Bu makalede, sadece birkaç önemli noktayla, seçilmiş ABD Başkanı Joe Bidenın göreve geldikten sonra Ortadoğuda benimsemesi muhtemel politikasını özetlemeye çalışacağım. Onun yönetimi altında ABDnin dış politikasının Trump dönemindeki kadar kişiselleştirilmiş olmayacağı varsayılabilir. Çok daha kurumsal, hatta bazı yönlerden daha pragmatik olacak. İnsan hakları söylemleriyle renklendirilen mesajlar ve ideolojik dikteler eksik olmayacak olsa da, siyaset alanında son derece profesyonel kişilerden ve uzmanlardan oluşan bir ekibin değerlendirmelerine dayanacak. Doğal olarak bu, Beyaz Saray’ın yeni efendisinin ekibinin Ortadoğu bölgesine ilişkin politikası için de tam anlamıyla geçerli. Moskova, genel olarak ABD’nin Ortadoğuda yaptıklarını eleştiriyor ve Sergey Lavrovın deyimiyle orada "zücaciye dükkanındaki bir fil gibi" davrandığını düşünüyor. Ancak derecelendirmeler belirsizliğini koruyor. Ulusal Araştırma Üniversitesi Ekonomi Yüksekokulu’ndan Profesör Fyodor Lukyanovun belirttiği gibi, Trump’ın "ABDnin on yıllardır ve belki de Ronald Reagan döneminden beri en barışçıl başkanı" olduğu da bir gerçek. Peki bu tanım ne kadar doğru? Gerçek şu ki, Trump görevde olduğu sürece hiçbir savaş başlatmadı. Ülkesinin düşmanlarına ve rakiplerine (kimi zaman kendisinin uygun gördüğü gibi davranmaya başlayana kadar dost ve müttefiklere) karşı mali ve ekonomik yöntemler kullanmayı tercih etti. Gümrük tarifeleri ve yaptırımlar cephaneliğinde önemli bir yer işgal etti. Dahası, Ortadoğudaki bazı ülkelerde Amerikan güçlerinin askeri varlığını azaltmak, hatta çekmek yönünde zaman zaman dile getirilen talep ve vaatleri pratik olarak tamamen yerine getiremese de, oğul Bush dönemindeki “sınırsız müdahaleler” bir yana, Trump’ın hiçbir askeri müdahalede bulunmadığına da tanıklık edebiliriz. Bugün, Rus uzmanlar arasında (ve bir dereceye kadar uluslararası uzmanlar arasında da), iç politika konularının, yeni başkanının öncelikleri arasında ilk sırada yer alacağı ve dış politika konularının ikinci sıraya gerileyeceği görüşü yaygın. Öte yandan Ortadoğu, dış politika ekibi için bile, öncelikli ve ilk sırada olmayacak. Zira bir yanda Çin ve Rusyayı kontrol altına alma, diğer yanda transatlantik birliği yeniden kurma meselesi var, ki Biden kesinlikle bunları temel görevleri ve öncelikleri arasında görüyor. Ortadoğu’ya gelince, Washington’un önceliklerinin ilk sıralarını 3 Arap olmayan ülke işgal edecek; İran, Türkiye ve İsrail. Bunlardan ilki, ABD’de düşman ve tehdit kaynağı olarak görülmeye devam edilecek, dolayısıyla kontrol altında tutulması gerektiği düşüncesi de ABD’nin ona yönelik politikalarına hakim olmayı sürdürecek. Ancak bu politikalar Trump döneminde olduğu kadar sert olmayacak. Bu bağlamda, her ne kadar tarafların tutumlarından da açıkça görüldüğü gibi, anlaşmadan çekilmeden önceki dönemdeki statükoya otomatik olarak geri dönüş olmayacaksa da, Trumpın nükleer anlaşmadan çekilme kararının yeniden değerlendirilmesi olasılığı oldukça gerçekçi görünüyor. Dost ve formalitede ABD’nin müttefiki olan ikinci ülkeyi, yani Türkiye’yi, kimileri Washington’un müttefiki kimileri de Ortadoğu’daki gerçek düşmanı olarak görüyor. ABD’nin Türkiye ile müzakerelerde bulunması gerekecek. Sonuncusu olan İsrail, ABD’nin yakın dostu ve stratejik ortağı. Gelgelelim, ABD ile İsrail arasındaki ilişkiler geleneksel doğasını korusa da, bu müttefike, özellikle de iç siyasi gerilimler gölgesinde şahsen kendini güvende hissetmeyen ve yeni ABD Başkanın da tüm eylemlerini kayıtsız şartsız kabul etmesi pek olası olmayan Netanyahu’ya, hiçbir eleştiri yöneltmeme döneminin sona erdiğini güvenle tahmin edebiliriz. Demokrat Parti ile tüm Biden seçmenleri arasındaki insan haklarını koruma ve demokrasiyi yayma eğiliminin, seçilmiş ABD Başkanı’nı bu müttefike bir dizi ciddi eleştiriler yöneltmeye sevk edeceğine şüphe yok. Her halükarda, bu üç ülke Amerikan yönetiminin Ortadoğu gündemine önemli ölçüde hakim olacak. Bunlardan sonra Arap Körfez ülkeleri, Mısır ve Irak