Lübnan Dışişleri Bakanı’nın 13 Ekim 1990’da yaşanan olayın yıldönümünde yaptığı konuşma sırasındaki öfkesini anlamak mümkün. Bu tarihte Hafız Esed’in ordusu Lübnan cumhurbaşkanlığı sarayına baskın düzenleyerek eski genelkurmay başkanı ve askeri hükümetin başkanı Mişel Avn’ın isyanını bastırmış ve kendisini Fransa’ya sürgüne göndermişti. Dışişleri Bakanı bu öfkesinden haklı. Çünkü Avn taraftarları için kıymetli bu hatıra, bizzat kendisinin de öfkeli konuşmasında itiraf ettiği gibi Cumhurbaşkanı Avn’ın görev süresinin anılmaya değer hiçbir başarı elde edemeden 3’üncü yılını tamamlamış olması ile aynı döneme denk geldi. Oysa Basil’in bugün, “güçlü dönem” sloganına dayanarak kayınbabası olan cumhurbaşkanı, ona ve deneyimlerine dayanan partisi adına reformlar, kamu hizmetleri, kalkınma, Lübnan’ın ülkeler arasındaki imajı ve konumu alanlarında gerçekleştirilmiş büyük başarılar ile övünmesi gerekiyordu. Mişel Avn; Hristiyan çoğunluğun temsilcisi, onların siyasi sistemin kurumları içerisinde güçlü bir şekilde temsil edilmekten mahrum kaldıkları o uzun dönemi sona erdirecek kişi, güçlü başkan efsanesi ve Hizbullah’ın belirleyici siyasi desteği ile cumhurbaşkanlığı görevine gelmişti. Yine benimsemiş olduğu yolsuzluk ve yolsuzlar ile mücadele söylemi de cumhurbaşkanı olmasına yardımcı olmuştu. O dönemde Avn, yolsuzlar ile çoğunlukla Hariri deneyimini ve mirasçılarını kastediyordu. Elbette bu, Hariri akımı o dönemde var olan 2 veriye boyun eğerek Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesini kabul etmek zorunda kalıp kendisini Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na taşıyan köprü olmadan önceydi. Bu verilerin birincisi; Hizbullah’ın ya Avn ya da hiç kimse şeklindeki açık ve kesin tutumuydu. İkincisi ise Maruni kilisesinin cumhurbaşkanlığı için 4 aday göstermesi ve Saad Hariri’nin tek tek hepsi ile şansını denemesinin ardından sonunda Avn ile anlaşmak zorunda kalmasıydı. Avn, bütün bu savaşlar ve dönüm noktalarını aşıp cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmayı başardığında bütün bunlar, kendisi ve ülkesinin hak ettiği, tarihin kendisi için yazmasını istediklerine uygun bir liderlik ortaya çıkarmak için Avn’ın başarıyla aşmış olduğu sınavlar olarak görüldü. Ancak trajik bir şekilde Avn, görev süresinin 3’üncü yılını tamamlamak üzere olduğu bugünlerde kendisini bu başarı duvarına çarpmış, 13 Ekim konuşmasını süsleyecek bir başarıdan yoksun, cumhurbaşkanlığının “orta yaş sendromu”nun bütün reaksiyonlarına boyun eğmiş bir durumda buldu. Nitekim Lübnanlılar, Avn döneminden önce en son ne zaman ekmek ve benzin krizleri yaşadıklarını hatırlamıyorlar. İç savaşın sona ermesinden bu yana ekonominin bugün olduğu gibi donduğu, güçlü başkan ve döneminde olduğu gibi işleri, aşları, birikimleri için korktukları bir dönemi yaşadıklarını anımsamıyorlar. Bu yüzden Basil, öfkesinde haklı görülebilir. Haklı olmayanlar ise Basil’e kafa tutan ve ona savaş açan rüzgar değirmenleri ve hayaletlerdir. Lübnanlılar, cumhurbaşkanı ve partisi ile damadını başarmak istedikleri o büyük başarıları gerçekleştirmekten kimin alıkoyduğunu tam olarak anlamış değiller. Nitekim kendisi de bu konuşmasında, bu kişilerin kendilerini nasıl engellediklerini, bunun için hangi araç ve yöntemleri kullandıklarını, hangi politikaları uyguladıklarını, meclis ve hükümet içerisinde hangi