Bundan 30 yıl önce Şarku’l Avsat beni yıkılmak üzere olan Berlin Duvarı’yla ilgili haber yapmak üzere Almanya’ya gönderdi. O dönem genç bir Arap gazeteci olarak, bir ferdi olduğum dünyayla ilgili bir takım sorularımın olması şaşılacak bir durum değildi. Bu sorulara, Sovyetler Birliği tarih müzesine kaldırıldığında ve Kremlin’in yetimleri art arda devrildiğinde yenileri eklendi. Berlin Duvarı yakınlarındaki bir kafede otururken aklıma, ‘Arap dünyasındaki duvarlar ne zaman yıkılacak?’ sorusu takıldı. Bu duvarlar, sadece Arap ülkelerinin komşularıyla iletişim kurmalarını engellemiyordu. Aynı zamanda aklını ve kalbini de ablukaya alıyordu. Irak liderinin adı Saddam Hüseyin’di. Libya’nın lideri Muammer Kaddafi, Suriye’nin lideri ise Hafız Esed’di. Lübnanda Baabda Sarayı, Mişel Avn adlı sesi gür çıkan bir generalin elindeydi ve kurduğu askeri hükümetin başıydı. Bugün ise ilk üç lider artık hayatta değil. Mişel Avn ise hala seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak Baabda’da ikamet ediyor. Diğer yandan Saddam Hüseyin’in çağa ayak uydurmasını engelleyen tek duvar olduğunu düşündüğümüz Irak’ta ülkeyi tüketen kota formülünün duvarlarının çatlağına da tanık oluyoruz. Berlin Duvarı’nın yıkılışı bir dönemin sonu, bir başka dönemin ise başlangıcıydı. Dünyanın tek kutuplu dönemde uzun süre kalacağı düşünülüyordu. Ardından dünyanın bir numaralı ekonomisine ve en güçlü ordusuna sahip olsa dahi bir ülkenin tek başına dünyayı yönetme yükünü taşıyamayacağı anlaşıldı. Çok değil yakın bir tarihte Rusyanın, Berlin Duvarı’nın dibinde yaşayan ve yarasını kalbinde taşıyan bir albayın öncülüğünde Sovyetler Birliği’nin yıkıntıları arasından yeniden doğduğuna tanık olduk. O albayın adı Vladimir Putin’di. Sonra bir anda Çin’in durdurulamaz yükselişine şahit olduk. Maonun mirasçıları, ‘Büyük Önder’in ‘Küçük Kırmızı Kitap’ında asla geçmeyen fikirlerle yüz milyonlarca Çinliyi yoksulluktan kurtarmayı başardıklarını gördük. Mao’nun ördüğü duvarı sessiz sedasız yıkan mirasçıları, onun adını küreselleşme nehrinde yıkadıktan sonra saltanatını ve Komünist Parti olarak adlandırılan kontrol ve istikrar mekanizmasını korumaya devam ettiler. Ancak tüm bu saydıklarımızdan daha önemli ve tehlikeli bir şey var. Araştırmalardan elde edilen birikim, bireyin dünyayla ilişkisini de değiştiren bilimsel ve teknolojik devrimlerin art arda gelmesine neden olurken haber, yorum ve fotoğrafların özgürce paylaşılmasına olanak sağladı. Kimse sınır kontrol noktasında bilgileri gözaltına alamaz, vize isteyemez ve vatandaşların beyinlerine sızmadan önce güvenlik aygıtlarından geçiremez. Yaşananlar bir sosyal medya devrimiydi. Kalaşnikof tüfeğin dünyanın dört bir yanındaki devrimler ve ayaklanmalarda büyük bir rol oynadığını kaydeden tarih, gün gelecek akıllı telefonun Kalaşnikof tüfekten daha etkili ve tehlikeli olduğunu da kayıtlara geçirecektir. İletişim devrimi çok sayıda duvarı yıktı. Ebeveynlerin koruma iç güdüsü ve korkuları nedeniyle inşa ettikleri duvarları, sistemin güvenliği için ördüğü duvarları ve hükümetler tarafından toplumun damarlarına taze kan pompalanmasını engellemek için örülmüş duvarları yıktı. İletişim devrimi her şeyi temelinden sarstı. Her şeyle ilgili soru işaretleri ortaya atıldı. Tabular yıkıldı ve üstü örtülmesi imkânsız olan