Çin’in ekonomik emperyalizminin kazanımları ve başarısızlıkları

  • 7/14/2021
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Audrye Wong Sık sık Çinin ekonomi diplomasisinde (economic statecraft) ustalaştığı dile getiriliyor. Gözlemciler düzenli olarak, Çin’in giderek artan ekonomik ağırlığını kullanarak sempati ve nüfuz satın almayı başarmasından duydukları endişeyi dile getiriyorlar. Pekin, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını başlarında diğer ülkelere maske ve şimdi de aşı bağışlayarak destek kazanmak için imalat tedarik zincirlerindeki hakimiyetini kullanıyor. Rekabeti Çinli şirketler lehine çevirmek için uzun süredir haksız devlet sübvansiyonlarına başvuruyor. Pekin ayrıca silah sektörü gibi genişleyen ticari ilişkilerini de bu amaçla kullanmaya çalıştı. 2013 yılında dünyanın en büyük tüccarı olarak ABDyi geride bırakan Çin, bugün yaklaşık 35 ülkenin ana ithalat kaynağı ve 25 ülkenin ihracatta ilk destinasyonu haline geldi. Çin Komünist Partisi rejimi, bu doğrultuda kendi tüketici pazarına erişime izin vermekten ve diğer hükümetlere ve şirketlere kendi isteklerine uymaları için baskı yapmaktan da çekinmedi. Örneğin 2019 yılında İsveçli bir edebiyat derneğinin Çinde gözaltına alınan Çin doğumlu bir yazara ödül vermesinin ardından Çin ticari heyeti İsveç ziyaretini iptal etti. Pekin, ertesi yıl ise Avustralya’nın Kovid-19 salgınının kaynağına ilişkin bağımsız bir soruşturma başlatılması çağrısına, bir dizi Avustralya ürününe vergiler uygulayarak misillemede bulundu. Çin, ekonomik gücünü diğer ülkelere baskı yapma aracı olarak kullanmaya daha fazla yönelirken pek çok kişi bu manevraların gelecekte olacakların sadece görünen kısmı olmasından korkuyor. ABD’li yetkililer, Kuşak-Yol Projesi’ne (BRI) atıfta bulunarak, Çin’i “borç tuzağı diplomasisi” yürütmekle suçluyorlar. ABD’li yetkililer Çin’in, borç alan ülkelere büyük krediler sağlayıp ardından temerrüde düştüklerinde onlardan stratejik tavizler istediğini öne sürüyorlar. Aynı yetkililerin çoğu, Çin’in ekonomik araçlarını daha da işlevselleştirirken, ABDnin ekonomik gücü nasıl stratejik kazanımlara dönüştüreceğini unutarak ekonomik araçlarının gevşemesine izin verdiğini düşünüyorlar. Çin, imajını ve kendisine benzeyen diğer ülkeleri yeniden şekillendirmeye çalışmaktan çok kendi çıkarlarını korumakla meşgul olmaya devam ediyor. Buna karşın daha yakından bakıldığında, Çinin sicilinin genellikle inanıldığından çok daha az etkileyici olduğu ortaya çıkıyor. Öte yandan Çin’in ekonomi diplomasisini yürütme girişimleri direnişle karşılaştı. BRI’dan yatırım alan 60 ülkeden ve hatta Çin’in en çok yatırım yaptığı ülkelerden birçok yetkili, kalitesiz inşaat, şişirilmiş maliyetler ve çevresel bozulmadan şikayetçi. Ancak Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, “yüksek kaliteli” ve “uygun fiyatlı” projelerin önemini vurgulamak için elinden geleni yaptığından Pekin, savunmacı bir duruş sergilemek zorunda kaldı. Bir yandan da birkaç