Rusyanın Putin’in liderliğinde canlanmasından ve Çin’in Şi’nin öncülüğünde yükselmesinden bu yana liberalizmin küresel bir model olarak geçerliliği sorgulandı. Şüphe bununla sınırlı değildi; bilakis popülizmin, aşırı sağın ve onun örtülü dini veya etnik milliyetçilik çağrılarıyla birlikte Batı liberalizminin içinden de geldi. Suriye mülteci krizi Avrupa arenasında ciddi bir rol oynadı. Öyle ki sol ve merkez sağ, seçim nedenleriyle liberalizmin ilkelerine düşman popülist politikalar izlemek zorunda kaldı. Böylece liberal demokrasinin kırılgan yapısı ortaya çıktı ve liberal kulüpte yer almak isteyen birçok ülke yavaş yavaş ondan çekilmeye, Çin ve Rus modellerine doğru yönelmeye başladı. Sonra Başkan Biden, Trumpın yenilgisinin ardından bu düşüşü durdurmak için geldi ve liberal demokrasinin dirençli ve zafere muktedir olduğunu açıkladı. Ayrıca Çin ve Rusya ile olan çatışmayı, totaliterlik ve demokrasi arasındaki bir mücadele olarak çerçeveledi. Bu şekilde liberalizm, bir sorun haline geldi ve savunmadan saldırı konumuna geçti. Liberalizm, totaliterlikten farklı olarak insanlara hayatları için belirli bir yol dayatmama, aksine toplumdaki her bireyin istediği gibi yaşamasına izin verme ayrıcalığına sahiptir. Ayrıca görevi, can güvenliğini sağlamak ve toplumda istikrar ve güvenliği temin etmektir. Totaliter rejimler ise ırk, etnik köken veya din bağlarına dayanır. Örneğin, Çinin Uygur azınlığa ve Myanmarda Müslüman azınlığa nasıl davrandığını görüyoruz. Bu rejimler tarihsel ve kültürel kimliği geri kazanma ve onu topluma yeniden dayatma eğiliminde iken liberal rejimler, açıklık, ılımlılık ve ötekini kabul etme gibi siyasi ilkeler etrafında kapsayıcı bir kimlik inşa etmeye çalışır. Bu totaliter yaklaşıma, Rusya Devlet Başkanı Putinin Ukraynayı işgal etme gerekçesinde tanık olduk. Putin, “Ukrayna diye bir şeyin olmadığını, Ukrayna halkının tarihsel olarak Rus halkının bir parçası olduğunu ve onları Nazizmden ve Batıya bağımlılıktan kurtaracağını” söyledi. Söz konusu tutum, Rus Ortodoks Kilisesi Patriği Kirill tarafında da paylaşıldı. Nitekim Kirill, Rus, Ukrayna ve Belarus halkının tek bir halk olarak birleşmesi Ukraynanın işgalinin Batının ahlaki açıdan yozlaşmış medeniyetine karşı metafizik (dini) mücadelenin bir parçası olduğunu ifade etti. Sendeleyen liberalizmin karşısında milliyetçilik, ırk ve din sloganlarının yükseltilmesi, Avrupa liberalizminin kalbinde bir gedik açılmasına katkıda bulundu. Macaristanda popülist Başbakan Orban ezici bir farkla kazanırken Sırbistanda aşırı sağcı Aleksandar Vucic cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. Fransada sağcı aday Marie Le Pen ise seçimlerde oyların yüzde 24ünü alarak ikinci turda Macron ile rekabet edecek. Tüm bu isimler Putin gibi aynı temelden hareket ediyor; yani din ile karışık kültür, milliyetçilik ve etnisite... Le Pen, Ukraynadaki savaş bittikten sonra Putinin Fransanın müttefiki olabileceğini söylerken Orban da ülkesi üzerinden Ukraynaya silah sevkiyatına izin vermeyeceğini belirtti. Bu, liberalizme sadece