konular tartışmaya açıldı. Iraklı gençlerin meydanlara çıkmasının; yolsuzluk duvarının çökmesi, devletin temelinin çatırdadığı ve neredeyse Irak’la birlikte Iraklıları da öldüren mezhepçi dönemin sonunun geldiğine dair bir uyarı olduğunu söylesek, abartmış olur muyuz? Lübnanlı gençlerin meydanlara ve sokaklara dökülmesinin; yolsuzluk duvarının çökmesi, devletin temelinin çatırdaması ve neredeyse Lübnan ruhuyla birlikte Lübnanlıları da öldüren mezheplerin sonunun geldiğine dair bir uyarı olduğunu söylesek, abartmış olur muyuz? Yeni bir Irakın doğduğunu ve şeffaflık, bütünlük, verimlilik ve bir arada yaşamaya dayanan modern bir devlet kurumundan daha azını kabul etmeyeceğini söylersek, abartmış olur muyuz? Yeni bir Lübnan’ın doğduğunu, ziyafetleri ve katliamlarıyla mezhepçi düğünlere yapılan davetleri reddettiğini ve hukukun üstünlüğü ile yargının bağımsızlığından daha azını kabul etmeyeceğini söylersek, abartmış olur muyuz? Çaresizlik denizinde uzun süre yelken açtık. Uzun bekleyişleri öldürdük. Ardından ‘Arap Baharı’nın çöküşüyle hayal kırıklığına uğradık ve geçmişin güçleri insanların hayallerini ele geçirmeye devam etti. Rejimlerin korkutma, hareket rotalarını değiştirme, kan ve teröre boğma yetenekleri karşısında dehşete düştük. Ama şimdi yeni bir Arap dünyasının doğuşuna tanık oluyoruz. Hiçbir mezhebin hiç birine galip gelmesi istenmiyor. Çalışma, ilerleme ve yaratıcılık için fırsatlar sunan bir eğitim sistemi isteniyor. Yasalara uygun şekilde görevini yapan polis memurları isteniyor. İstihbarat şefini yargılayabilecek bir mahkeme isteniyor. Sürekli iç savaşın eşiğinde yaşamayan, umutsuz, intihar bombacıları ve patlayıcıların olmadığı iyi ve modern bir devlet isteniyor. Araplar, duvarlar ören değil, balkonları olan bir devlet istiyor. Irak ve Lübnan’da olup bitenler herkesin durup bir bakmasını hak ediyor. İstenildiği kadar set çekilsin veya duvar örülsün, tarih nehirlerinin akması engellenemez. Iraklı yetkililer doğru okumalar yapmalı, dinlemeli ve sonuçlandırmalı. Aynısı Lübnanlı yetkililer için de geçerli. İran’ın ipi, hem Beyrut’u hem de Bağdat’ı sıkı sıkıya sarmış durumda. Değişim rüzgârlarına direnmek için bu ipe asılıyor. Bu yüzden İran da kendisini iyi okumalı, dinlemeli ve sonuçlandırmalı. İranlı gençlerin, ülkenin özelliklerine rağmen Iraklı ve Lübnanlı gençlerle aynı hayallere sahip olmadığına inanmak oldukça zor. Devrimin közlerine üfleyerek ekonomik, politik ve sosyal haklar sonsuza kadar ertelenemez. Batı ile ilişkilerin arasına örülen duvar, ekonomi ve para birimindeki çöküşü ve yüksek yoksulluk oranını gizleyemez. İranlı yetkililer, Çin devriminin, ekonomik ilerleme gerçeğini ve insanların hayat şartlarında iyileştirme yapılması gerektiğini anlayanlar tarafından kurtarıldığını, Sovyetler Birliğinin ise ekonomik başarısızlık ve insanların ne istediğini okumayı reddetmeleri nedeniyle çöktüğünü hatırlamalılar. Bununla birlikte Irak ve Lübnan’daki protestocuları elçiliklerden para ve emir almakla suçlamak, sorunu çözebilecek bir dil değildir. Masum gençler, akıllı telefonları, zengin hayalleri ve saf iradeleriyle duvarları yıkıyorlar. Onları dinlemeyenler er ya da geç “kaybedenler kulübü” olarak adlandırılacaklar. İran’ın ise Irak ve Lübnan’daki değişimin önünde engel olmaya hakkı yoktur.
مشاركة :