ülke Çin pazarına karşılıklı erişim talep ederken, diğerleri Çin girişimlerinden tamamen çekildiler ve şimdi başka yerlerde finansman arıyorlar. Çin, varlığını ekonomik olarak sınırlarının çok ötesine genişletmeyi başardı, ancak şimdiye kadar bunu uzun vadeli stratejik nüfuza dönüştürmekte başarısız oldu. Ancak Çin ekonomisi güçlü bir cazibeye sahip olmaya devam ediyor. Diğer yandan bu Pekin’in keşfetmeye başladığı gibi, diğer ülkelerin siyasi eksenlerini değiştirdiği anlamına gelmiyor. Peki, Çin ne istiyor? Son yıllarda, Çinin küresel ekonomik ayak izi katlanarak büyüdü. Çin’in dünya ticaretindeki payı 1995 yılında yüzde 3’ken, 2018 yılında muazzam ekonomik büyüme sayesinde yüzde 12ye ulaştı. Bu herhangi bir ülkenin dünya ticaretinde sahip olduğu en büyük paydır. Çin, 2020 yılında kısmen pandemi nedeniyle Avrupa Birliğinin (AB) en büyük ticaret ortağı olarak ABDyi yerinden etti. Bu arada Çinli şirketler ve bankalar, Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine para akıtırken, Çin, gelişmekte olan ülkelerde de hızla yatırımlarda bulundu. Pekin ayrıca küresel ekonomik yönetimde aktif bir liderlik rolü oynadı. 2008 yılında patlak veren küresel mali krizi iyi bir şekilde atlatarak kendine olan güveni arttı. 2014 yılında, başlangıç ​​sermayesi 100 milyar dolar olan çok taraflı bir kalkınma bankası olan Asya Altyapı Yatırım Bankasını (AIIB) tanıttı. O zamandan beri, Washington’ın itirazlarına rağmen, çoğu ABDnin geleneksel ortakları ve müttefikleri olan 100den fazla ülkeyi kapsayacak şekilde büyüdü. Peki, Çin tüm bu yeni ekonomik güçle ne yapmak istiyor? Çin siyasi sisteminin muğlâklığı, pek çok kişinin Pekin’in davranışını tutarlı bir büyük strateji izleyen merkezi bir karar alma süreciyle ilişkilendirmesine yol açıyor. Gerçekten de, Çin politikaları genellikle Çinin yerel yönetimleri, üst düzey bürokrasileri, devlete ait işletmeler ve özel şirketler dahil olmak üzere bir dizi aktör arasındaki rekabet ve pazarlığın ürünüdür. Örneğin BRI’yı ele alalım. Girişim, belirsiz ve tutarsız bir plan olarak başladı. Sonra kendi çıkarlarına hizmet etmeye çalışan hükümet yetkilileri ve fırsatçı şirketler tarafından çekiştirilen bağımsız bir varlık haline geldi. Bu nedenle BRI’daki bir dizi temel proje, büyük stratejik planlardan ziyade bireysel aktörlerin seçimlerine göre şekillendi. Çin’in baltalama politikası, şeffaflık ve denetimi üst seviyede tutan ülkelerde işe yaramadı. Benzer şekilde, Çin’in eylemlerini, otokratik siyasi sistemini ve ekonomi diplomasisini ihraç etme istediği olarak görmek de yanlış olur. Başkan Şi’nin yurtiçinde giderek daha baskıcı, yurtdışında ise daha iddialı olduğu doğrudur. Ancak Çin, uluslararası sistemi kendi önceliklerini yansıtacak şekilde yeniden şekillendirmeye çalışsa da, imajı ve kendisine benzeyen diğer ülkeleri yeniden şekillendirmeye çalışmaktan çok kendi çıkarlarını korumakla meşgul. Bu da tüm sistemi devirmeye çalışmaktan çok uzak bir tablo çiziyor. Dolayısıyla Çin’in