Lübnanlılar, İran destekli ‘Hizbullah’ grubunun, Beyrut Uluslararası Havalimanı yolunu kaplayan Şii grubun ölü liderlerinin, üyelerinin afişlerini, reklam panolarını ve sloganlarını kaldırmayı kabul etmesinden memnun. Hizbullah liderlerinin yanı sıra İranın eski Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ve Irakta Haşdi Şabi olarak bilinen İran destekli milislerin eski komutan yardımcısı Ebu Mehdi el-Mühendisin resimleri Havalimanı yolu boyunca iki tarafı ve orta şeridi doldurmuştu. Afişlerin sayısı, yol kenarlarındaki evlerin ve küçük dükkanların sayısını neredeyse aşıyordu. Hizbullah’ın İran İslam Cumhuriyetinin kurucusunun onuruna İmam Humeyni adını verdiği Havalimanı yolu, Lübnana gelen diplomat ve siyasi şahsiyetlerin kullandığı yol. Aynı zamanda Lübnandaki iki ana Şii partisi olan Hizbullah ve Emel Hareketinin ofislerine ev sahipliği yapan mahallelerin sınırlarında yer alıyor. Buradaki afişler ve fotoğraflar birçok Lübnanlı için bir provokasyon sebebi. Devletin bütün kılcal damarlarını kontrol etmeyi sürdürdüğü bilinse de Hizbullah, dolarları ile turistler gelmeden önce afişleri kaldırarak, Lübnan halkına sahte bir mutluluk serpintisi lütfetti. Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım daha önce, "Seçim sloganımız ‘koruyoruz ve inşa ediyoruz’, buradaki koruma ve inşa etme, Hizbullah’ın İran ile organik ilişkisiyle bağlantılı" demişti. Saddam Hüseyin rejiminin çöküşünden, ABD liderliğindeki koalisyonun Irak ve Bağdatı işgalinden bu yana İranın bölgedeki yayılması açıkça görülür oldu. Irak, İran rejimine gümüş bir tepside sunuldu. Tahran, iş birlikçi demeyelim de kendisine sadık şahsiyetler ve milis gruplardan oluşan kollarıyla ülkedeki kontrolünü sıkılaştırdı. Kasım Süleymani istediği gibi hareket etmeye, MS 604te Araplar tarafından Zû Kâr Savaşında mağlup edilen Pers Kralı Hüsreve iade-i itibarda bulunmakla övünerek, efendisi ve ustası Ali Hamaneyin emriyle ülkeyi yönetmeye başladı. Nisan 2003teki Irak işgalinden itibaren nüfuzunun genişlemesiyle birlikte Tahran, 2005’te Refik Haririnin suikast ile tasfiye edilmesinin ardından Lübnan üzerindeki kontrolünü de sıkılaştırdı. İran Devrim Muhafızlarının bir fraksiyonu olan Hizbullah, devletin kılcal damarlarının ve kurumlarının kontrolünü ele geçirdi. 2011de rejime karşı devrimin patlak vermesinin ve Beşşar Esed’in rejiminden geriye kalanları savunmak için İran Devrim Muhafızlarına başvurmasının ardından İran, Suriyeye girdi. Tahran, Hizbullaha güçlerini Suriye’deki çatışmalara sokma, en korkunç katliamları gerçekleştirme, muhalifleri yıldırma ve Suriye ordusunun kontrolü yeniden ele geçirmesini sağlama emrini verdi. Bu da, Suriye rejimini, Suriye ve Lübnanda en güçlü nüfuz sahibine dönüşen Tahranın pençesine düşürdü. İran, diğer kolları olan Gazzede ‘Hamas’ ve Yemende Husiler yoluyla genişleme planlarını tamamladı. İranın eski istihbarat bakanı Haydar Muslihi ve diğer Devrim Muhafızları liderleri, ülkelerinin Beyruttan Şam, Gazze ve Bağdata kadar Arap başkentlerini kontrol etmesiyle övündüler. Pers İmparatorluğunun ihtişamı hızla geri dönüyor gibiydi. Bölgedeki hadiseleri iyi okuyan her okuyucu, İranın hedefe ulaşmak için akıllıca plan yapma konusundaki üstün yeteneğini kabullenmeli. Buna şaşmamalı çünkü İran, dünyaya satranç oyununu sunan ülke. Ancak, bir hedefe ulaşmayı başarmak başka, başarıyı korumak başka bir şey. İranın başarısız olduğu ve yayılmasından daha hızlı gerçekleşen çöküşüne yol açan şey de bu. Bunun Lübnandan daha net bir örneği yok. İran, Lübnanı en güçlü kolu yani Hizbullah aracılığıyla işgal etti. Hizbullah, Lübnan’ın kontrolünü, çok saçma bir argümanla kendisine nakledilen İran silahlarının zoruyla ele geçirdi. Buna göre söz konusu