Önemli uluslararası olayların doğası şu veya bu şekilde doğrudan çatışmanın taraflarını ve genel olarak uluslararası siyaset sahnesini etkiliyor. Birinci Dünya Savaşı ve Versay Anlaşması 1919 yılında “Milletler Cemiyeti’nin” kurulması fikrini doğurmuş ve kuruluşun uluslararası barış ve güvenliği tesis etmede başarısız olmasından sonra daha iyi ve daha etkili bir örgütün kurulması gündeme gelmiştir. Bu fikir, üyeliği tüm ülkelere açık olan Birleşmiş Milletlerin kurulması ve dünya ülkelerinin egemenlikte eşit olduğu ilkesine dayanan, dünya ülkeleri için referans haline gelen ve küresel bir anayasa mesabesinde olan tüzüğünün yazılmasıydı. Birleşmiş Milletler San Francisco Konferansı’nın ‘barışçıl ülkeler arasında egemenlikte eşitliği’ benimseme kararı, İkinci Dünya Savaşından galip çıkan ülkelerin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde kendileri için birtakım yetkiler tahsis etmelerine engel olmadı. Uluslararası barış ve güvenliğin korunmasının ana aracı olan Güvenlik Konseyi, askeri ve maddi kapasitesiyle ve gücüyle kolektif güvenliği sağlamayı üstlenmiştir. Burada sorulması gereken soru şudur: Milletler Cemiyetinin ve ardından Birleşmiş Milletlerin kurulmasına yol açan iki dünya savaşının neticeleriyle Ukraynada devam eden savaş arasında karşılaştırma yapmak mümkün müdür? Yoksa aralarındaki temel ve derin farklılıklar nedeniyle -iki dünya savaşının boyutlarıyla bu savaşın kıyas edilemeyeceğinden ötürü- iki olay arasındaki bu yaklaşım abartılı ve yanlış mı olur? Ya da bu yaklaşım, büyük güçlerin Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler (BM) gibi yeni uluslararası örgütler kurmaya çalışmasını değil, daha çok mevcut uluslararası örgütlerde yapısal değişiklikler yapmayı ve geçmişte önerilen değişiklikleri kabul etmeyi mi amaçlıyor? Rusya-Ukrayna savaşının sonuçlarından biri NATO üyeliğinin genişlemesine yol açmadı mı? Oysa savaş öncesinde Finlandiya ve İsveçin üyelik için başvuruda bulunacağı düşünülemezdi bile. Bu, Fransa Cumhurbaşkanı Macronun Ukraynanın talebini karşılamak üzere Ukraynanın Avrupa Birliğine (AB) katılmasının onlarca yıl alacağını ifade edip, AB’ye bağlamanın bir yolu olarak “Avrupa siyasi topluluğu” önerisinde bulunmasından daha şaşırtıcı değil mi? ABD Başkanı Joe Biden bazı Asya ülkelerine gezisinde, Japonyayı Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olarak kabul etmeyi önerdi. Biden’in bu önerisi ya ABD’nin Rusyaya ve müttefiki Çin’e uygulamak istediği baskılar çerçevesinde geliyor ya da ABD’nin pozisyondaki değişime işaret ediyor. Oysa ABD’nin yanı sıra Güvenlik Konseyindeki Batılı ülkelerin tutumu, İkinci Dünya Savaşında kazandıkları zaferden sonra elde ettikleri kazanımlardan biri olan Güvenlik Konseyi daimi üyeliği yapısında ve oluşumunda herhangi bir değişikliğin olmaması yönündeydi. Burada dikkat çekilmesi gereken paradoks, ABD ve İngilterenin Ukrayna krizi bağlamında Rusyanın Güvenlik Konseyinde daimi üyelikten çıkarılmasını teklif etmiş olmasıdır. Birleşmiş Milletler Şartını hazırlayanlar, Güvenlik Konseyinin ana organları arasında yürütme erkinin uluslararası toplumdaki rolünü temsil eden bir organ içermesi konusunda istekliydiler. Böylece uluslararası örgüt tarafından kendisine verilen görevlerin öneminden ötürü, üstlendiği rolü hızlı ve etkin bir şekilde yerine getirmesi amaçlanmıştı. Savaşta galip gelen müttefiklerin ilk durağı olan Yalta Konferansı, Birleşmiş Milletler Şartının düzenlenen 23’üncü maddesi kapsamında Güvenlik Konseyinin yapısını şu şekilde belirledi: 1. Güvenlik Konseyi, Birleşmiş Milletler’in 15 üyesinden oluşur. Çin Cumhuriyeti, Fransa, Rusya Federasyonu, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı ve Amerika Birleşik Devletleri Güvenlik Konseyi’nin sürekli üyeleridir. Genel Kurul, her şeyden önce Birleşmiş Milletler üyelerinin uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına ve örgütün öteki amaçlara katkılarını, aynı zamanda hakça bir coğrafi dağılımı göz önünde tutarak, Birleşmiş Milletler’in öteki on üyesini de Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeleri olarak seçer. 