Erdoğan İhvan Osmanlı ve Araplar üzerine

  • 1/23/2020
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Osmanlı devletinin güneşinin batışından bu yana tam bir yüzyıl geçti. Bilindiği gibi, Recep Tayyip Erdoğan dışında –özellikle Müslüman Kardeşler’in kendisini mürşidleri seçmelerinden sonra- şu ana kadar Osmanlı’nın geri dönmesi çağrısında bulunan ve ordularının ulaştığı toprakları Türk toprağı sayan kimse olmadı. Bu noktada, Müslüman Kardeşler’in bazı liderlerinin gizli ve dar çevrelerinde olsa da sultanları halife oldukları için – ki bunun kesinlikle gerçekle bir ilgisi yoktur- Osmanlı devletinin geri dönmesi gerektiğinden bahsetmeye devam ettiklerinin bilindiğini belirtmeliyiz. Yine bilindiği gibi, Osmanlı devletinin yıkılışından sonra başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Erdoğan’dan önce cumhurbaşkanlığı makamında bulunanlar, sırayla Osmanlının mirasının üzerini daha fazla toprakla örtmüşlerdi. Hatta hepsi olmasa da çoğu kendisini reddetmişti. Çünkü onlara göre Osmanlı, geri kalmış, despot, otoriter, gerici bir devletti. Batılı ülkelerin çoğunun laik ülkelere dönüşmesine tanık olan 20’inci yüzyılın gerekliliklerine cevap veremeyen bir devlet olduğunu düşünüyorlardı. Bilindiği gibi bu yüzyıl, aynı zamanda özellikle Uzak Doğu’da Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve daha sonra Vietnam ve Kuzey Kore gibi sosyalist ve komünist ülkelerin ortaya çıkışına da şahit olmuştu. Erdoğan, Osmanlı devletini geri getirme “virüsü”ne uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünün “Mürşid”i seçildikten sonra yakalandı. Onun için en önemlisi, 20’inci yüzyılın başında geri dönüşü olmayacak biçimde giden bu hilafeti geri getirmek değildir. Asıl amaç, Doğu Akdeniz’i ele geçirmek ve Kuzey Afrika kıyılarına kadar ilerleyip Libya’yı kontrol etmektir. Çünkü Muammer Kaddafi’nin Cemahiriyesi Libya, stratejik coğrafi konumunun yanısıra dev bir doğalgaz ve petrol deposu ve altın madeni sayılıyor. Görünüşe bakılırsa, Türk Cumhurbaşkanı ve kendisi ile birlikte uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünden “kardeşleri”nin  ağzını sulandıran da budur. Müslüman Kardeşler’in genel mürşidi olan ama yıkılan o “ihtişamlı” Osmanlı devletini geri getirmeye çalışmak belki de Erdoğan’ın hakkıdır. Bundan başka, sadece Libya değil ona göre Osmanlı süvarilerinin atlarının nallarının değdiği her yeri Osmanlı mülkü ve kendisini de onun “mirasçısı” sayma  hakkına sahip olabilir. Bu Osmanlı süvarileri yağma, egemen oldukları topraklarda halkların ve ulusların önde gelen kişilerine işkencede çok ileri gitmeleriyle biliniyorlardı. Buna maruz kalan uluslar arasında Osmanlıları uzun yıllar önce medeniyet, ilerleme ve kalkınmada geçmiş olan Arap ulusu da bulunuyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın bile alay etmeye ve dünya medeniyetindeki rollerini inkar etmeye başladığı Araplar; Emeviler, Abbasiler ve Fatimiler döneminde olsun Osmanlı devletinden bin kez daha önemli “imparatorluklar” inşa etmişlerdi. Uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünün Genel Mürşidi olması itibariyle, yüce Peygamberimiz Muhammed (s.a.v) ve Hulefa-i Raşidin’in mensubu olduğu Arap ulusunun, Tarık bin Ziyad’ın önderliğinde daha sonra Cebelitarık adı verilen boğazı geçtiğini, İspanya’da Endülüs medeniyetini kurduğunu biliyordur. Kendisi bunu inkar edip, tanımazlıktan geliyorsa insaflı tarih kitaplarına, aralarında ünlü Oxford’un olduğu bütün Batılı üniversiterlere bakmalıdır. Oxford Üniversitesi, o çok geride kalan dönemde, uzun yıllar Arap Endülüs şehirlerinde dolaşan ve ülkesine bir dizi çocuk kitabıyla dönen bir İngiliz tarafından kurulmuş küçük bir okuldu. Eğitime bu kitaplarla başlayan okul daha sonra dünyanın en önemli üniversitelerinden bir haline geldi. Araplar, büyük İslam dininden, Emevi, Abbasi ve Fatımi devlet ya da imparatorluklarından önce de büyük ve ileri devletler kurmuşlardı. Bunlardan bir tanesi de başkenti Petra Antik Kenti olan Nebati Krallığı’dır. Bu krallığın