Atlantik ötesindeki Batılı müttefikler, Münih Güvenlik Konferansı’nın başında terör ve DEAŞ’la mücadele konusunda ‘oldukça uyumlu’ görünüyordu, Ancak günün sonunda ise işler değişti. ABD ve Almanya savunma bakanları, DEAŞ karşıtı koalisyonun toplantısının ardından yaptıkları basın toplantısında terörle mücadele çabalarını sürdürme ve birbirlerini eleştirmekten kaçınma gerekliliği hakkında benzer açıklamaları tekrarladılar. Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham ise Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maası sert bir şekilde eleştirdi. Graham, Maas’ın açılışını yaptığı bir oturumda kendisine katılmadığını belirterek “Dostumuz (Maas’a atıfla), dünyadaki tüm sorunlar hakkında konuştu ancak İranı atladı” dedi. İran rejimini Ortadoğudaki “kanser” olarak nitelendiren Graham, İran’ın nükleer bir bomba üretme yolunda olduğunu, şayet bu yolu tamamlamışsa bombayı da ‘kullanacağını’ vurguldı. Graham, Avrup’nın Ortadoğu’da barışçıl nükleer konusunda yardımcı olması karşılığında Trump yönetiminin Tahrana yönelik yaptırımları kaldırmaya hazır olduğunu vurguladı. Aynı zamanda İranı Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’dakiler gibi bölgede yaşanılan tüm sorunların arkasındaki ülke olarak niteledi. Graham’dan önce söz alan Maas ise Trump yönetimini üstü kapalı bir şekilde eleştirerek ülkesinin küresel güvenliğe olan katkısını artırmaya hazır olduğunu vurguladı. Maas konuya dair şunları söyledi: “Askeri harcamaların artırılması için siyasi bir gerekçe olmalıdır. Terörizm, tüm dünyaya yönelik bir tehdittir ve tüm ülkeler bunun yükünü paylaşmak zorundadır.” ABD’nin savunma harcamalarına katkı sağlaması için Almanya’ya yaptığı baskıyı da eleştiren Maas “Bu, dolar veya euro cinsinden ölçülemez” dedi. Askeri operasyonların diplomasi ve açık siyasi stratejiler olmadan etkili olmayacağına dikkat çeken Maas, bu duruma Suriye ve Libya örneklerini verdi. Bazı ülkelerin Libya ve Suriyede olduğu gibi geçici askeri zaferler kazanabileceğini ancak bu zaferin uzun vadeli olmayacağını vurguladı. Libya krizine çözüm bulmaya çalışan Avrupa diplomasisinin rolüne dikkat çeken Maas, Münih Güvenlik Konferansı oturum aralarında yapılacak olan Berlin Konferansı İzleme Komitesi toplantısında Libyadaki silah ambargosunu izlemek için neler yapılabileceğinin tartışılacağını söyledi. Söz konusu açıklamalardan önce de Almanya Savunma Bakanı Annegret Kramp Karrenbauer de ABD’li mevkidaşı Mark Esper ile ortak bir basın toplantısı düzenledi. Karrenbauer buradaki konuşmasında ülkesinin askeri harcamalara yaptığı maddi katkıyı artırma isteğini dile getirdi. Karrenbauer diğer yandan ülkesinin şu anda gerçekleştirdiği uçuşlara son verebileceğini söyledi. Almanyanın 2024 yılına kadar NATO’nun belirlediği yüzde 2’lik savunma harcamaları barajına uyup uymayacağı konusundaki soruya da ABD baskısı olsun olmasın Berlinin her yıl savunma harcamalarını artırdığını ve sonunda bu yüzdeye ulaşacağını söyleyerek yanıt verdi. Karrenbauer ayrıca Iraktaki iç durumun bugün oldukça karışık olduğunu belirtti. İki savunma bakanı da DEAŞ’a karşı mücadelenin sona ermediğini, terör örgütünün henüz tamamen yenilmediğini doğruladı. Esper, DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon ile NATO arasında DEAŞ’la mücadele konusunda görev paylaşımı anlaşmasına varılacağını ve NATO’nun Iraktaki görevini ‘Bağdat ile koordineli olarak’ genişleteceğini duyurdu. Ancak iki savunma bakanı da DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon ile NATO arasındaki iş birliği hakkında detaylı bilgi vermedi. Irak parlamentosunun Kasım Süleymani