2. Güvenlik Konseyi’nin geçici üyeleri iki yıllık bir dönem için seçilirler. Güvenlik Konseyi üyelerinin sayısı on birden on beşe çıkarıldıktan sonra geçici üyeler için yapılacak ilk seçimde, dört yeni üyeden ikisi bir yıllık dönem için seçilecektir. Süresi biten bir üye hemen yeniden seçilemez. 3. Güvenlik Konseyi’nin her üyesinin Konsey’de bir temsilcisi vardır Yukarıda belirtilenlere göre, bir ülkenin Güvenlik Konseyinin geçici üyesi olarak seçilmesi, bir yandan uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına ve örgütün öteki amaçlara katkılarıyla, öte yandan ülkelerin seçiminin adil bir coğrafi dağılım temelinde olmasıyla ilgilidir. Bundan dolayı geçici üye ülkelerin dağılımı şu şekilde belirlendi: Afrika ülkeleri için üç, Latin Amerika için iki, Asya ülkeleri için iki, Batı Avrupa için iki ve Doğu Avrupa için de bir koltuk. Centilmenlik Anlaşması kapsamında bir Arap ülkesinin bazen Afrika’nın hissesi dahilinde bazen de Asyanın payıyla temsil edilmesi kararlaştırıldı. Ayrıca Arap ülkelerinin sayısının Güvenlik Konseyinde iki sandalyeye sahip olan Latin Amerika ülkelerinin sayısına eşit olduğuna da dikkat çekelim. Bütün bunlara rağmen ABD, çoğu zaman İsrail’le de iş birliği yaparak, Amerikan siyasetine ve hegemonyasına karşı olan Arap ülkelerini Güvenlik Konseyinin dışında tutmak için canla başla çalışıyor. 23’üncü maddeye yönelik bu bağlamdaki itirazlar dolayısıyla üye devletlerin çoğu, maddenin değiştirilmesini ve esnek hale getirilmesini talep etti. Bununla amaçlanan, maddenin uluslararası değişikliklere uyum sağlaması ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki farklılıkların adil bir şekilde temsil edilmesine olanak tanımasıydı. Güvenlik Konseyi üyeliği ve oluşumundaki reform talebi geçici üyelerle de sınır kalmadı. Daimi üyeler gerek konsey gerekse veto hakkı konusunda daha da ileri gitti. Güvenlik Konseyinin yapısına dair değişiklik çağrısında bulunan Dr. Boutros-Ghalinin ikinci dönem için yeniden seçilmemesi bu nedenle şaşırtıcı değildi. Ghali, 11 Aralık 1992de 47. Genel Kurul Toplantısı’nda, üye devletlere -üye sayısını artırma amaçlı- konsey üyeliğini gözden geçirmeyi teklif etti. Bunun üzerine Almanya ve Japonya, daimi üyeler olma yönündeki isteklerini açıkladılar. 10 Aralık 1993te konseyin genişlemesi meselesini ele almak üzere bir çalışma grubu oluşturuldu. Hindistan, Nijerya, Brezilya ve Mısır gibi ülkelere yarı daimi üyelik teklifinde bulunuldu. Fakat daimi ve yarı daimi üye fikri eleştirildi. Merhum Kofi Annan gibi uluslararası liderler tarafından veto hakkı olsun ya da olmasın konsey üye sayısına ilişkin öneriler ve fikirler birbirini izledi. Bana göre -takip edebildiğim kadarıyla- mevcut BM Genel Sekreteri’nin bu konuda bir teklif sunmaması ve Başkan Biden’in Japonyayı daimi üye olarak aday gösterme açıklaması hakkında yorum yapmaması dikkat çekicidir. Biden daimi üyelerin öneri ve projelerinin hayata geçirilebilmesi için Ukrayna savaşının koşullarından yararlanmak ve beş büyük ülke gibi bazı ülkelere de veto hakkı vermek gerektiğini düşünüyor. Şu anki aşama, Arap devletleri başta olmak üzere bölgesel güçler için İkinci Dünya Savaşının sonuçlarıyla şekillenen Güvenlik Konseyinin yapısını yeniden gözden geçirmeye çalışmak için oldukça elverişlidir. Ayrıca Ukrayna’da süren savaş, yeni bir uluslararası düzenin ve diğer etkili uluslararası güçlerin doğuşunun başlangıcına işaret etmektedir.
مشاركة :