9 Aralık Perşembe günü, ABD Temsilciler Meclisi, ABDnin gelecek yılki savunma bütçesinin 858 milyar dolarlık rekor seviyeye ulaşmasının önünü açan bir yasa tasarısını onayladı. Söz konusu bütçe, Başkan Joe Bidenın önerdiği bütçeden 45 milyar dolar daha fazla. ABD’nin artan askeri harcamalarına dair konuşmalara, Savunma Bakanı General Lloyd Austinin Washingtonun NATO ortaklarına savunma harcamalarını GSYİHnın yüzde 2sinden fazla artırma çağrısı yaptığı açıklamaları eşlik etti. Daha önce 3 Aralık’ta da Austin, Reagan Ulusal Savunma Forumunda her fırsatta ABD silahlı kuvvetlerinden bahsettiği, onu insanlık tarihindeki en büyük silahlı güç olarak övdüğü, 21. yüzyılda bu konumunu koruma konusundaki tam bilinci vurguladığı bir konuşma yapmıştı. Sert güç söylemi dahilinde ve bu yıl bitmeden bilindiği gibi ABD, 30 yıllık gizli çalışma ve geliştirmeden sonra, mürettebatsız çalıştırılabilen, konvansiyonel silahların kullanımına ek olarak, uzun menzilli nükleer saldırılar gerçekleştirebilen yeni stratejik bombardıman uçağı B-21 Raider’ı duyurdu. Bu uçağın, bugünün fiyatlarıyla uçak başına 753 milyon doları aşan maliyetine dikkati çekiliyor ve bu da ABDnin bugün ve gelecekte çıkarlarını savunma, herhangi bir saldırıyı caydırma kararlılığını yansıtıyor. Bugün Washington, bu tür ezici ve yok edici 6 bombardıman uçağına sahip ve bu uçaklar, rampalardan fırlatılan füzeler, denizaltıları ve bombardıman uçaklarının temsil ettiği Amerikan nükleer üçgenini tamamlıyorlar. Bundan belki daha da ilginci, ABD Hava Kuvvetlerinin 100 bombardıman uçağını bünyesine katmayı planlamasıdır ki bu da önümüzdeki yıllarda fiyat farkı hesaplandığında bu filonun toplam maliyetinin 1 trilyon dolara ulaşabileceği anlamına geliyor. Buradan yola çıkarak okuyucu, Amerikan silahlı kuvvetlerinin deniz, kara ve hava gibi diğer kollarına ne kadar harcandığını tahmin edebilir. ‘Sırları içinde gizli DARPA ajansının’ gizli programlarından bahsetmiyoruz bile. ABD askeri harcama projesinin arkasındaki Amerikan gerekçesi, Çin ve Rusya ile bağlantılı görünüyor. İkincisi halihazırdaki tehlikeyi temsil ederken, birincisi gelecekteki tehdidi oluşturuyor. Pentagon, son üç yıldır Çinin askeri yatırımlarını izliyor. Batı’nın Çin ekonomisinin küçülmesine, stratejik, siber ve uzay endüstrileri alanındaki endüstriyel kapasitesinin çöküşüne bahis oynadığı bir zamanda, askeri yatırımları 2020de yüzde 20, geçen yıl da yüzde 32 arttı. Şu dikkat çekici soru, bu okumanın özüdür; bu bir ‘sürekli savaş ekonomisi ve hayalet savaşçılar’ zamanına dönüş mü? Aslında cevap, ABDde son 10 yılda yayınlanan en önemli ve dahası en tehlikeli kitaplardan birinin sayfalarında bulunuyor, o da uluslararası ilişkiler profesörü ve ünlü Amerikalı gazeteci ve siyaset bilimci David Rothkopfun ‘Superclass:The Global Power Elite and the World They Are Making’ kitabı. ABD askeri harcamaları, İkinci Dünya Savaşından sonra ABD askeri kurumunun bir dizi etkili adamının kafasında gelişen bir fikir gibi görünüyor. Bu kişilerin mirasını taşıyanlarla birlikte bu fikir, bugün Lloyd Austin