Irak’ın Anbar kentindeki yerel güvenlik güçleri, 1 Aralık 2019 tarihinde, ‘Iraklı vatandaşlara sivil itaatsizlik’ çağrısında bulunan bir aktivisti serbest bıraktı. Aynı gün Twitter hesabı üzerinden Nasıriye’de güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanımı sonucu yaşamını yitirenlere karşı göstericilere dayanışma mesajı veren bir başka aktivist ise gözaltına alındı. Bu iki örneğe bakarak, DEAŞ’tan kurtarılan Sünni bölgelerin protestolara yaklaşımını şöyle tarif etmek mümkün: Kendi bölgelerinde protesto düzenleme çağrısında bulunmadan halk hareketine dayanışma mesajı vermek. Buna rağmen güvenlik makamları Anbar, Musul ve Tikrit’te kıraathanelerden dijital platformlara kadar bu yönde çıkan sesleri cezalandırdı. Son birkaç ayda, Sünni bölgelerde özellikle de eğitim kurumları içerisinde başkent Bağdat ve güneydeki kentlerin protestolarına dayanışma mesajı vermek amacıyla sınırlı sayıda faaliyetler gerçekleşti. Musul Üniversitesi, toplanan kalabalıklar açısından dikkat çekiyordu. Ancak sonraki süreçte bu kalabalıkların devamı gelmedi. Bunun tamamen sıkı güvenlik denetimlerinden kaynaklandığı söylenemez. Kendi şehri dışında yani Anbar dışında sivil itaatsizlik çağrısında bulunan aktivist ise çoğu kişinin aynı şeyi aklından geçirdiği şu profili temsil ediyor: ‘Biz yorgunuz, ümitsiziz ve yaralarımızı sarmak istiyoruz’. Hangi profil, Sünnilerin Irak’taki protestolar karşısındaki pozisyonunu tam olarak yansıtıyor? Dayanışma mesajı veren mi yoksa yorgun olduğunu beyan edip yaralarını sarmak istediğini dile getiren profil mi? Irak’ta devam eden halk hareketini takip eden gözlemci ve aktivistler ‘eğer Irak’taki tüm şehirler protestolara destek verirse siyasi yapının sonu gelir’ varsayımını dile getirdiler. Iraklı Sünniler protestolar düzenleseydi ne olurdu? Şarku’l Avsat muhabiri Ali es-Seray, geçtiğimiz haftalarda Musul, Ramadi ve Tikrit kentlerinde, DEAŞ’ın kendi şehirlerini ele geçirme sürecine şahit olan siyasilerle bir dizi görüşmeler gerçekleştirdi. Görüşmeler sırasında konu ülkede devam eden protestolara gelince, kendi şehirlerindeki halkın neden protesto düzenlemediği sorusuna siyasilerin verdiği ortak yanıt şöyleydi: “Protestolara katılmak, kentlerimizi kaybetmekle sonuçlanır.” Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsünden Michael Knights, Ekim 2019’da yani protestoların başladığı tarihte sunduğu raporda, ‘DEAŞ’ın yeniden Irak’ta ortaya çıkmasına ilişkin göstergelere’ yer vermişti. Knights söz konusu raporda, “Sünni Arap yetişkinlerin şu anki nesli aslında silahlı ayaklanmaları terk etti (…) Hatta ülkenin farklı bölgelerinde yaşanan son gösteriler bile büyük ayaklanmalara dönüşmedi” ifadelerini kullandı. Fakat Anbar, Musul ve Tikrit’ten yüzlerce genç protestolar için Bağdat’a gitmeyi tercih etti. Bazıları Tahrir Meydanı’nda kaldı. Diğer bazıları ise bağış toplayarak Bağdat’taki göstericilere gönderdi. Nitekim Saddam Hüseyin rejimi sonrasında ülke yönetimini ele geçiren siyasi elitlerden farklı olan bu nesil arasında ilk defa mezhep taassubu ortadan kayboldu. Iraklı siyasilerle yapılan