siyasi dengeleri sarstıklarını Lübnanlılara açıklamadı. Görevde olduğu 3 yıl boyunca Cumhurbaşkanı Avn’ın, hemen başlamak için Lübnan devleti ile dünyanın 5 büyüğü ile doğrudan müzakarelere ihtiyaç duyulan elektrik projesini hayata geçirmesini engelleyen o insafsız taraflar acaba kim? Kimmiş altyapı ve diğer alanlarda hepsi de yatırım projeleri olan ve kendisine 11 milyar dolardan fazla kaynak ayrılmış bulunan CEDRE (Sedir) Konferansı projelerine başlamasını geciktirip Lübnan’a karşı komplolar kuran o acımasız taraflar? Kim bu Lübnan piyasasından doları çekerek ulusal para biriminin istikrarına, banka hareketlerine, kredilere, harcamalara ve halkın alım gücüne baskı yapan taraflar? Hükümetin çalışmalarını engelleyen üçte bir çoğunluğu, cumhurbaşkanlığını, Hizbullah’ın desteğini, meclisin her komisyonunda sesi yüksek çıkan milletvekillerini yanına almış Mişel Avn’ı harekete geçmekten alıkoyan o zalim güç kimdir? Baabda Sarayı’nın bazen cumhurbaşkanının ekibinin bazen de ekonomik ve ekonomik olmayan komisyonların hazırladığı yasalar ile ülkenin genel politikalarının belirlendiği merkeze dönüşmesini, Lübnan anayasasına aykırı bir şekilde Başbakan (Dışişleri Bakanı) Cibran Basil’in liderlik etttiği paralel bir hükümetin varlığını kabullenen bir başbakanın varlığında Cumhurbaşkanı Avn’ın başarılı olmasını nasıl bir güç engelliyor? Buradaki ölümcül paradoks; engellendiğinden, gizli acımasız gücün harekete geçmesinin, başarılı olmasını, emellerini gerçekleştirmesinin önüne geçtiğinden şikayet eden taraf ile başta başbakan olmak üzere kendisi ile aynı fikirde olmayan çoğu siyasi gücü görmezden gelip Arap Birliği toplantısında Suriye’nin birliğe dönmesini sağlamak gibi büyük bir sorumluluğu üstlenen tarafın aynı olmasıdır. Peki iç verileri ile Suriye krizi gibi büyük bir bölgesel krizde devreye girme, engelleyici yerel güçlerden etkilenmeden Suriye ile diğer Arap ülkelerinin ilişkileri gibi karmaşık bir sorunda sorumluluk üstlenme gücüne sahip bir taraf nasıl oluyor da kendisini engelleyenler olduğu gerekçesi ile elektrik gibi basit bir sorunu çözemiyor? Elbette Lübnan’ın Arap ülkelerinin Suriye konusundaki tutumlarında ortaya çıkmaya başlayan bu dönüşüme katılmaya, kafası karışık Başbakan’ın konuşmasında belirttiği gibi bu konudaki Arap uzlaşısını daha da ileriye taşımaya hazırlandığını söylemeye gerek bile yok. Ancak Basil bu sözleri ile Arap uzlaşısını değil Beşşar Esed ve direniş ekseninin tutumunu ve olayların gidişatı ile ilgili okumasını ifade etmiştir. Basil bu sözleri, konuşmasından birkaç saat önce Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’tan aldığı yetki ile söylemiştir. Dışişleri Bakanı Basil konuşmasında, Suudi Arabistan Dış İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Adil el-Cubeyr’in değindiği 2254 sayılı BM kararı ya da Cenevre Konferansı kararları gibi Suriye krizine kalıcı çözümler getirmeye çalışan referanslara hatta Astana ve Soçi süreçlerine bile değinmedi. Bunun yerine Lübnan adına söz konusu konuşmayı yapma fırsatı verilseydi Hizbullah Genel Sekreteri Nasrallah’ın yapacağı gibi neredeyse Arap ülkelerinden Esed rejiminden özür dilemelerini isteyecekti. Bunun yerine Basil, güçlü başkan ve dönemini engelleyen o gizli güçleri ortadan kaldırmak için Nasrallah’dan kendilerine gerekli desteği vermesini isteseydi daha iyi olmaz mıydı?
مشاركة :