yürüttüğü ekonomi diplomasisi, gerçekten büyük stratejik planlar veya otoriter güdüler tarafından değil, daha pratik ve acil olan istikrar ve hayatta kalma güdüleriyle motive ediliyor. Çin Komünist Partisi (ÇKP), bu bağlamda öncelikle yönetiminin meşruiyetini korumayı hedefliyor. Bu nedenle Çin, acil yangınları söndürmek ve ÇKP’nin hem yurtiçinde hem de uluslararası alanda imajını korumak için genellikle ekonomi diplomasisini kullanıyor. Çin, eleştiriye son vermek ve politikalarını destekleyenleri ödüllendirmek istiyor. Bu durum özellikle (Tayvan, Tibet, Doğu Çin Denizi ve Güney Çin Denizinde olduğu gibi) ulusal egemenlik, toprak bütünlüğü ve (Sincan Özerk Bölgesi’ndeki Uygur Türklerine yönelik tutumuna ve Kovid-19 pandemisini ele alış biçimine benzer) yerel yönetim ile ilgili konular için geçerli. Pekin, ekonomik gücünü jeopolitik nüfuza dönüştürme çabalarında çeşitli yaklaşımlar benimsiyor. Çin, cezalandırmak istediği ülkelere ticari kısıtlamalar getirmek için sık sık iç pazarının büyüklüğünden yararlandı. Bunu da ekonomisine yönelik zararı en aza indirecek işe yarar yollarla yaptı. Örneğin, Çin hükümeti, muhalif insan hakları ve demokrasi aktivisti Liu Xiaobo’ya Nobel Barış Ödülü verildikten sonra Norveç somonu ihracatına yaptırımlar uyguladı. Güney Çin Denizinde artan gerilimin ardından ise Filipinler’den muz ithal edilmesini yasakladı. Her iki olayda da eylemlerini gıda güvenliğine bağlayarak savundu. Ağırlığını boykotları teşvik etmek için de kullandı. Mesela Seulü ABD liderliğindeki bir füze savunma sistemini kullanmaktan caydırmak için Çinli tüketicileri Güney Koreli mağazalar zincirine boykota çağırdı. Çin hükümeti ve Çinli şirketler, ülkelerinin en iyi yabancı yatırımcı ve teknoloji üreticisi konumundan yararlanarak, özellikle beşinci nesil (5G) haberleşme ve yapay zeka gibi bazıları ulusal güvenliği olumsuz etkileyen yeni teknolojiler alanında uluslararası standart belirleme kuruluşlarında aktif roller oynayıp Çin ürünlerinin ihracatını teşvik etmiştir. Ancak Çin’in ekonomi diplomasisinin belki de en çarpıcı özelliği, olumlu teşvikleri kullanmasıdır. Bu teşvikler, Pekinin yasadışı anlaşmalar ve bilinen kurallara göre teşvikler yoluyla siyasi liderleri satın aldığı masa altı teşvikleri olarak ikiye ayrılıyor. Yabancı çıkarları önemseyen lobileri güçlendiriyor. Onlar da Çin ile daha yakın ilişkiler kurulması için kendi hükümetlerine baskı yapıyorlar. Pekin’in dünya ticaretindeki hukuksuz yöntemleri Çin, siyasi yöntemleri ve kurumları aşan yasadışı ve şeffaf olmayan yollarla ekonomik teşviklerde bulunuyor. Çinli şirketler yurtdışında giderek daha fazla yatırım yaparken, ister kamu ister özel olsun bu şirketler, bazen Çinli yetkililerin üstü kapalı onayıyla bürokratik işlemlerini kolaylaştırmak için yatırım veya yardım projeleri alan ülkelerdeki seçkinlere rüşvet ve komisyon teklif ediyorlar. Çinli şirketler, sözleşmeleri garantilemek amacıyla çoğu zaman şişirilmiş maliyetlerle hem Çinli aktörler hem de