Birincisi, 1947 yılının dün gibi (29 Kasım günü) alınan BM Taksim Kararı ile Filistin halkının başına gelen bariz bir adaletsizlik. İkincisi, bir Filistinli örgütün ideolojik bağlılığı tüm Filistinlilerin çıkarlarının önüne geçirerek işlediği bir yanlıştır. Bu durumda, eski Arapların üzerinde anlaşmış olduğu bir nitelemeye dayanarak muhtemelen daha büyük bir adaletsizlik olarak nitelendirmeyi hak ediyor. Arap şair Tarafa bin el-Abd der ki: “Akrabaların adaletsizliği insana çelik kılıcın darbesinden daha çok acı verir.” Objektif analiz, 2007 yazında meydana gelen bölünme hatasının, yaşanması ve ardından 15 yıl devam etmesi sorumluluğunu iki örgütün, Hamas Hareketi ile Fetih Hareketinin paylaştığını hesaba katmayı gerektirir. Ancak, siyasi olarak bölünme kararını liderlerinin aldığı, ardından savaşçılarının üst düzey Fetih liderlerini kovarak bunu uygulamakta acele ettikleri göz önüne alındığında, birincisi daha fazla sorumluluk taşıyor. Fetih liderleri de Gazze Şeridi’nden kaçabildikleri yerlere kaçmakta acele ettiler. Evet, siyasi eylem örgütlerinin, partilerin ve hareketlerin siyasi liderlerinin çoğu, silahlı çatışma alanlarından uzakta her zaman güvenli bir sığınak bulabilirler. Çatışmaların ölülerin kanları ve yaralıların acıları gibi ağır bedellerini ise basit, samimi, saf niyetli savaşçılar öderler. Buna rağmen örgüt içinde asıl yerleri, karar alma hiyerarşisinin en tepesi değil, arka sıralar olarak kalır. Bu durum sadece Filistin meselesine özgü değil, farklı ideolojik görüşlere sahip çeşitli devrimci hareketlerde de mevcut. Bu örgütler arasında, örneğin, Kuzey İrlandada olduğu gibi, silahlı eylemlerde bulunan ve ardından belirli anlaşmalara vardıktan sonra silah bırakanlar gibi, hala silahlı eylemleri hedefe ulaşmanın bir yolu olarak görerek devam edenler de var. Filistin davası ile diğerleri arasındaki fark, alt tabanı ve dolayısıyla her toplumun en alt tabakasının büyük çoğunluğunu oluşturan ailelerinin yaşadıkları sıkıntıları önemsememe boyutudur. Daha kesin bir ifadeyle; bilindiği üzere ister bir dış düşmana karşı, ister bir iç çatışma nedeniyle olsun, her kanlı çatışmanın faturasını ödeyen, halkların genelinde savunmasız ve dolayısıyla şanssız kesimidir. Gazze Şeridi ve Ürdün Nehrinin Batı yakasındaki Filistin halkı da bir istisna değil, aksine yaşadıkları bu acı gerçeğin tüm gözler için apaçık bir doğrulamasıdır. Filistin bölünmesi sürecinin her takipçisi için ıstırap verici ve büyük bir acıyla haykıran soruya geri dönmeye gerek var mı? Bölünmeyi sona erdirmek için Hamas ve Fetih hareketleri arasında kaç anlaşmaya varıldı? Mekke Belgesinin imzalanması (Şubat 2007) ile birkaç hafta önce (13.10.2022) Cezayir Anlaşmasının imzalanması arasında, iki hareketin liderleri tarafından imzalanan, ancak hiçbiri tam olarak uygulanmayan uzun bir anlaşmalar şeridi uzanıyor. Peki neden? Niye? Nedeni yine çok basit, çünkü böylesine anormal bir Filistin durumunu gerçek bir uzlaşmayla sonuçlanacak şekilde bitirmek, ilk olarak, saf niyetlere, kalplerin hoşgörüsüne, iradelerin keskinleştirilmesine dayanan temel taşın yerleştirilmesini gerektiriyor. Anlaşmazlık noktalarını bir kenara bırakan, önkoşulsuz ve mesela bakanlıklar, bölgesel ittifaklar veya ideolojik vizyonlarla ilgili anlaşmazlıklarla bağlantılı komplikasyonlar olmadan, üzerinde anlaşmaya varılan hususları uygulama planında ilerleyen bir yol haritası üzerinde anlaşma iradesi bilenmeli. Gerçekten, herkesi farklı bakış açılarına saygı duymaktan alıkoyan nedir? Cevabı, yıllarca tekrarlandığından tıpkı diğerlerinin mükemmel bir şekilde bildiği gibi, önceden biliyorum. Meselenin bundan daha büyük, tehlikeli ve çok daha önemli olduğunu söyleyenler olacak. Hatta içlerinden daha coşkulu olanları buna ek olarak homurdanıp öfkeyle şunu soracaklar: Tüm Filistin topraklarının özgürleştirilmesi sadece bir perspektif haline mi geldi? Elbette bu soru, geçici çözümlere başvurmanın herhangi bir değişime tabi olmayan bir durumda durgunluktan daha faydalı olduğuna inanan her Filistinlinin karşısına bir kılıç gibi dikilmeye devam edecek. Filistin’e diğerlerinden daha çok bağlı olduklarını iddia edenler bu kılıcı kınından çektiklerinde, her Filistinlinin tüm Filistin topraklarına bağlılığını sorgulamanın acısı, bu kılıcın keskinliğinden ve zehrinden daha acı tatta olacak. Ardından söz konusu iddianın sahiplerinin bağlılıkları takip edildiğinde, İranda haftalardır olduğu gibi, genç erkek ve kadınların sadece anavatanlarında özgürlükler talep eden hareketlerine demirden bir yumrukla karşılık veren hükümetleri destekledikleri görüldüğünde, acı daha ıstırap verici olacak. Evet, 1947deki Taksim Kararı tartışmasız büyük bir adaletsizlikti, ancak 1967 felaketinden önce Arapların desteğiyle Filistinliler tarafından kabul edilmiş olsaydı, Batı Şeria ve Gazze Şeridinin kaybedilmesine engel olunabilir, dolayısıyla Filistin bölünmesi hatasının önüne geçilebilirdi.
مشاركة :