görüşmelerden, DEAŞ’tan kurtarılmasından bu yana yaralarını sarmaya devam eden şehirlerin Bağdat’taki protestolara destek vermesi mümkün olmadığı sonucu çıkıyor. Toplumsal ve güvenlik gelişmelerinin farklı bir hızda seyretmesi, ülkede ulusal, kapsamlı ve bütünlükçü bir halk hareketinin başlamasının önünde engel oluşturuyor. Ninova İl Meclisi’nin eski bir üyesi, “Sünni kentler istikrarı korumak için mücadele ediyor. Bu kentlerdeki halkların protestolara katılması, istikrar sürecini baltalayabilir” ifadelerini kullanmıştı. Benzer görüşü savunan uluslararası toplum, böylesi bir protesto hareketinin radikal örgütlerin kırılgan güvenlik durumundan faydalanarak yeniden bu kentleri ele geçirmesine sebep olabileceği endişesini dile getiriyor. Sünni siyasetçilerin de daha önceki endişelerinin esiri olmaları, kendi halkını protestolara teşvik etmesinin önünde engel oluyor. Nitekim Irak’ta Sünni siyasetin önde gelen isimlerinden Usame Nuceyfi, Aralık ayında yaptığı bir açıklamada, “Sünni kentlerde protestoların patlak vermesi durumunda resmi makamlar bundan faydalanarak, bunu ‘Sünniler yönetimi ele geçirmeye çalışıyor’ şeklinde pazarlayacaktır” dedi.DEAŞ sonrası şehirlerine dönen savaşçılar Birçok Sünni kentin DEAŞ’tan kurtarıldığı 2017’den bu yana siyasi süreçte yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönemde bir tarafta kentlerin kurtarılması savaşına destek veren siyasi gruplar, diğer tarafta bölgedeki güvenliğin korunması gerektiği görüşünü savunan ABD yer aldı. Irak’ın güney ve orta kentlerinden DEAŞ savaşı için Sünni bölgelere giden genç savaşçılar, savaş sonrası ülkesine geri döndü. Savaşçılar döndükten sonra yoksulluk ve marjinalleştirilmeye maruz kaldılar. Bağlı bulundukları siyasi partiler artık onların kazanımlarına ortak olmuş ve bunun üzerinden yönetimdeki partilerle ‘anlaşmalar’ imzalamaya başlamıştı. Halihazırda ülkenin orta ve özellikle de güney kentlerde süren protestoların ön saflarında bu savaşçıları görmek mümkün. Sünni siyasetçilerle görüşmede söz konusu savaşçılara karşı gösterilen muamele hakkında konuşmak pek de kolay olmadı.Erken seçimler Sünni bölgelerdeki siyasi hayatın dinamik olmadığı söylenebilir. Bölgesel ve uluslararası değişkenler karşısında bir dikkatli ve ağır hareket etme durumu söz konusu. Bu bölgelerin halkı koalisyonlara önem vermiyor. Nitekim bu bölgelerin DEAŞ’tan kurtarılması sonrası siyasi parti faaliyetlerine bölge sakinlerinden katılımın olmayışı da bunu doğrular nitelikte. Irak’ın batısındaki bir Sünni bölgede düzenlenen taziye merasimi sırasında oturan bir kişi merasimde bulunan aşiret liderine ‘bölgedeki siyasi durumun’ geleceği hakkında soru sordu. Aşiret lideri, soruya cevap olarak, “İnsanlar siyasi çeşitliliğe önem vermiyor. Burada, bizim bölgemizde en fazla iki güçlü parti var. Şayet bir erken seçim olsa buradaki dengenin değişmesi çok düşük bir ihtimal. Seçimlere katılım oranının da bu seviyede düşük olacağını tahmin ediyorum” diye yanıt verdi. Zira Sünni halkın DEAŞ sonrasında siyasetle ilgili konularla öncekine göre daha az ilgilendiği gözle görülür bir durum.
مشاركة :