Cezayir’in siyasi camiler ve meyhaneler arasındaki hikayesi

  • 2/29/2020
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

Emin ez-Zavi Cezayir’in eski Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen, ülkenin petrol sahalarını 24 Şubat 1971 tarihinde Fransız şirketlerin egemenliğinden alarak millileştirdi. Bumedyen tarafından tek taraflı ve sürpriz şekilde alınan bu karar çok uluslu şirketler aracılığıyla tamamen Cezayir petrolüne el koyan Fransa’yı kızdırmıştı. Fransız rejimi, Cezayir’i ekonomik, ticari ve siyasi olarak kuşatmaya başladı. Bu durum, Fransa’da ikamet eden Cezayir toplumuna karşı ırkçı faaliyetler düzeyinde de görüldü. Aynı şekilde Fransız yetkililerin Cezayir’i ekonomik ve ticari olarak cezalandırmak üzere aldığı önlemler arasında (Fransa, Avrupa ve ABD pazarlarında seçkin bir marka olarak kabul edilen ve Fransızların masalarında en sevilen içecek olan) Cezayir şarabının ithalatını boykot etme kararı da vardı. Cezayir’in yıllık şarap üretiminin büyük ve çeşitli miktarlarda olduğu göz önüne alındığında Cezayir rejimi bu miktarların nasıl harcanacağı hususunda şaşkındı. Bu çerçevede yakıtı millileştirme kararına, 19 Haziran 1965 tarihinde Huari Bumedyen’in Cumhurbaşkanı Ahmed bin Bella’ya karşı önderlik ettiği askeri darbenin nedenlerini unutturan ‘popülist söylemlerden, büyük ulusal direnişten’ sert bir dalga eşlik etti. Eski sömürgecilere karşı millileşmeye eşlik eden bu vatansever coşku, devrimci başkana ulusal meşruiyet ve liderlik tacını giydirdi. Hidrokarbon rezervlerinin millileştirilmesi, birçok aydının da askeri devrimci cumhurbaşkanının etrafında toplamasını sağladı. Bu aydınların arasında, Cumhurbaşkanı Ahmed bin Bella’nın birkaç yıl önce sağ kolu olan solcular ve Cezayir şaraplarının Fransa tarafından boykot edilmesine yanıt veren popülistler de bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Huari Bumedyen’e karşı siyasi bir fetvadan dolayı düşmanlığıyla bilinen solcu entelektüellerden Tahir bin Aişe (2016 yılında öldü), Fransa’nın boykot kararına şu ifadelerle yanıt vermişti; “Sömürgeci Fransa’nın ulusal ekonomiye ve özellikle de alkol üretimine karşı uyguladığı kuşatmayla yüzleşmek, ülkenin harika şarabını pazarlayabilmesi için hepimiz açısından ulusal bir görevdir. Her vatandaş günde bir şişe şarap tüketmelidir. Bu şekilde Fransa’nın kuşatmasına karşı gelebiliriz. Ulusal ürünü tüketip ülke ekonomisini koruyabiliriz!” Cumhurbaşkanı Bumedyen, Fransa’nın Cezayir şarabına uyguladığı kuşatmaya yanıt olarak kızgın ve kötü düşünülmüş popülist bir tarzda, tarım uzmanlarına başvurmadan ‘küresel şarabın üretimi ve tüketimi için en iyi üzümleri sağlayan tüm bostanların sürülmesi emrini verdi. Sürülen bu topraklara ise üzüm yerine buğday dikilmesi çağrısında bulundu. Hemen ardından da üzüm bağları, batıda, doğuda ve yüksek platolarda tamamen yerle bir edildi ve bir sonraki dönem yerlerine buğday ekildi. Ancak daha sonra bu toprakların buğday yetiştirmeye elverişli olmadığı anlaşıldı. Hiçbir ürün alınamadığı için de tarlalarda çalışan yüz binlerce tarım işçisi işsiz kaldı ve toprak ihmal edildi. O sıralarda yükselen İslami eğilim, bu fırsatı (alkole karşı kampanya) popüler sahnedeki varlığını güçlendirmek için kullandı. Bumedyen rejimi ise zaman zaman komünistlere darbe vurmak için harekete geçti. ‘Bazen de Beşir Hacı Ali ve daha sonra Sadık Hacras liderliğindeki ‘Öncü Sosyalist Partisi’, Huseyin Ayet Ahmed liderliğindeki ‘Sosyalist Kuvvetler Cephesi’, Muhammed Budiaf liderliğindeki ‘Sosyalist Devrimci Parti’ gibi yasaklanan solcu ve aktif partiler’, bazen de ‘başkentteki evinde düzenlediği fikri seminerler sırasında Malik bin Nebi etrafında toplanan isimlerin oluşturduğu İslami eğilim’ arasında bir denge kurmak için siyasi bir eğirme girişimine başladı. Bu İslami eğilim, Müslüman Alimler Birliği’nin (daha sonra Cezayir’de Müslüman Kardeşler doğdu) ve İslami Kurtuluş Cephesi’nin (FIS) doğuşuna kadar gelişen selefi davası akımının bir kalıntısıdır. Bostan tarlaları sürüldükten ve Cezayir şarap üretimi çeşit ve miktar düzeyinde çöküşe ulaştırıldıktan sonra ülke küresel pazarda rekabet edemez hale geldi. İslami akımlar, toplumu temizleme bahanesi altında büyük günahlardan, Akdeniz’in en güzel barları sayılan (başkent Cezayir, Vahran, Annaba, Bejaia, Tilimsan, Konstantin, Skikda, Cicel