toprakları Nakab ve Sina bölgelerini, mevcut Ürdün’ü ve Arap yarımadasının kuzeyini kapsıyordu. Tütsü Yolu üzerinde “stratejik” bir duraktı. Yemen’den gelip Biladu’ş-Şam* (Levant), Mısır ve Akdeniz’e giden kervanların takip ettiği yolun kavşak noktasında yer alıyordu. Buna ilaveten Araplar, ünlü Gassaniler ile başkenti Hîre olan ve krallarının hakimiyeti Irak’a kadar uzanan Lahmîler devletlerini de kurmuşlardı. Elbette bu devletler İslam’dan uzun yıllar önce varlık göstermişlerdi. Bunları zikretmekten kastımız, Türk kardeşlerimizi hafife almak değildir. Zira tarihsel olarak önce onlar bizden sonra da biz onlardan olmuştuk. Maksadımız, Osmanlılardan bahsederken kullandığı dilin kesinlikle kabul edilemez olduğunu Erdoğan’a anlatmaktır. Onların mirasçısı olduğu, Libya ya da başka bir yerde olsun bir zamanlar Osmanlı yönetimi altında olan yerlerin onun ve Türkiye’nin hakkı olduğu iddiasının kabul edilemez olduğunu anlamasını sağlamaktır. Çünkü bu durumda, Bizanslıların İstanbul’u, imparatorluklarının sınırları Yunanistan’a ulaşan ve bugünkü Ortadoğu’nun büyük bir bölümünü işgal eden Perslilerin de atalarının topraklarını geri almaya hakları olurdu. Bu konuda kesin olan şu ki, Türk kardeşlerimizin çoğu, Erdoğan’ın yönelimlerine, tutumlarına ve beklentilerine egemen olmaya başlayan bu Osmanlı eğilimini desteklemiyorlar. Tarihin rotasını geriye çevirmenin mümkün olmadığını hatta imkansız olduğunu biliyorlar. Bu bölgede ve bir zamanlar Osmanlı devletinin uzandığı tüm toprakları geri almaya hakları varsa Arapların da İskenderun sancağını geri alma hakkına sahip olduklarını kabul etmeleri gerektiğini biliyorlar. Bu durumda Yunanlıların ve Bizanslıların bir zamanlar onların olan toprakları geri almayı iddia etme hakkına sahip olacaklarını biliyorlar. Aralarında Diyabakır’ın da olduğu birçok şehrin bir zamanlar Arap şehri olduğunu, bu çağda Erdoğan’ın yaptığı gibi eski defterleri açmanın sonunun kötü olacağını, gerçekten yıkıcı savaşlara ve çatışmalara yol açağını biliyorlar. Erdoğan ve onunla birlikte bu eskimiş teselliyi destekleyen herkesin dikkate alması gereken bir şey var; o da Türkiye’nin kendisinin bölünme ve parçalanma olasılığı ile karşı karşıya olduğudur. Türkiye topraklarında siyasi ve demografik dengede önemli bir figür olan Kürtler de yaşıyor. Bir gün mutlaka bağımsızlıklarını kazanacaklar ve hak ettikleri bağımsız devletlerini kuracaklar. Aynı şekilde, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin 15’inci ili olan Arap İskenderun Sancağı da eninde sonunda Suriye’ye geri dönecektir. Sömürgeci Fransız yönetimi, İkinci Dünya Savaşı’nın başlarında, 1939 yılında savaşta Müttefik devletleri desteklemesini garanti altına almak için İskenderun’u Türkiye’ye vermişti. Bölgenin Arapça olan İskenderun ismi daha Atatürk zamanında Hatay şeklinde değiştirilmişti. Araplara İslam’ın yanısıra gerçekten büyük tarihi bağlar ve ilişkilerle bağlı Türk kardeşlerimiz için en iyisi, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler’in Genel Mürşidi olduktan sonra açtığı bu kapıları kapatmaktır. Çünkü Erdoğan’ın Osmanlı mülkü olarak tanımladığı topraklar sahiplerine geri dönmüştür. Osmanlılar artık tarih kitabının sona erip kapanan bir sayfasıdır. Libya, içerisinde Osmanlı değil – zira Osmanlı devletinin hakimiyeti altındaki topraklarda yaşayanların hepsi Osmanlı sayılırdı-  Türk asıllı azınlıkları da içeren Libya halkınındır. Zira bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra her şey değişti ve eski dönem Osmanlılardan geride bir şey kalmadı. Dolayısıyla, Türkler ile Arap kardeşlerinin yapacağı en iyi şey, İslam ve Müslümanların halifesi olduğu gerekçesi ile – ki bu doğru değildir- Erdoğan’ın açtığı bu sıkıntılı sayfayı tamamen kapatmaktır. Erdoğan’ın yalnızca uluslararası Müslüman Kardeşler örgütünün Mürşidi olduğu için Müslümanların da halifesi olması hiçbir şekilde mümkün değildir.*Bugünkü Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriyeyi içerisine alan geniş coğrafya (çn.)

مشاركة :