ve onun hayalet uçağına kadar ulaştı. Fikir, Amerikan kamu bilinci ve hükümet operasyonlarında da kendisine yer açan bir zihinsel hareket noktasına dönüştü ve özetle şöyleydi: “Savaştan sonra ekonomik durgunluktan kaçınmak için ABDnin sürekli bir savaş ekonomisi kurması gerekiyor”. Soğuk Savaş yıllarında, Sovyetler Birliği ile çatışma tehdidi ve 1979daki devriminden sonra İran ile rekabetli vur-kaç durumu, sürekli savaş durumu için mantıklı bir argümanı temsil ediyordu. Bu, askeri yapının kapılarını büyük silah üreticilerine açtı. Ardından bunlar da Kongre’de kendilerine savaşları meşrulaştıran üyeler buldular ve böylece Amerikan askeri-endüstriyel kompleksi üçgeni tamamlandı. Sürekli savaş ekonomisi, Soğuk Savaşın sona ermesi ve Demir Perdenin çöküşünden sonra neredeyse ölmüştü ki, bu durum 20 yıldan fazla sürmedi ve dünya, kara 11 Eylül Salı günü bu endüstrinin yeni, gizli ve öfkenin yönettiği bir döngüsüne uyandı. ABD hemen duygulara dayanarak girişilen ilk askeri operasyonu düzenledi. Olayların yüzeyinde ‘önleyici savaş’ gibi terimler görüldü ve durum ABD sinekleri çekiçle eziyormuş gibi bir hal aldı. Geçen yüzyılın ellili yıllarının sonundan bu yana, bir ‘hayalet savaşçılar’ sınıfı yaratmak için ABD savunma bakanları ile iş dünyası arasındaki ilişkiler pekişti. İlişkilerin temel direkleri, ABD silahlı kuvvetleri içindeki her eğilimden eski genelkurmay başkanları ve 4 yıldızlı generallerin yanı sıra yüksek rütbeli deniz subayları ve Beyaz Sarayın başkanlarıydı. Ulusal Savunma Konseyi üyeleri ve diğerlerinden bahsetmiyoruz bile. Okuyucu, ABDdeki en büyük 3 silah şirketi olan Lockheed Martin, Boeing, Northrop’un idari yapılarını incelediğinde, ordudan emekli olduklarında onları silah şirketleri dünyasına sokan ‘döner kapıdan’ bu 3 şirkete geçiş yapan eski devlet memurlarını görecektir. Bunların nüfuzları Amerikan coğrafi çerçevesinin ötesine geçiyor ve dünya çapında bir askeri liderler ağına bağlanıyor. Yani dünya üzerindeki demirden yumruğunu güçlendiren bir askeri elit sınıf bulunuyor. Kesin Amerikan gerçeği belki de şudur; ordu, sanayi ve hükümet arasında bir denge yaratma mücadelesinin merkezinde, savunma sanayi dünyasında çok eskiden beri var olan ve kamu ile özel sektör arasındaki sınırları ortadan kaldırmaya dayalı bir sistem yatmaktadır. Hayalet savaşçılar, sürekli savaş ekonomisinin çarkının döndüğünden emin olmak için, tıpkı 1962den beri devam eden Münih Konferansı ve daha yakın zamanlarda Singapurda düzenlenmeye başlanan ‘Shangri-La Diyaloğu’ gibi aleni görünen, ancak gerçekte gizli ve saklı olan odalarda sık sık buluşurlar. Eski ABD Başkanı Eisenhowerın 1961de yaptığı veda konuşmasında dile getirdiği korkuları artık kaçınılmaz bir gerçek oldu. Amerikan ordusu, askeri endüstrilerin sahipleri ve Kongre arasında, dünya bir meta-Amerika ile karşı karşıya gibi görünüyor. Başka bir makalede ele alınması gereken soruya gelince, o da şudur; bu ittifak, özgür Amerikan imparatorluğunun merkezinde uzun süre hayatta kalabilir mi? Bu soruyu bir sonraki makalede cevaplayacağız.
مشاركة :