Amerikalı gazeteci Charles Glass, İrlandalı bir baba ve Lübnanlı bir annenin evladı olarak Kaliforniya’da dünyaya geldi. Beyrut Amerikan Üniversitesinden mezun olan Glass, Lübnan savaşı sırasında en ünlü yabancı muhabirlerden biri haline geldi. Daha sonra ise Suriye savaşına kadar Ortadoğu ve Ortadoğu sorunları hakkında kitaplar yazmaya başladı. Glass, 2010 yılında bölgeyle ilgili konulardan çıkarak yazdığı ‘Paristeki Amerikalılar’ adlı kitabıyla okurlarını şaşırttı. Bu kitap çıktığı zaman imza törenine gitmiş, ancak yalnızca alt başlıklarını okumakla yetinmiştim. Nedense yazarın bu yeni konuyla pek de ilgili olmadığını hissetmiştim. ‘Harper’s’, ‘The Spectator’ ve ‘The New York Review of Books’ gibi meşhur Amerikan ve İngiliz dergilerinde yazılarını okumaya devam ederken geçen yaz Glass’la bir araya geldiğimizde bunu ona itiraf etmedim. Birkaç gün önce suçluluk duygusuyla söz konusu kitabı okumaya başladım. Ben bu duygunun azalacağını zannederken aksine arttıkça arttı. Zirâ, kendimi şu ana kadar bu konu hakkında yazılmış en iyi edebi ve tarihi eseri okurken buldum. Sanki belli bir okuyucu kitlesine hitap ediyordu, özellikle de Amerikalılara. Ya da Yaldızlı Çağ’ın (19. yy’ın sonuyla 20. yy’ın başı) bitişiyle Nazi işgali trajedisi ve korkunç şizofreni halinin yaşandığı Paris’in bu zengin dönemiyle ilgilenenlere. Söz konusu dönem; Ernest Hemingway, James Joyce, Ezra Pound, T. S. Eliot gibi ünlü isimlerle ve bugün hala Paris’te aktif olan ‘Shakespeare And Company’ kütüphanesiyle meşhurdu. Biz de bu dönemi kitaplarda, sinemada ve hikayelerde yaşadık. Bu eserlerin hepsi de dokunaklı, ilginç ve heyecan vericiydi. Aynı zamanda Fransızcanın en önemli eserlerinden bazıları, bu dönemin Paris’inde ortaya çıktı. Bunların en ünlüsü ise şüphesiz James Joyce’un hiçbir yayıncının kabul etmediği Ulysses kitabıydı. Kitapla Sylvia Beach ilgilenmişti. Peki, Beach’in 1944 günlerindeki hayatı nasıldı? Beach, 1944ün o günlerinde nasıl yaşadı? Glass’ın anlattığına göre Beach, kitapları Nazilerden korumak için kitabevini kapatmış, kendisine yiyecek sağlayan Adrien Monnier’le beraber binanın dördüncü kata taşınmıştı. Sylvia, bir mektubunda yaşadığı günleri kız kardeşine şöyle anlatmıştı: “Sürekli çorba yiyoruz. Çünkü ekmek, süt, yumurta, tereyağı ya da çikolata yok. Sıcak su, ışık ya da bizi ısıtacak kömür de yok.” Paris’teki yaşam, kurtuluştan yıllar sonra da bu şekilde devam etti. Fransız başkentinin güzel bir Amerikan rüyası olduğu yüzyılın başlarında bir dönemin geri dönüşüyle birlikte son buldu. Fakat yabancı, yazar, şair, evsizlerin hayallerinde yaşamaya devam etti.
مشاركة :