Hindistan ve ekonomik hayal kırıklığı

  • 8/9/2021
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

1990lardan bu yana, ekonomi ile ilgili haberlerinin çoğunda doğudan gelen güçler, yani Çin ve Hindistan ön plana çıkarılıyor. Her iki ülke de başta doğal kaynaklar, nitelikli insan sermayesi ve hırslı bir yönetim olmak üzere ekonomik büyüme sağlayan çeşitli imtiyazlarla diğer ülkelerden ayrılıyor. Nitekim Çin, 2010 yılında Japonyanın yerini alarak dünyanın en büyük ikinci ekonomisi oldu. Ancak Hindistan bu sıraya yükselemedi. Bugün nüfus açısından dünyanın en büyük ikinci ülkesi olmasına -ki 2028 yılına kadar birinci olması bekleniyor- rağmen en büyük ekonomiler arasında altıncı sırada yer alıyor. Peki, Hindistanın 2000’lerin başında gelecek vaat eden ekonomisinden beklenen bu muydu? İlk olarak Hindistan’ın o zamanlardaki durumuna bakmalıyız. Hindistan, 2004 yılında ekonomik saadetinin doruk noktasındaydı. Nitekim Doğu Asya ülkeleri 1997 krizinden çıktıktan sonra zorluklar yaşarken Hindistan yaklaşık 130 milyar dolar ile en yüksek döviz rezervine sahipti. Bu Hindistan’ın bağımsızlığından bu yana tanık olduğu en yüksek seviyeydi. Ekonomistler, uygun politikalar izlerse Hindistanın 2025 yılına kadar dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olacağını düşünüyorlardı. 2007 yılında mali kriz dünyayı vurduğunda gelişmiş ülkelerin ekonomileri bundan etkilenirken yükselen birçok ülke bundan istifade etti. Bu ülkelerin arasında Hindistan da bulunuyordu. Nitekim Hindistan ekonomisi 2007-2012 yılları arasında yüzde 43 oranında büyüme kaydetti. Bu, oldukça yüksek bir orandı ve aynı dönem içerisinde ekonomisi yüzde 56 oranında büyüyen Çine nispeten de olsa yakındı (bu sırada gelişmiş ülkelerin büyüme oranı ise sadece yüzde 2’ydi!). Söz konusu dönemde Hindistan hükümeti, beş yıllık bir plan (2012-2017) hazırladığını duyurdu. Hindistan ekonomisinin yıllık büyüme oranının yüzde 9 ila 10 arasında olacağı tahmin ediliyordu ve bu Morgan Stanley Bankası tarafından da teyit edilmişti. O sırada uluslararası gazeteler, Hint yetkililerin İsviçre’nin Davos kasabasında her yıl düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu (WEF) gibi küresel forumlarda ülkelerinin ekonomik büyümesi ile övünerek “çalım sata sata yürüdüklerini” yazıyordu. Hatta bu övünmeleri öyle bir dereceye varmıştı ki içlerinden biri Hint ekonomisinin Hindistan uykusundayken büyüdüğünü söylemişti! Ne var ki Hint ekonomisi söylendiği gibi Hindistan uykudayken büyümedi. Aynı şekilde beklendiği gibi yüzde 9 barajını da aşamadı. Maksimum 2016 yılında yüzde 8,3’e çıktıysa da daha sonra 2019 yılında yüzde 4,2’ye düştü! Bu rakam gelişmiş ülkelere kıyasla yüksek olsa da Hindistan gibi ekonomik ivmesini korumayı ve vatandaşlarının yaşam standartlarını yükseltmeyi uman bir ülke için çok düşük bir rakam. Hindistan Brezilya, Rusya, Çin ve Güney Afrika’nın yer aldığı umut vaat eden gelişmekte olan ekonomileri kapsayan BRICS ülkelerinden biri olduktan sonra Endonezya ve Tayland gibi zayıf yükselen ekonomilerden birine dönüştü. Hindistan hükümetinin kamu borcunun hacmi, gayri safi milli hasılasının (GSMH) yaklaşık yüzde 70ine ulaştı. Hindistan, yabancı şirketlerin yatırımını büyük ölçüde azaltan yetersiz altyapı ve devlet finansmanının eksikliği gibi karşı karşıya olduğu sorunların birçoğunun üstesinden gelemedi. Aynı zamanda önceki hükümetlerin ekonomik ve stratejik vizyonlardaki sıkıntılarını da aşamadı. Hindistan özel sektörünün ise kendi sıkıntıları var. Nitekim özel sektörde finansal güç zayıf. Devlet borcunun çoğu yerel para birimi şeklinde. Bu da hükümete kur dalgalanmalarına karşı güvence veriyor ve nispeten de olsa rahat bir konumda olmasını sağlıyor. Ancak hükümetin yerel para birimi cinsinden borçlanması, özel sektörü etkileyerek projelerini finanse etmede hükümetle rekabet etmesine neden oldu. Hindistan bankalarının çoğu devlete ait olduğundan, özellere kredi vermektense devlete bağlı şirketlere kredi vermeyi tercih ediyorlar.        Bu yüzden hükümet borçlanmasının özel sektörü dışlaması (crowding-out), Hindistan özel sektörünü döviz olarak borçlanmaya itti. Bu da özel sektörü sürekli döviz dalgalanması riski ile karşı karşıya bırakmış oluyor. Hindistan’ın bugün, GSMH’sı kendisinin 5 katı olan Çinin onlarca yıl olmasa da uzun yıllar gerisinde olduğu görülüyor. Hindistan’ın Çin’e yetişmesi için uzun yıllar boyunca Pekin’in büyümesini geçmeli ya da Çin büyük bir ekonomik çöküş yaşamalı. Dolayısıyla Hindistanın yeni bir Çin olması en azından önümüzdeki 30 yıl için oldukça uzak bir ihtimal. Bununla birlikte Hindistan, Çinde olmayan özelliklere sahip. Örneğin şu an nüfusu giderek artıyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Çinin nüfusunu geçecek. Çindeki işçilerin ortalama yaşı 38 iken Hindistanda bu 28e düşüyor. Hindistanda işgücü her yıl yaklaşık 10 milyon artarken Çinde azalıyor. Hindistan (nüfus bakımından dünyanın en büyük demokrasisi), Çinin sahip olmadığı bir şeye daha sahip: Batının desteği. Nitekim Batı, Hindistan’ı Doğuda başarılı olması gereken bir demokrasi örneği olarak görüyor. Peki, Batı, Hindistanın yeniden ayağa kalkmasına yardım edecek mi?

مشاركة :