yerel seçkinlere ek karlar yaratarak, rekabetçi ihale ve düzenleyicilerin onay sürecini atlattılar. Ben bu tür teşvikleri ‘yıkıcı havuçlar’ olarak adlandırıyorum. Çünkü kullanımları birçok yönden Çinin yerel ekonomisinin doğasını yansıtıyor. Çin’de şirketler, resmi makamlarla olan ilişkilerine güvenirler. Bunun yanı sıra yolsuzluk ve yabancı yatırım ve dış yardımı düzenleyen mevzuat eksikliği de oldukça yaygındır. Araştırmam, bu yöntemin, kamuya hesap verme sorumluluğunun az olduğu, yani siyasi liderlerin kamuoyundan ve hukukun üstünlüğünden korkmamaları için bilgi akışının kısıtlandığı ülkelerde en iyi şekilde çalıştığını gösteriyor. Çin’in Güneydoğu Asya’daki yıkıcı havuçları Kamboçya buna iyi bir örnek. Kamboçya Başbakanı Hun Sen ve ailesi uzun süredir orduyu, polisi ve ekonominin büyük bir bölümünü kontrol ediyor. Hükümet ayrıca medya platformlarını da kontrol ediyor. Gazeteciler, aktivistler ve muhalif politikacılar genellikle yıldırma ve şiddet yoluyla susturuluyorlar. Çin’in Kamboçyadaki yardım ve yatırım projelerinin ayrıntıları belirsiz olsa da alınan bilgiler Çin’in nüfuzu nedeniyle ciddi şekilde yozlaşmış bir hükümetin varlığına işaret ediyor. Seçkinler zenginleşirken yoksulların topraklarından çıkarılması ve çevrenin bozması, Çin tarafından finanse edilen projelerin tipi bir özelliğidir. Kamboçyalı seçkinler, Çin tarafından finanse edilen projeleri ceplerini doldurmak için kullanırken, inşaatlar çevreyi tahrip ediyor, bölge sakinleri evlerini terk etmeye zorlanıyorlar. Pekin, seçkinlerin ceplerini doldurma hırslarından faydalanıyor. Ancak inşaat alanı, bölgenin çekebileceği turist sayısı için oldukça büyük görünürken havaalanı ve liman, sanki Çin’in askeri kullanımı için iyi tasarlanmış gibi bir izlenim bırakıyor. Bu cömertlik, Çinin, özellikle Güney Çin Denizi’yle ilgili iddiaları çerçevesinde Kamboçya’yı kendi tarafına çekmek için satın almasını sağladı. Güneydoğu Asya Uluslar Birliği’nin (ASEAN) 2012 yılında düzenlenen zirvesinde Kamboçya, Güney Çin Denizi anlaşmazlıkları konusundaki tartışmaları engellemek için ASEAN dönem başkanlığı konumunu kullandı. ASEAN, tarihinde ilk kez örgüt ortak bir bildiri yayınlayamadı. Bir noktada konuyu gündeme getirmeye çalışan ASEAN üyelerinin sözleri Kamboçya Dışişleri Bakanı tarafından kesildi. Zirvede üyeler sadece basit bir açıklama yapmayı önerdiklerinde ise salondan çıktı. Bölgede görüştüğüm hükümet yetkilileri, Kamboçya’nın zirvedeki davranışını, Pekine Kamboçya hükümetine verdiği desteğin bedelinin ödediği bir “doğrudan nakit anlaşmasının” sonucu olarak nitelediler. Çinli üst düzey yetkililer ASEAN zirvesinden aylar önce başkent Phnom Penhi ziyaret ederek altyapı ve kalkınma projeleri için yüz milyonlarca dolar değerinde hibe ve ek krediler sağladılar. ASEAN o zamandan beri daha bölünmüş ve tutarsız hale geldiğinden, Pekinin Güney Çin Deniziyle ilgili tutumunu söylem ve askeri olarak pekiştirmesine izin verdiğinden bu yatırım, harika bir sonuç verdi. Doğu