Deneyimli bir ABD’li analist, 15 Şubatta Erbile yapılan füze saldırısını Başkan Joe Biden yönetiminin güvenilirliğine yönelik ilk test olarak nitelendirdi. Michael Knights ve diğer bazı ABD’li analistler, saldırının arkasında İran yanlısı Iraklı milislerin olduğu konusunda hemfikirler. Bu nedenle bazıları Biden yönetimine, Iraklı milisler ABD güçlerine yönelik saldırılarını durdurana kadar İran hükümetiyle nükleer programı hakkında görüşmeyi reddetmesi çağrısı yaptı. Ancak bunun yerine Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü 18 Şubatta, Avrupa’nın İran dahil 2015 nükleer anlaşmasına taraf tüm ülkelerin temsilcilerini bir araya getirecek toplantıya katılması için yaptığı daveti ülkesinin kabul edeceğini duyurdu. Aynı zamanda Biden’ın ekibi, Başkan Trump yönetiminin New Yorktaki BM’de görevli İranlı diplomatlara getirdiği seyahat kısıtlamalarını kaldırdı. Buna ilaveten Washington, Trump döneminde başlayan İran’a yönelik tüm BM yaptırımlarının yeniden uygulanmasını amaçlayan çabalarını askıya alacağını da duyurdu. Bu noktada, Rusya, Çin ve Avrupalıların yaptırımların yeniden uygulanmasına ilişkin olarak geçtiğimiz sonbaharda ABD’nin eski dışişleri bakanı Mike Pompeo tarafından sunulan gerekçeleri zaten reddettiklerine dikkat çekmeliyiz. İranın ilk büyük adımı atması ve 2015 anlaşmasının öngördüğü gibi Washington yaptırımları kaldırmadan önce Tahran’ın nükleer ihlallerini durdurması gerektiği konusundaki ısrarını sürdürmesine rağmen Biden yönetiminin bu iki adımı, Tahrana gönderilen iki küçük sinyal olarak görülüyor. Bu durumda akla şu soru geliyor: Biden neden Erbil olayından sonra güçlü bir mesaj göndermiyor ve şimdi İran yanlısı milislere karşı daha güçlü bir duruş sergilemiyor? Bunun arkasında iki ana sebep yer alıyor. Birincisi, Trump yönetiminin aksine Biden’ın ekibi Iraklıların kendilerini İran ile ABD arasında bir savaşın ortasında bulmak istemediklerinin farkında. Irak Başbakanı Mustafa el Kazimi bunu birçok kez dile getirdi. Bağdat sokaklarında yapılan gösteriler de kendisini teyit etti. Şimdi, meselenin Iraktaki ABD askeri varlığıyla değil, devletin prestijini korumakla ilgili görünmesi için, Bağdattaki merkezi hükümetin kademeli olarak milisleri kontrol altına almaya çalışmasına izin vermenin daha iyi olduğunu anlayan bir ABD yönetimi görüyoruz. Irak’ın güneyinde kendilerine ve İranlılara karşı yapılan gösterilerin de gösterdiği gibi, milis grupların Iraktaki itibarlarını kademeli olarak yitirdikleri aşikar. Irak’ta atılan cesaret verici adımlar arasında 15 Şubatta hükümetin Bağdatta "Bedir Örgütü", "Hizbullah Tugayları" ve "Asaib Ehlil Hak" milsileri ile doğrudan bağlantılı bir "ölüm mangası" üyelerini tutuklaması da var. Milis sorununa uzun vadeli bir çözümün parçası olarak Washington ve NATO şimdi, Irak hükümetinin güvenlik güçlerini güçlendirmesine ve Irak devletinin prestijini geri kazanmasına yardımcı olmaya odaklanmalı. Bidenın İran ile nükleer programı konusunda diyalogu şimdi kabul etmesinin ikinci nedeni, Iraktaki İran yanlısı milislerin nükleer tehdidinden ayrı olarak İrandan kaynaklanan daha büyük bir bölgesel tehdidin parçası olmaları. Iraklılar kendi topraklarındaki milis sorununu çözmeliler, ancak Suriyede de Iraklı milisler olduğu gibi, Lübnan, Suriye ve Yemende de haliyle İran ile bağlantılı milisler var. ABD, bu milislerin Ortadoğuya yayılması konusunu İran ile tek başına müzakere edemez. Bu durumda, İranın bölgesel tehdidiyle ilgili tartışmalara kimler katılmalı? Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan 3 Ocakta CNNe verdiği demeçte, İran ile nükleer programını müzakere eden 5 + 1 grubunun ötesine geçen yeni ve geniş bir diyalog kanalı açılması gerektiğini belirtti. Burada Biden yönetiminin Körfez ülkelerini İran ile bir diyalog kanalı açmaya teşvik ettiğini belirtmekte fayda var. Gelgelelim İran ile Körfez ülkeleri arasında diyalog kanalının açılması yalnızca bir başlangıçtır. Çünkü Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri Suriye, Lübnan ve Irak konusunda İran ile tek başlarına müzakere edemezler. Bu tartışmaların nihai çerçevesinin neye benzemesi gerektiğini bilmiyorum ama bence Irak ve Suriye hükümetleri, İsrail ve muhtemelen Türkiye ile diğer ülkeleri de kapsamalı. Çerçevenin birçok bölüm içereceğine ve yavaş yavaş aşamalar halinde ilerleyeceğine inanıyorum. Ancak Bidenın ekibi, son 4 yıl içinde maksimum baskı politikasının İranın nükleer programını durdurmayacağı gibi müzakerelerin başlamasını beklemenin de bir bedeli olduğunun farkına vardı. Yaledeki derslerimde öğrencilerime, gerek ABD gerekse Sovyetler Birliği’nde bir nükleer füze sınıfını tamamen ortadan kaldıran 1987 Nükleer Silah Anlaşması’ndan da bahsederim. Söz konusu dönemde başkan Ronald Reagan, Sovyet rejimine karşı güçlü bir nefret duyuyor ve onun uluslararası etkisini azaltmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Nitekim Başkan Reaganın Sovyetler Birliği’ne karşı politikalarında yumuşak olduğunu düşünen bir tarihçi yoktur. Buna rağmen Reagan, ülkesinin menfaatinin her iki taraftaki nükleer cephaneliği sınırlandırmak için Moskova ile bir anlaşma imzalamakta yattığını çok iyi anladı ve bu nedenle onunla müzakereler yürüttü. Diğer yandan Trumpın İrana yönelik politikalarının sonuçları önümüzde. Biden’ın ekibi, Reagan deneyiminden bir yandan İranın etkisini kontrol altına almak, dikkatli bir şekilde bölgesel bir diyalog inşa etmek için ortaklarla birlikte çalışırken, diğer yandan İran ile müzakere etmesi gerektiğini öğrenebilir.
مشاركة :