Çin veya Rusya tarafından değil, aynı zamanda kendi toplumları tarafından da meydan okunduğunu doğrulamaktadır. Uluslararası düzeyde totaliterliğin sonuçları arasında, ‘uluslararası hukukun yüksek otoritesine inancın azalması, bir ülkenin diğerini işgalini gerekçelendirdiği reel politikayı meşru kılması, bir hükümetin azınlıkların haklarını inkâr etmesi ve kuşatıcı kültür, din, ırk ve devlet egemenliği bayrağı altında muhalif olanlara zulmedilmesi’ yer almaktadır. Bu totaliterliğin yaygınlaşması, kaçınılmaz olarak liberal erozyona, küreselleşmeye inancın azalmasına, iç ve küresel düzeyde kültürlerin çatışmasına, mevcut dünya düzeninde büyük bir değişime yol açacaktır. Ayrıca bu değişiklik mutlak anlamda iyi olmak zorunda da değildir. Aksine 19’uncu yüzyılda olduğu gibi, ulusların savaşlar yoluyla mücadelesine dönüşün habercisi olabilir. Şayet bu gerçekleşirse süreç içerisinde ABD’nin egemenliği aşınacak ve öncülük ettiği liberal temellerin de çökmesine yol açacaktır. Böylece milliyetçi, anti-liberal bir kültüre sahip kapitalist bir model olarak Çinin yükselişine tanık olunacaktır. Bu nedenle ABD, Putinin Ukraynada tam bir zafer kazanmasına, Çinin de Doğu ve Güney Asyada nüfuzunu genişletmesine izin vermemek için elinden geleni yapıyor. Bu bağlamda ABD’li yetkililerin açıklamalarını takip edenler, Putinin gaddarlığı veya savaş suçlarından yargılanması gibi ifadeler kullanmaya odaklandıklarını görürler. Çin ya uluslararası hukuku ihlal eden Putinle ya da uluslararası hukukun ve insan haklarının kutsallığına inanan ülkelerle birlikte olma tercihleri arasında bırakılmıştır. Ukraynada yaşananlar hakkında liberal medya tarafından yayınlanan açıklamalar ve görüntüler, Batı halkları içinde işitecek kulakları bulmuştur. Batılı liderler çoğunlukla ABD ile birlikte hareket ettiler. Hatta Fransa gibi bazıları, Ukraynada yapıldığı iddia edilen savaş suçlarını araştırmak için bir ekip bile gönderdi. Ticaret yoluyla değişime inanan Avrupa kollarını sıvadı ve silahlanmaya başladı. Liberal düzeninin tehlikede olduğuna inanan Almanya bunun örneğidir. Bu hareketlere, şüphesiz Avrupa sistemi içinde popülizmin durdurulmasına katkıda bulunacak halk desteği eşlik etti. Bu liberal dalga, Orbanın geçici başarısıyla hüsrana uğramayacak. Çünkü başarısı şüphelidir. Bu şüpheler arasında seçim bölgelerinin dağılımını manipüle etmesi, medya üzerindeki hakimiyeti ve iltimaslar tanıdığı gibi konular bulunuyor. Orbán, Avrupa Birliği (AB) tarafından köşeye sıkıştırılacak ve halkını doğuya gitmeye ikna edemeyecektir. Ukrayna’daki savaşın trajedilerine rağmen liberalizmi yeniden öne çıkardığına ve onu yeni bir savaş için bir kaldıraç haline getirdiğine şüphe yok. Bir yanda totaliter devletler ve diğer yanda da demokrasiler... Bu yüzleşme, Rusya hedefine tam olarak ulaşamaması durumunda ABD’nin dünya liderliğine dönüşünü bir kez daha kutsayacaktır. Bununla birlikte liberalizm, tek slogan olarak kalacak ve bundan sonra temellerinin sarsılması bir kenara, ne Çin ne de başka biri onu sorgulayamayacaktır.
مشاركة :