Refik Huri Fransız oyun yazarı Molierein kaleme aldığı tiyatro oyunlarından birinin sonunda karakterlerden biri ‘yaşasın farklılık’ diye haykırır. Bugün ise Fransa’da bir farklılık korkusu söz konusu. Küresel bir köy haline gelen dünyada, Samuel Huntington, savunduğu tezi ‘medeniyetler çatışması’ konusunda uyarırken milliyetçiliğe dönüşle ilişkili çok kültürlülük konusunda da endişesini dile getiriyor. Sincan Uygur Özerk Bölgesindeki Müslüman Uygur azınlıktan korkan Çinin ihtişamına ve büyüklüğüne sahip bir ülke, Uygur erkeklerini ideolojik eğitim kamplarına gönderirken kadınlarını da Han Çinlileriyle evlenmeye zorluyor. Çinde ‘Müslümanların Çinlileştirilmesi’ için Devlet Başkanı ve Komünist Parti Lideri Şi Cinping tarafından bizzat denetlenen bir program uygulanıyor. Bu gibi totaliter ve otoriter rejimlerin tam tersi olan Fransa gibi demokratik bir ülke ise Cumhurbaşkanı Emmanuel Macronun ‘İslamcı ayrılıkçılık’ olarak nitelediği şeyle mücadele için bir yasa çıkarıyor. Bu ifade, tıpkı Çinde Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin veya Tibet Özerk Bölgesi’nin anakaradan ayrılmasına ilişkin korkunun temelini oluşturan coğrafi bir ayrılık anlamında kullanılmıyor. Daha ziyade, toplumsal ayrılık ve Cumhuriyetin değerlerine ve laik sisteme karşı çıkma anlamına geliyor. Amaç ‘Müslümanların Fransızlaştırılması’ ve ‘Fransa İslamı’na götüren dönüşümlerin önünün açılmasıdır. Sorunun ta kendisi Köktendinci terörün yarattığı şiddetten duyulan korku başka, kılık-kıyafet, peçe ve kültürel çeşitlilik açısından görünüşle ilgili farklılıktan duyulan korku başkadır ve işte sorun da tam olarak budur. Pakistanlı eski diplomat Hüseyin Hakkani, “İslam dünyasının karşı karşıya olduğu asıl sorun kafalarının içindekilerdir, üstlerindekiler değil” derken abartmış sayılmazdı. Bunun nedeni, ‘eritme potası’ teorisinin kökenlerinden ayrı bir Amerikan kimliği üretmekte başarısız olmasıdır. Halen Latin, İtalyan, İrlandalı, Arap, Müslüman, Çinli, Hint ve diğer kökenlerine ve kültürlerine bağlı kalmaya devam eden Amerikalılar var. The Atlantic dergisinin ABDde ‘kabilecilik’ hakkında özel bir araştırma dosyası hazırlaması hiçte şaşırtıcı değil. Hayır, Huntington dahi “Who Are We?” (Biz Kimiz?) adlı kitabında, “Amerikan kimliğine yönelik yakın ve en tehlikeli tehdit, Latin Amerikadan, özellikle de Meksikadan sürekli olarak devam eden göçtür” diyor. Ancak İslam, İngiliz kimliğinin bir parçasıdır. Almanya Başbakanı Angela Merkele göre Alman kimliğinin de bir parçası haline geldi. Geçtiğimiz yüzyılın dörtte üçü boyunca yeni bir ‘Sovyet vatandaşı’ yaratmaya çalışan Sovyetler Birliğinden aldığımız en büyük ders, birliğin dağılmasının ardından herkesin orijinal kimliğine geri dönmesi oldu. Ayrıca eski İtalya Başbakan Romano Prodi’nin dediği gibi, “Avrupa bir azınlıklar federasyonudur.” Siyasal İslamcılığın radikalleşmesi Başta Fransa ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde siyasal İslamcılığın radikalleşmesinin diğer faktörlerle birlikte aşırı sağcı hareketlerin ortaya çıkmasına yol açtığı konusunda bir anlayış söz konusu. Ancak ‘İslamcı ayrılıkçılık’ yasasının ‘Fransa İslamı projesinin başarıya ulaşması için atılan son adım olduğu anlaşılıyor. Fransız Ortadoğu Uzmanı Gilles Kepel ‘The War for Muslim Minds: Islam and the West (Müslüman zihinleri kazanma savaşı: İslam ve Batı) adlı kitabında “Müslüman zihinleri kazanmak için verilen en önemli savaş, artık Filistin, Irak ve Afganistan’da değil, Paris, Londra ve diğer Avrupa şehirlerindeki Müslüman topluluklardadır” diyor. Avrupada Müslümanların gelişimi ve modernizmin reddinde değil, İslam dünyasındaki Müslümanlara yansıyacak şekilde bir rol üstleneceklerine inanan tek Müslüman düşünür Muhammed Arkun değildi. ‘Globalized Islam: The Search for a New Ummah’ (Küresel İslam: Yeni bir Ümmet Arayışı)kitabının yazarı, ünlü Fransız siyaset bilimci ve İslami hareketler uzmanı Olivier Roy ise ‘yeni nesil İslamcı aşırılık yanlılarının dinle ilgilenmediklerini ve savunduklarını iddia ettikleri İslam toplumlarında kendilerine yer olmadığını’ savunuyor. Roy’a göre Fransanın yaptığı şey, İslamı radikalleştirmek değil, radikalizmi İslamlaştırmaktır. Antitez Ancak Rihletuş-şeyh Rifaa et-Tahtavi’nin Paristeki çalışmaları ve Kahireye döndükten sonra “Orada İslamı gördüm, fakat Müslümanları görmedim” diyerek dile getirdiği izlenimi bunun tersini yansıtıyordu. El Kaide örgütü, ardından DEAŞ ve Ortadoğu, Afrika ve Asyadaki bazı örgütlerde giderek somut bir hal alan radikalizm, Avrupa veya ABD’de doğan ve buralardaki üniversitelerde eğitim gören Müslüman nesle yansıdı. Böylece yaklaşık iki bini Fransadan olmak üzere Avrupadan 6 bin genç, DEAŞ’ın ‘hilafet devleti’ne katıldı. Başında da sonunda da sorun kimlik siyasetiydi. Her ülkede ırk, köken, dil ve din kimlikleri çatışmasına girilme riski vardır. Hepsi de 1928de Müslüman Kardeşlerin kurucusu Şeyh Hasan el-Bennanın hilafeti yeniden kurmak için söylediği, “Vatandaş kavramı yoktur, Müslüman kavramı vardır” türünden keskin kimliklerdir. Burada karşı karşıya kalınan asıl zorluk, insanlığın gelişmesi ve bilimsel, teknolojik ve ekonomik ilerlemenin yanı sıra kültürel ve sanatsal yaratıcılık savaşına, insan kardeşliğini kolektif kimlik yapacak şekilde katılabilmektir. Manevi eksikliğin tezahürlerinden biri, tek bir kültürden memnun olmamızdır. Oysa zenginlik, medeniyetler arasındaki açık diyalogdur. *Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.
مشاركة :