Avrupa’daki kirli ittifak Benzer bir durum, Macaristan ve Sırbistandaki giderek liberallikten uzaklaşan hükümetlerin Çin’in dış politikasını savunmak karşılığında yardım kabul ettiği Doğu Avrupada ortaya çıkıyor. Örneğin, iki ülke arasındaki yüksek hızlı tren projesi, artan maliyetlere ve ekonomik uygulanabilirliği hakkında artan şüphelere rağmen hala gizli tutuluyor. Projenin bir kısmı, daha önce Dünya Bankası tarafından usulsüzlükler nedeniyle kara listeye alınmış olan Çinli bir kamu şirketi tarafından inşa edilirken, bir diğeri de Macaristan Başbakanı’nın adı yolsuzluğa karışmış iş ortağı tarafından inşa ediliyor. Bunun karşılığında Macaristan ve Sırbistan, Çine karşı uysal davranırken Macaristan, Pekinin Güney Çin Denizindeki tutumunu destekleyen resmi açıklamalar yayınladı. Sırbistan Cumhurbaşkanı ise Kovid-19 salgınının başlarında Pekinden aldığı tıbbi malzemeler için Çin bayrağını öperek minnettarlığını ifade ederken Çinin Hong Kongdaki baskıcı Ulusal Güvenlik Yasası’na olan desteğini dile getirdi. Çin, AB’deki kamuoyu açıklamaları ve vetolarıyla birlikte Avrupa’daki en zayıf meyveleri bu şekilde topladı. Ancak bölgedeki hiçbir ülke dış politikasının yönünü kökten değiştirmedi. Yine de Pekin, uluslararası eleştirileri yumuşatmayı ve Avrupa ülkelerinin birleştiği konularda kamuoyu karşısında utanç verici bölünmeler yaratmayı başardı. Filipinler kamuoyu Çin etkisini nasıl kırdı? Çinin baltalama politikası, şeffaflığın ve denetimin fazla olduğu ülkelerde işe yaramadı. Filipinler örneğini ele alalım. Filipinler’in eski Devlet Başkanı Gloria Macapagal-Arroyo’nun (2001- 2010) yönetimi sırasında ülke, yaygın olan yolsuzluk vakalarına rağmen canlı bir medya sektörü ve rekabetçi bir siyasi sisteme sahipti. Arroyo döneminde Çin, Filipinler’de 1,6 milyar dolar değerinde demiryollarını ve telekomünikasyon altyapısını finanse ve inşa etmeyi kabul etti. Mil başına düşen maliyetle ölçülen dünyanın en pahalı demiryolu olma yolunda ilerleyen “Kuzey Demiryolu” adlı proje gibi bir dizi proje ihalesiz ve fahiş fiyatlarla sözleşmeli olarak dağıtıldı. Çin devletine ait ZTE şirketi tarafından kurulacak ulusal geniş bant internet ağının maliyeti, Filipinler Seçim Komisyonu Başkanı ve başkanın kocası da dahil olmak üzere önemli siyasi aktörlere verilen rüşvetler nedeniyle yaklaşık 130 milyon dolar artarak 329 milyon dolara yükseldi. Çin, 2005 yılında Filipinler Ulusal Petrol Şirketi, Çinin denizcilik iddialarına meşruiyet kazandıran denizaltı kaynaklarının araştırılması konusunda bir anlaşma imzaladı. Anlaşmanın zamanlaması Çin için oldukça uygun görünüyor. Ancak basın tüm bu aşırılıkları ortaya çıkardı ve halk tüm bu olanlara tepki gösterdi. 