şehirlerindeki) gece kulüplerinin kapatılması taleplerine yöneldi. Bu barlar, yüzlerce tanınmış yazar, ressam, film yapımcısı ve politikacının uğrak mekanları olarak biliniyordu. Fransızların ve Avrupalıların 1962 yılında ülkeden ayrılması sonrasında ve özellikle de 19 Haziran 1965 darbesinin ardından saf bir Cezayir İslami topluluğu arama bahanesi altında bu barlara el konuldu. Cezayir’de aynı zamanda meyhanelere karşı da açıktan bir savaş başlatıldı. Bu savaş bugüne kadar da süregeldi. Bu alanların kapatılması ve uyuşturucuyla mücadele kapsamında gelen bu eğilim, toplumun İslamlaştırılmasının bir teşvikiydi. Cezayir toplumu “küfürden” önceki haline dönüştürülecekti! Dini eğilimin yaygınlaştırılması için ‘ahlaki söyleme’ yatırım yapılmaya başlandı. Cezayir’in geri kalmışlığının nedeninin bu barlar olduğu söylendi. Bu akım, barlar kapanana kadar çağrılarını ve tehditlerini durdurmadı. Nihayetinde Cezayir’de oldukça az sayıda bar açık kaldı. Dikkate değer olan durum, Cezayir şarabının üretiminin çökmüş ve kalitesinin de düşmüş olmasına, meyhanelerin kapatılmasına rağmen ülkenin halen her çeşit alkollü içeceğin en büyük tüketicilerinden biri olması. Öyle ki Cezayir bu içecekleri en çok tüketen ülkeler arasında yer alıyor. Ama garip ve şaşırtıcı olan soru Cezayirlilerin meyhaneler ve bunları satan dükkanlar kapatıldıktan sonra bu şarapları ve alkollü içecekleri nasıl ve nereden temin ettikleriydi. İslami eğilimin baskısı altındaki bazı vilayetler, bu alkollü içeceklerin Cezayir topraklarında satışını yasaklayan kararnameler ve yasalar yayınladı. Bu emir, ülkenin farklı bölgelerinde yaşayanlar arasındaki vatandaşlık ve eşitlik haklarına aykırı. Ancak siyasi yetkililerin İslami siyaset baskısı altında resmi barları kapattığı ülke, tamamen meyhanelere açık bir kapı haline geldi. Ormanlar, alkol içenler için bir yuva oldu. Yollar, sokaklar ve belediye önleri boş şişeler için açık çöplüklere dönüştü. Nihayetinde bilinçsiz tüketim nedeniyle trafik kazalarında ve saldırılarda artış yaşandı. Meyhanelerin ve lisanslı alkollü içecek satan dükkanların kapatılmasına paralel olarak bu maddelerin ticaretini yapan komisyonlar ordusu baş gösterdi. Bunlar, kalite kontrolü dışındaki bu malların kaçakçılığında imparator oldular. Ürünler, bazı şehirlerde ve köylerde gerçek fiyatları çarpıtılarak kurgusal fiyatlarla satıldı. Bu ekonomik parçalanmada durumun stabil tutulması için baskı yapılmaya başlandı. Çünkü bu ürünün piyasasını yasallaştırma düşüncesi, söz konusu imparatorluğu çökertecekti. Diğer taraftan bazı taraflar camiler inşa etmek, dernekler ya da kişilere destek olmak için para harcamaya başladı. Tüm bunlar, kendilerine ideal bir imaj oluşturmak için ortaya koyuluyordu. Cezayir, tüm vilayetlerde ve bazı şehirlerde meyhanelerin ve alkollü içecek satan dükkanların kapatılması karşısında cami sayısı bakımından ilk sırada yer alan Mağrip ve Arap ülkelerinden biri haline geldi. Örneğin Tizi Vuzu ve Buyra vilayetlerindeki camilerin sayısı, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki (BAE) cami sayısından fazla. Ancak Ras Cebel’deki her mahallede, her sokakta ve her köyde görülen cami sayısındaki artışla beraber alkol kullanma alışkanlığı azalmadı. Ayrıca yolsuzlukla mücadele edilemedi ve Ramazan Ayı’nda ve sonrasında dolandırıcılık da azalmadı. Bu çok sayıda cami vatana, işe ve topluma dair olumlu bir vatandaş oluşturamadı. Sokaklardaki kirlilik devam etti ve kadınlara yönelik taciz arttı. Aynı şekilde bazı taraflar zekat fonlarının açılması çağrısı yaparken şehirlerde de kargaşa baş gösterdi.Dinden önce ahlak, dinden önce vatandaşlık... Cezayir şehirlerinde rejim tarafından meyhanelerin kapatılması, şarap ve alkollü içecekleri tüketenlerin sayısını azaltmadı ve tüketimi durdurmadı. Aksine ülkeyi tüm risklere açık bir kapı haline dönüştürdü. Aynı şekilde yaklaşık 2 kilometrede bir minareleri yükselen çok sayıda cami de vatandaşlık hissiyatını güçlendiremedi. Bunların aksine siyasi din tüccarlarının Allah’ın evlerine sızmasına izin verdi. Toplumda insani ve ekonomik yolsuzluk kaosu ve çeşitliliği arttı. Vatandaşlar dinlerinden uzaklaşarak politikacıların dinine girdi. Ciddi bir zihinsel ve demokratik kültürün olmadığı bir toplumun siyasi bir dini de olamaz.

مشاركة :