’l Avsat’a “Sokaklardaki göçmenlerin varlığı tehlike değil” dedi. Göçmenlere yönelik yaygın suiistimaller hususundaki tüm uluslararası raporların aksine, Mart 2018’de silahlı militanlar tarafından kaçırılan Beytulmal, “Libya’daki yasadışı göçmenlerle ilgili tüm haberler abartılı ve yanlış” dedi. Her ne kadar Trablus Belediyesi, şehrin sokaklarında dilenciliğe karşı bir kampanya başlatmış olsa da ve onlarca dilenci göçmeni gözaltına alsa da Beytulmal, “Sayıları 700 bin olarak tahmin edilmesine rağmen, daha fazlalar ve kesinlikle, tamamı Trablus’ta yaşamıyor” ifadelerini kullandı. Ocak ayından Ağustos ayına kadar ülkenin batısındaki güvenlik makamları, Adalet Bakanlığı tarafından yönetilen 28 resmi cezaevine 8 bin 813 göçmen hapsetti. Aynı şekilde militanların doğrudan yönettiği tesislerde olduğu gibi gözaltına tutulan kişilerin, bu kampanyaya karşı gelme imkanları yoktu. Bu çerçevede Arap-Avrupa Akademisi’nde danışman olan Libyalı Mahmud el-Tuveyr, Trablus sokaklarındaki göçmenlerin karşılaştığı tehlikelerle ilgili olarak, “Hala mevcut” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan Tuveyr, bombardımanların ardından tahliye edilerek, sığınma merkezlerinden çıkarılan göçmenlerin kaderine ilişkin bir soruya, “Avrupa’ya götürüleceklerine dair verilen bir sözün ardından göçmenlerin tamamı başka bir merkeze transfer edildi. Trablus’taki Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından takip ediliyorlar” yanıtını verdi. Mahmud el-Tuveyr, “Bazıları, prosedürlerin yavaşlığı nedeniyle merkezlerden kaçtı” diyerek, bu prosedürlerin 2 yıldan uzun sürebileceğine dikkati çekti. Tuveyr, Beytulmal’in aksine, bu göçmenlerin başkent sokaklarında dolaşmasının kendileri açısından tehlike oluşturduğunu belirterek, “Tabi ki, Trablus savaş halinde ve bu göçmenler, kaçakçılık ve insan ticareti yapan çeteler tarafından sömürülecek. Bu nedenle korunmaları gerekiyor” ifadelerini kullandı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, son yayınladığı raporda, bin 297 mültecinin Libya dışına tahliyesini ve ülkelerine iadesini desteklediğini açıklamıştı.Karşılıklı suçlamalar Libya’daki düzensiz göçmenlerin sömürülmesi sorunu, her bir tarafın kendisini kurtarmak için karşısına attığı bir alev topu niteliğinde. LUO, Serrac güçlerini göçmenleri para karşılığında savaş cephelerine almakla suçlarken, diğer taraftan da Hafter önderliğindeki ordu kuvvetlerinin Afrikalı ve Rusya merkezli Wagner şirketi unsurlarını savaşta paralı askerler olarak kullandığı belirtiliyor. UMH güçleri tarafından yürütülen Burkan el-Gadab (Öfke Volkanı) operasyonu, ilk kez “Giryan şehrine yönelik kurtuluş operasyonunda ellerinde bulunan gençlerin, şu an soruşturulduğunu” belirtti. Açıklamada, “Sanıkların, Hafter’in yanında savaşmaları için yaklaşık bin Sudanlı göndermeye çalıştıkları” belirtildi. Sudan basınında çıkan haberlere göre ise, Hartum’da bulunan Muaviye Muhammed Abdullah başkanlığındaki terörle mücadele mahkemesi, Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dalko’dan “Trablus’taki Hafter güçleriyle savaşa katılmakla suçlanan sanıklardan birinin mahkemeye çıkartılmasını” sağlamasını istedi. Libya’daki “düşmanların” suçlamalarına paralel olarak, Libya’nın doğusundaki geçici hükümette Dışişleri ve Uluslararası İlişkiler Bakanı Abdulhadi el-Huveyc, Bingazi’nin batısındaki yasadışı göçmenlere yönelik Kunfude sığınma merkezinde ABD’nin eski Bingazi Büyükelçisi Christopher Stevens ismini taşıyan bir kütüphane açıldığını duyurdu. Stevens, 11 Eylül 2012 tarihinde ABD’nin Bingazi Başkonsolosluğuna düzenlenen saldırı sonucunda hayatını kaybetmişti. Huveyc, Trablus’a atıf yaparak “Hükümetin kontrolündeki bölgelerde bulunan göçmenler güvende ve alım satımdan uzaktır. Savaşa girmezler ve denizlere atılmazlar” açıklamasında bulundu. Öte yandan Sudanlı Hızlı Destek Kuvvetleri, 25 Eylül’de Sudan’ın Çad ile sınırında yasadışı yollarla Libya’ya girmeye çalışan 138 Afrikalıyı gözaltına aldı. Çürüyen cesetler Gözaltı merkezlerinde ve dışarıda olsalar bile Libya’daki çoğu göçmenin karşı karşıya kaldığı trajik kader, göç simsarlarıyla “kurtuluş yolculuğu” planı yapmak zorunda kalmaları oluyor. Göçmenler, ölüm kokusuyla yapılan yolculuklarda Avrupa’daki akrabalarıyla görüşmekten daha değerli bir amaç taşımıyorlar. Bu çerçevede Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Sözcüsü Leonard Doyle, 2019 yılında 994 erkek, kadın ve çocuğun Akdeniz’de boğulduğunu açıkladı. Bu ölümcül yolculuklardan biri daha Temmuz ayı sonunda el-Hums liman kenti (Trablus’un 120 km doğusu) kıyılarında sona erdi ve 150 göçmen hayatını kaybetti. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Twitter üzerinden “Bu yıl Akdeniz’deki en kötü trajedi buydu” acıkmasında bulundu. Akdeniz’deki dalgalar, 3 gün boyunca cesetleri kıyıya taşıdı ve cesetler, neredeyse 10 gün boyunca şehrin her yanına yayıldı. Bu trajedinin üzerinden en az iki aydan geçmiş olsa da atmosfer, sahil kumuyla örtüldükten sonra bazılarının çıkarılmasına yardım eden el-Hums vatandaşları ve Libya Kızılayı çalışanları açısından hala aynı. Salih Kureysa, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada bu trajik olayı şu sözlerle anlattı; “Onlarca cesede ulaştık. Bir kısmının, tanıdığımız Afrikalı göçmenler olduğunu gördük. Sabratha gibi şehirlerde aramızda yaşıyorlardı. Ama cehennemden kaçmaya karar vermiş gibi görünüyorlardı. Ölüm simsarlarının ellerine düştüler”. İnsani yardım çağrıları yapıldı. Cesetler sokaklara ve Belediye Meclisinin önüne dağılmıştı. 40 derece olan hava sıcaklığı dolayısıyla neredeyse çürümek üzereydiler. Bu çerçevede Libya’daki Arap İnsan Hakları Örgütü Genel Sekreteri Abdulmunim el-Hur, sosyal paylaşım sitesi Facebook aracılığıyla yaptığı açıklamada, “10 gün geçti, ama cesetler hala mevcut. Halk, onları kendi mezarlarına gömmeyi kabul etmiyor. Şehir, diğer şehirler gibi göçmenler için özel bir mezarlığa sahip değil. Yerel makamlar görevlerini yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Bu eksikliklerinin hesabını vermeleri gerekiyor” ifadelerine yer verdi.
مشاركة :