geliyor. Demokratlar ile muhafazakarlar arasında özellikle Suriye’ye yönelik Amerikan politikasında büyük bir değişiklik beklenmediği konusunda gerçek bir fikir birliği olduğundan, şimdilik Suriye’yi bir kenara bırakıyoruz. Ne yazık ki Trump, Ortadoğudaki çatışmayı, özellikle de Filistin meselesini marjinalleştirmede son derece başarılı oldu. Peki, Biden bu durumu değiştirecek mi? Değiştirecekse bunu nasıl yapacak? ABD’nin Rusya’nın sürekli talep ettiği gibi Ortadoğu Dörtlüsü mekanizmasını yeniden aktif etmeye yönelip yönelmeyeceği, bu Dörtlünün çalışmalarına Arap ülkelerinin de katılma olasılığı ile ilgili olarak seçilmiş ABD Başkanı’nın tutumunun ne olacağı bilinmiyor. Moskova bu fikri her zaman destekledi ve Arap Birliğine katılım çağrısı yaptı. Bu bağlamda, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrovun BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed ile görüşmesinin ardından, Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’dan oluşan yeni Arap Dörtlüsü’nün rolü hakkında olumlu konuştuğunu belirtmek önemlidir. Arap Dörtlüsü ile Uluslararası Dörtlü, doğrudan İsrail-Filistin müzakerelerinin yeniden başlaması için gerekli şartlar üzerinde bir uzlaşıya varılması için çabalarını birleştirebilirler. Bu sürecin ilerlemesi için Rusya ile ABD, bu alandaki yakın iş birliklerine geri dönmeli. Peki yeni ABD Başkanı buna hazır mı? (Bilhassa Rusyayı ABDnin ana rakibi olarak gördüğü düşünüldüğünde). Müzakereler elbette iyi bir şey, ancak selefleri gibi etkisiz kalma, gerçek hayatta işgalin devamına ve İsrailin toprak ilhakına katkıda bulunma, Filistinlilerin haklarını savunmama ihtimalleri de yok mudur? Yeni yönetimin, en azından, Trumpın bu alanda benimsediği zararlı politikaların etkisini azaltmak için herhangi bir adım atma olasılığına gelince, bu konuda bazı Batılı düşünce kuruluşları tarafından dillendirilen ilginç fikirlere yer vermek istiyorum. Uluslararası Kriz Grubu ile ABD ve Ortadoğu Projesi 15 Aralık 2020de yaptıkları ortak bir açıklamada, özellikle yeni ABD liderliğine şu çağrıyı yaptılar; Trump’ın Ocak 2020’de açıkladığı planını kayıtsız şartsız reddetmek. Doğu Kudüs dahil İsrail’in hiçbir toprak ilhakı girişimini tanımamak. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile iş birliğine geri dönmek. İsraildeki ABD Büyükelçiliğinden ayrı olarak Doğu Kudüsteki ABD Konsolosluğunu yeniden açmak. Gazze’ye uygulanan ambargoyu sona erdirme çabalarını yoğunlaştırmak. İsrail ile kabul edilebilir yerleşim yerleri genişlemesi adı verilen öneriyi müzakere etmeyi reddetmek. Filistin Otoritesi’nde reform yapılmasını teşvik etmek. Rusya, uluslararası meşruiyet ve BM Güvenlik Konseyi kararlarının rehberliğinde Ortadoğuda uzlaşıya yönelik politikalarını sürdürüyor. Ayrıca Filistinlilerin saflarını toparlamalarına ve yeniden birleşmelerine yardımcı olmak için de çaba gösteriyor. Ne var ki, gittikçe daha fazla politikacı ve uzman, Trump’ın planının, sorunu iki devletli bir çözüm temelinde çözme umutlarını yok ettiğini, sahadaki gerçekler göz önüne alındığında, 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulmasının artık mümkün olmadığını ifade ediyor. Şimdi tartışma tek devletli model üzerinden devam ediyor, ancak hiçbir müzakerecinin İsraili bu fikri kabul etmeye zorlayamayacağı aşikar. Öyleyse, ne yapılabilir? Yaratıcı fikirlere sahip birkaç Arap uzman, iki devlet yoksa tek devlet mi olacağı konusundaki beyhude tartışmaları bir kenara bırakıp, bunun yerine Filistinlilerin Arap dünyası ve ötesindeki destekçileriyle, kendi kaderini tayin etme hakkı dahil eşit haklar elde etmek için direnme meselesi etrafında birleşmeleri çağrısı yapıyorlar. Bu tarafların demokrasi için mücadele etmeleri halinde Atlantik’in diğer tarafının desteğini alma şanslarının daha yüksek olacağını düşünüyorlar. Her halükarda, İsrail ve uluslararası toplumun tamamı, 7,4 milyon Filistinlinin ulusal haklarını korumak, çatışmayı hem Yahudi hem de Filistinde yaşayan Arapların yararına olacak biçimde çözmek zorunda.
مشاركة :