İran silahları, düşman İsrail’e karşı bir korku dengesi kurmak ve onun saldırılarını önlemek içindi, ama gerçekte silahlar tam anlamıyla Lübnan içerisinde kullanıldı. Hizbullah bu silah ile projesine karşı çıkan herkesi işlevsiz hale getirdi, korkuttu, öldürdü ve cezalandırdı. Cumhurbaşkanı olmak için her şeyi feda etmeye hazır bir şahsın seçilmesini sağlamak için silahını kullandı. Cumhurbaşkanı Mişel Avn ile Hizbullah, cumhurbaşkanı seçilmesi karşılığında Hizbullah’ın dolayısıyla İran’ın projesinin çıkarlarına sorgusuz sualsiz hizmet edecek güçlü bir Hristiyan kalkanı sunması konusunda anlaşmaya vardı. Avn, anlaşmanın taahhütlerinin hiçbirinden vazgeçmedi ve böylece Hizbullah, dolayısıyla İran’daki efendileri planladıkları şeye ulaştılar. Avn örneğin, anayasanın kendisine verdiği bakan atama kararnamelerini imzalamama yetkisini kullanarak, halkın temsilcileri tarafından hükümeti kurmak için seçilen başbakanlara engeller çıkardı. Böylece umutsuzluğa kapılmalarına ve hükümeti kurma görevinden çekilmelerine neden oldu. Ardından Hizbullah’ın eğilimlerine uyan isimlerin işlerini kolaylaştırarak hükümeti kurmalarına katkıda bulundu. Bunun sonucu, Hizbullah’ın yani İranın bakanlıklar, atamalar, devletin iç ve dış politikası üzerindeki etkisinin ve kontrolünün pekişmesine katkıda bulunan hükümetler oldu. Ancak bu uzun sürmedi ve her şeyden önce İran çıkarlarının hizmetine adanmış ülkenin kaynaklarını kontrol etme gücünü kaybetmeye başladı. Bu kontrol, Refik Haririnin ölümünden bu yana neredeyse 17 yıl sürdü. Ancak şimdi Lübnandaki İran projesinin çöküşüne katkıda bulunan birkaç faktör var ve en önemlileri şunlar olabilir: Birincisi, güçlü Hristiyan ortak, yani Cumhurbaşkanı ve takipçileri, bölünen ve parçalanan Hristiyan sokağındaki güç ve güvenilirliğini kaybetti. Son parlamento seçimleri bunun sadece apaçık bir kanıtı. Baabda Sarayına yakın kaynaklar, seçim kampanyası sırasında partinin iç politika koordinatörü Vefik Safa ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanı Avnın çok rahatsız olduğunu aktarıyorlar. Safa, Cumhurbaşkanının partisinin seçim kampanyalarını idare etme tarzını ve Hizbullahın nüfuzuna güvenmesini sert bir şekilde eleştirmiş. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Avn, seçim kampanyalarının yönetimine doğrudan müdahale etmek ve adayları kendi aralarında çekişmemeye teşvik etmek zorunda kaldı ki bunun, modern Lübnan tarihinde bir emsali yok. Buna rağmen Cumhurbaşkanının partisi, kuluçka yuvası olan bölgelerde birçok sandalyeyi kaybetti ve bazı yerlerde de Şii oylarının zorlamasıyla sandalye kazanabildi. Lübnan Kuvvetleri Partisi, Ketaib Partisi ve bağımsızların yıldızları parladı ve anlaştıkları takdirde Mecliste çoğunluğu oluşturabilirler. Böylece Hizbullahın Hristiyan kalkanı, ülkeyi yönetmekte başarısız olmasının ardından bir de zayıfladı, Hizbullah ve efendilerinin projesine destek olmak yerine onlar için ağır bir yüke dönüştü. İkincisi, Mişel Avn döneminin kayda değer bir ulusal başarı gerçekleştirememesi, Hizbullah’ın projesi ve dar kişisel çıkarlarına hizmet etmek için engellemeler ve oyalamalar yoluyla fırsatları boşa harcaması, ülkeyi ciddi bir ekonomik ve mali krize sürükledi. Hizbullah’ın düşmanlığı ve Lübnanın İran ile uyumlu dış politikası nedeniyle Arap kardeşlerden gelecek bir çözümün önünde tüm yolların tıkanmasına yol açtı. Kriz, Hizbullah yanlısı çevreler dahil olmak üzere, istisnasız toplumun tüm üyelerini etkiledi. Bu da, Hizbullah taraftarları arasında homurdanmaların yükselmesine ve öfkeye yol açtı. Hasan Nasrallah’ın çağrılarına ve bu seçim savaşının Temmuz 2006da İsraile karşı verilen savaşa eşdeğer olduğunu söylemesine rağmen son parlamento seçimlerinde birçok kişinin