suikastı sonrasında yabancı güçleri ülkeden çıkarma kararının ardından Washington, NATOyu Irakta DEAŞ’a karşı mücadelede daha büyük bir rol oynamaya teşvik ediyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Münih Konferansı öncesinde yaptığı açıklamada NATO kuvvetlerinin Irak’taki varlığını kabul ederek Bağdat hükümetinden ‘yeşil ışık’ aldığını doğrulamıştı. Irak’ın aldığı söz konusu kararın NATO’yu içerip içermediğine dair belirsizlik ise sürüyor. Zir bugün DEAŞ Karşıtı Uluslararası Koalisyon’un şemsiyesi altında aktif olan bazı askeri birliklerin NATOnun şemsiyesi altında faaliyete geçerek aynı görevi devam ettirmesine yönelik tartışmalar mevcut. NATO ise Koalisyonun görevini üstlenmek konusunda ciddi zorluklarla yüzleşiyor. Bütçesinin yüzde 2sini savunma için harcamadığı konusunda Trump yönetiminin sürekli eleştirisi ve baskısına maruz kalan Almanya ise bu baskılar karşısında askeri harcamalarını kademeli olarak artıracağını duyurdu. Ancak bu temkinli Alman politikası, Münih Güvenlik Konferansı Başkanı Wolfgang Ischinger’in ülkesini eleştirmesine neden oldu. Zirâ Ischinger, Almanya’nın dış politika konusunda “yeteri kadar harekete geçmediğini” öne sürerek Alman yetkilileri uluslararası meselelere daha fazla dâhil olmaya çağırdı. Söz konusu savunma harcamaları meselesi, Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier’in konferansın açılış konuşmasında Trump’a sert eleştiriler yöneltmesine neden oldu. Ülkesinin küresel güvenliğe katkı sağlama konusunda daha fazlasını yapabileceğini ve yapması gerektiğini itiraf eden Steinmeier “Yüzde 2 barajını eleştirmiyorum ancak bunu küresel güvenliğin çöküşüne bir temel haline getirmemeliyiz” ifadelerini kullandı. ‘Kayıp diploması’ ve bunun küresel güvenlik üzerindeki yansımalarına da değinen Steinmeier, ABD Başkanının genel yaklaşımını ve Almanyaya karşı üslubunu eleştirerek uluslararası krizlerle mücadelede “daha makul bir yol izleme” çağrısında bulundu. Almanya, 5G ağını kurarken Çinli Huawei şirketiyle çalışmayı reddetmediği için de ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin eleştirilerine maruz kaldı. Pelosi, Washingtonın Huaweiyi “ulusal güvenliğine bir tehdit” olarak gördüğünü, Almanyadan da bu şirkete karşı aynı tepkinin verilmesinin beklendiğini belirtti. Konferanstaki bölünme, Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve Avusturyalı mevkidaşı Sebastian Kurz’un Batının geleceğiyle ilgili katıldıkları bir oturumda da dikkat çekti. İki lider, mültecilerin ya da göçmenlerin kültürel bir çeşitlilik mi yoksa yük mü olduğu konusunda anlaşamadı. Zirâ Kanada, mültecilere karşı en misafirperver davranan ülkelerin başında gelirken Kurz ise bu konuda popülist bir yaklaşım izliyor. Trudeau, söz konusu oturumda yaptığı konuşmada “Çoğulculuk olumlu bir husustur. Farklı insanlara kulak verirsek dünya ilerleyebilir” derken Kurz ise “Avusturyanın büyükelçilerin çocuklarını topluma dâhil etmek ile ilgili bir sorunu bulunmuyor. Ancak Suriye, Irak ve Afganistandan gelenlerle sorunu var. Çünkü bu insanlar genellikle eğitimsizler ve Avusturya’da iş bulma şansları yok” ifadelerini kullandı. Kurz, meselenin “Ne tür bir göç istiyoruz” sorusunda gizli olduğunu vurguladı. Buna karşılık Trudeau ise Kanada tarihinden verdiği örnekle göçmenlerin genellikle gittikleri ülkenin dilini konuşmadıklarını ancak başarı elde etmek istedikleri için geldiklerini söyledi. Trudeau, “Kanadada mültecilerin kabul edilip edilmemesi gibi bir tartışma konusu mevcut değil. Biz onları memnuniyetle karşılıyoruz çünkü onlar bizim için birer yatırım” ifadelerini kullandı.
مشاركة :