Din devletlerini 21. yüzyılda nasıl bir gelecek bekliyor?

  • 3/7/2023
  • 00:00
  • 3
  • 0
  • 0
news-picture

Refik Huri General Charles de Gaulleün arkadaşı ve döneminin Kültür Bakanı olan Fransız yazar Andre Malraux, 20’inci yüzyılın ikinci yarısında “21’inci yüzyıl dindar olabilir de olmayabilir de” demişti. Ancak Malraux, dine inanç ile ruhban sınıfının elinde din adına yönetim arasındaki büyük farkı görüyordu. Avrupayı Orta Çağın karanlığına sokan din devleti, halk için çok çetin bir imtihan olmuştur. Avrupa, din devletinden, kardinallerin ve engizisyon mahkemelerinin yönetiminden uzaklaşana kadar aydınlanma ve medeniyet aşamasına ulaşamadı. Karl Marx, "Hıristiyan devleti, dine karşı siyasi bir tutumun ve siyasete karşı dini bir tutumun ifadesidir" derken de abartmış değildi. Muhammed Arkun ise ‘Peygamber zamanında din devleti fikrinin reddedildiğini ancak köktencilik dini siyasi bir ideolojiye dönüştürdüğünü, böylece göğün kurtuluşu yeryüzünün kurtuluşunun başlangıcı olduğunu’ hatırlattı. 1947de İngiliz sömürgeciliğinin son günlerinde, Hindistan Yarımadasının Hindu Hindistan ve İslami Pakistan olmak üzere iki devlete bölünmesi ise iki devletin dini temelde kurulmasına yol açmadı. Mahatma Gandhi ve Cevahirlal Nehrunun tercihi, Gandhiye suikast düzenleyen, fanatizm ve yoksulluktan yararlanarak Narendra Modi ve azınlıkları marjinalleştiren ve fanatizmi besleyen katı Hindu ‘Bharatiya Janata’ partisi aracılığıyla gücü ele geçirmek için yararlanan Hindu fanatizmine karşı seküler demokratik bir rejim oldu ve din adamlarını iktidara getirmedi. Pakistanda Muhammed Ali Cinnah ve yoldaşlarının tercihi, sivillerin seçimler yoluyla ve ordunun darbeler aracılığıyla yer değiştirdiği sivil demokratik bir sistemden yanaydı. Râşid halifeliğin kendisi de din adamlarının değil, müminlerin yönettiği sivil bir devletti. Emevî ve ardından Abbasi halifelikleri, hatta halifeliği talep eden Osmanlı otoritesi bile aynı şekildeydi. Çünkü padişahları din adamları sınıfı üzerinde egemenlik kuran imparatorlar olarak yaşadılar ve hüküm sürdüler. Mısır Başmüftüsü İmam Muhammed Abdo “İslamda yönetim sivildir” ifadesini vurgulamamış mıydı? Şeyh Hasan el-Bennanın kardeşi Cemal el-Benna, “İslam din ve devlet değil, din ve millettir” dememiş miydi? Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürkün Birinci Dünya Savaşından sonra, hilafeti geri getirme sloganında ısrar eden Hasan el-Benna, ‘Müslüman Kardeşler’i kurmak için acele etti. Onun çizdiği şekliyle amaç, ‘hilafeti ve dünyanın hakimiyetini yeniden tesis etmek’tir. Ancak Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır, kendisine suikast düzenlemeye çalışmalarından sonra İhvana saldırdı. Bunun üzerine ‘Arap Baharı’ sırasında ABD Başkanı Barack Obamanın desteğiyle iktidara gelmek için uzun süre beklemek zorunda kaldılar. Uzak Doğuya odaklanma stratejisini başlatan Obama, Mısır, Tunus, Suriye, Sudan ve Libyada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteklediği Sünniler ve ‘Müslüman Kardeşler’, İranda mollalar cumhuriyeti liderliğindeki Şiiler şeklinde Ortadoğuda Sünni bir güç ile Şii bir güç arasında denge kurma iddiasına girdi. Bu, Suriye ve Libyadaki savaşlarda düşen bir iddia... Tunusta halk tarafından, Mısır ve Sudanda halk ve ordu tarafından suya düşürüldü. ‘Kadın, yaşam, özgürlük’ devrimi ve mollaların çözüm bulamadığı ekonomik krizlerle karşı karşıya kalan İrandaki velayet-i fakih ve bölgedeki destekçilerinin geleceği açısından soru işareti oldukça büyük. İmam Humeyninin bahsettiği ve mollaların yönetimi haline geldiği ‘ilahi yönetim’ adı altında baskı ve şiddetle kalırken, Ayetullah en-Naini ‘velayet-i fakihi’ reddedip ‘velayet-i ümmeti’ vurguladı. İşte şimdilerde Iraktaki büyük dini otorite Ali es-Sistani, ‘Hak ve görevlere saygı duyulan anayasal kurumlara dayanan bir sivil devlet’ sloganını yükseltiyor. Para ve güç açgözlülerinin, ‘dünyayı yönetme’ isteklerine dair görünmeyen vaatlere ne ölçüde inandıklarını kimse bilmiyor. Ancak İranlıların yüzde 70i, din adamlarının bugüne kadarki 44 yıllık iktidarında gerçekte gördüklerinden ve çektiklerinden sonra artık inanmıyor. Diğer bir örnek ise İsrail... İsraili kurmak için çalışan Siyonist liderler din adamı değildi. Bir bakıma laiktiler ama mistik mitler ve efsaneler kullanarak Filistinin kendilerine ilahi olarak vaat edilmiş topraklar olduğunu iddia ettiler. Ardından askeri güç kullanarak bu toprakları gasp edip devlet kurdular. Olan şu ki Siyonizm, Oxford’dan Prof. Avi Shlaimin dediği gibi, "Yahudilerin gerçek düşmanı haline geldikçe, efsaneler onları Haredi Yahudilerinin ve diğer aşırılık yanlısı Yahudilerin elinde bir silah olarak haline geldi.” ‘Dindar Siyonizm’ partileri, dindar bir devlete doğru olan eğilimin bir parçası olarak iktidara geldiler. Bu, bugüne kadar İsrail içinde derin bir bölünmeye yol açan ve muhtemelen sona ermesine yol açacak tehlikeli bir eğilimdir. Tarihçi ve oryantalist Bernard Lewis, “Tarihte Ortadoğunun geleceğini liberalizm ile teokrasi arasındaki mücadele belirler” derken haklıydı. *Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.

مشاركة :