2007 ve 2008 yıllarında Filipinler Senatosu, kamuya açık 13 oturum düzenledi. Oturumlar, Filipinli politikacıları ve Çinli şirketleri yolsuzluklarından sorumlu tutan uzun ve sert ifadelerin yer aldığı bir raporun yayınlanmasıyla sonuçlandı. Bu arada bazı siyasetçiler, aktivistler ve sivil toplum kuruluşları başkent Manila ve diğer şehirlerde hükümet karşıtı gösteriler düzenlediler. Hükümet ise Çin tarafından finanse edilen bir dizi projeyi askıya aldı ve ardından gözden geçirdi. Söz konusu seçkinlerin bir kısmı suçlanarak haklarında soruşturma başlatıldı. Çin’in Filipinler’deki faaliyetlerini bir başarı olarak tanımlamak güç. Benigno Aquino III, 2010 yılında seçim kampanyası sırasında tanıttığı yolsuzlukla mücadele programı sayesinde cumhurbaşkanı seçildi ve Pekin ile ilişkileri konusunda selefinden daha şüpheci olduğunu kanıtladı. Filipinler’in mevcut Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, Çin’in yatırımlarını Filipinler’e çekme konusunda daha istekli olsa da daha fazla şeffaflık için baskı yapan milletvekilleri ve daha katı prosedürler uygulayan devlet kurumları nedeniyle bu konuda kısmen kısıtlanıyor. Son tahlilde Filipinler’in Çin için en önemli konu olan Güney Çin Denizi konusundaki politikası değişmedi. Çin, büyüyen ekonomik nüfuzunu yeni bir jeopolitik gerçekliğe dönüştürme olasılığına sırtını yaslayamaz Bu tür yansımalar oldukça yaygın bir hale geliyor. Pekin, örneğin Avustralyada politikacıları ve diğer etkili kişileri, Güney Çin Denizi ve insan hakları konusundaki tutumlarını desteklemeye ikna etmek amacıyla Çinli işadamlarını vekil olarak kullanarak seçim kampanyalarına katkıda bulundu ve akademik kurumları finanse etti. Ancak buna hızla tepki verildi ve Çinden para aldığı iddia edilen ve Çinin tutumunu savunduğu düşünülen önde gelen Avustralyalı bir politikacı 2017 yılında istifaya zorlandı. Ertesi yıl, Avustralya Parlamentosu ülkenin yabancı siyasi müdahaleye ilişkin yasalarını sıkılaştırdı. 2015 yılında, Sri Lanka Cumhurbaşkanı milyarlarca dolar değerindeki Çin altyapı projeleri için yolsuzluğa yeşil ışık yakması nedeniyle görevden alındı. Aynı şey, üç yıl sonra Maldivler Devlet Başkanı’nın başına da geldi. Malezya da Çin’e direniyor Benzer bir durum, 2018 yılında Malezyada da meydana geldi. Dönemin Başbakanı Necip Rezak, bir kısmı Çin tarafından finanse edilen yatırımlarla bağlantılı olarak borçların karşılanması için sözleşme maliyetlerinin şişirilmesiyle Malezya Kamu Kalkınma Fonu’nun (1MDB) kötü yönetimi nedeniyle yolsuzluk skandallarına karıştı. Sonuç olarak, seçmenler o yıl yapılan seçimlerde Rezak’ın partisini ezici bir yenilgiye uğratarak onu görevden ayrılmaya zorladı. Malezya muhalefeti, 61 yıl önce ülkenin bağımsızlığını kazanmasından bu yana tarihindeki ilk zaferini kazandı. Rezak’ın ardından göreve gelen Mahathir Muhammed, derhal bir dizi projeyi durdurdu. Daha sonra 12 yıl hapis cezasına çarptırılan Rezak’ın aksine, Pekinin Güney Çin Denizindeki eylemlerine karşı sesini yükselterek Çin ile kararlaştırılan büyük bir demiryolu projesini yeniden müzakere etti. Böylece, Çinin yıkıcı devlet yönetimi, sorumlu siyasi sistemlerin sığ sularında bir kez daha tökezledi. Çin, neden müttefik kazanmakta ve jeopolitiği etkilemekte başarısız oldu?

مشاركة :