oy kullanmaktan kaçınmasıyla sonuçlandı. Ekonomistlerin daha da kötüleşmesini bekledikleri ağır yaşam koşullarının devam etmesiyle birlikte, halkın öfkesi artacak ve bu öfke son 17 yılda başta Hizbullah olmak üzere devleti elinde tutan ve ülkeyi yönetenlere yönelecektir. Üçüncüsü, uluslararası sahne, ABD-İran nükleer anlaşma müzakerelerinin tökezlediğine işaret ediyor. Ukrayna savaşı bu sahneyi daha da karmaşıklaştırdı, zira Rusya herhangi bir anlaşmaya taraf olmayı reddediyor, dolayısıyla İranın zenginleştirilmiş uranyumunu Rusyaya naklederek bu sorunu çözme taahhüdünden vazgeçiyor. Ayrıca herhangi bir ABD-İran anlaşmasını onaylamayacağını belirtiyor. Gelecekte iptal edilmeyeceğine dair İran’a garanti vermek için anlaşma Güvenlik Konseyi’ne havale edildiğinde Rusyanın veto hakkını kullanması mümkün. Bu müzakerelerin tökezlemesi ile İranın, iç sorunları çözmek ve başta Lübnandaki Hizbullah olmak üzere dış kollarını finanse etmek için bel bağladığı Batıdaki donmuş fonlarını serbest bıraktırma ve uluslararası piyasalara petrol satma umutları suya düştü. İran’ın mali desteğinin yanı sıra sübvansiyonlu maddeler kaçakçılığından elde ettiği kaynakların da azalmasının, Lübnanın ihracatı üzerindeki uluslararası kontrolün sıkılaşmasından sonra uyuşturucu ticaretinin zorlaşmasının ardından Hizbullah, masraflarını karşılamakta zorlanıyor. Hizbullah medyası ona nakit olarak dolar transferi yapıldığı propagandası yapsa da, 5 bin Lübnan lirası (yani reel kurun beşte biri) baz alınarak ödenen savaşçıların maaşlarının ödemesinin geciktirildiğine dair pek çok haber var. Kaynaklar, Hizbullah’a bağlı kliniklerde temel tıbbi malzeme ve ilaç kalmadığını, birçok hastanın kabul edilmediğini de naklediyorlar. Son olarak, İsrail’in Lübnan hava sahasını ihlal ederek, bu hava sahasını kullanıp Suriye’deki hedeflere hava saldırıları düzenleyerek uzun süredir meydan okuduğu Hizbullah ve arkasındaki İran’ın bu meydan okumalara karşılık verme kabiliyeti yeni bir sınama ile karşı karşıya bulunuyor. Hizbullah ne zaman karşılık vereceğine kendisinin karar vereceği bahanesiyle şu ana kadar bu saldırı ve ihlallere karşı bir harekette bulunmadı. Ama dediğimiz gibi şimdi Hizbullah yeni bir meydan okuma ile karşı karşıya, o da İsrail’in yetkilendirdiği dev ‘Energean’ sondaj gemisinin Lübnan ve İsrail arasındaki tartışmalı bölgelerde sondaj ve doğal gaz çıkarma faaliyetlerine başlamak için güney Lübnan sahili açıklarındaki Ras en-Nakura’ya ulaşması ve demirlemesi. Geminin ulaşmasıyla birlikte pek çok Lübnanlıdan devletten ve Hizbullah’tan, çok ihtiyaç duydukları doğal zenginliklerinin çalınmasını engelleyerek ülkelerinin haklarının korunmasını talep eden çığlıklar yükseldi. Hasan Nasrallah, İsrail’i bu bölgede Lübnan’ın rızası dışında herhangi bir tek taraflı çıkarma girişiminde bulunması halinde karşılık vermekle tehdit etse de, Hizbullah’ın askeri müdahalesinin Lübnan devletinin talebine bağlı olarak gerçekleşeceğini söyledi. Bu, Nasrallah’ın devletin İsrail’e karşı koyma kararlılığına duyduğu güvensizliğe ilişkin sözlerini, geçmişte devleti yok sayarak aldığı askeri kararları iyi hatırlayan Lübnanlılar arasında birçok soru işareti doğurdu. Batılı istihbarat kaynakları, Hizbullah ve İran’ın iki birbirinden kötü seçenek ile karşı karşıya olduklarını söylüyor. İlk seçenek, doğalgaz çıkartma faaliyetlerini durdurmak için İsraile karşı bir savaş başlatmak ki bu savaş Lübnanın tamamen yok olmasına yol açacak. İkincisi, İsrail’in tartışmalı bölgedeki doğalgaz faaliyetlerine ses çıkarmamak ki bu durumda da hem Lübnan baskı altında olduğu mali sorunlarını çözebilecek bir serveti kaybedecek, hem de Hizbullah’ın İsraile karşı caydırıcı silah olduğu iddiası son erecek.
مشاركة :