“Baba” George Bush: Bir neslin ve akımın sonu

  • 12/2/2018
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

Çok kıymetli bir Iraklı dostuma, eski ABD Başkanı (Baba) George Bushun ölümünü duydum ve haftalık makalemi onun hakkında yazmayı düşünüyorum dediğimde kendisi kısa bir suskunluk yaşadı, belli ki bu konuda bazı hayal kırıklıkları yaşamıştı. Bu fikrimin ona ağır geldiğini hemen anladım, ama kibar sessizliği, ne demek istediğimi açıklamamam için bir fırsat oldu. Gerçek şu ki, politikacıların tutumlarını analiz ederken –olumsuz ya da olumlu-ifrata kaçan ve abartan birisi değilim. Bilakis siyasi bir araştırmacı olarak, fenomenleri özellikle de hayatlarımızı ve halklarımızın kaderini etkileyen ve etkilemeye de devam eden kimseleri gözlemlemeye, analiz etmeye ve çıkarımlar yapmaya çabalıyorum. Sonra, büyük bir ulusun liderinin biyografisine duygusal bir yaklaşım sergilenmemeli, ciddi bir okumaya tabi tutulmalıdır. Verileri birbirine bağlamak, günümüz ve gelecek üzerindeki etkilerini incelemek önceliğimiz olmalıdır. Arap bölgemizde, Baba Bush’un adı 1991deki Kuveytin kurtuluşu ile ilişkilendirildi. Dünyada, Soğuk Savaş sırasında sakin bir diplomatik yaklaşım sergiledi. Selefi, Başkan Ronald Reagan ve daha sonra oğlu George W. Bushun “ideolojik” yaklaşımlarından uzak durmaya gayret etti. Ama bu bağlamda, Bush’un vefatından sonra beni ilgilendiren kısım, temsil ettiği siyasi akımın kaderini düşünmek ve hala “siyasi ekolü” ile uluslar arası sahnede etrafımızda gördüğümüz şeyler arasında ortak paydaşlar olup olmadığını analiz etmektir. Baba Bushun yokluğu, İkinci Dünya Savaşının sonu ile onu takip eden Soğuk Savaşın sona ermesi arasındaki o Amerikan ve uluslararası politikanın kesin bir çöküşünü simgeliyor mu? Baba Bushla adeta özdeşleşen Cumhuriyetçi Partinin geleneksel yapısının sonu mu geldi? Bu geleneksel yapının belki de son temsilcisi ABD siyasetinin önde gelen ismi senatör ve son Başkan adayı John McCaindi. George Bushun siyaset tarzını dikkatlice takip ettiğimi hatırlıyorum, kendisi Temsilciler Meclisi üyesiyken Amerikan siyasetiyle ilgilenen meraklı bir gençtim. 1970 yılında Teksas eyaletinden Senatör seçilmek için çok çabaladı, ancak Demokrat Partiden rakibi Lloyd Bentsen karşısında kaybetti. Bu yenilgi, ABDnin kuzeydoğu köşesi New England’ın politik geleneğinde önemli bir yer tutan sülalesini olumsuz etkilemedi. Bilakis, Bushun kişisel kabiliyetleri ve sülalesinin Cumhuriyetçi Partinin seçkin siyasilerinden ve mali kurucularından olmasından dolayı, bu yenilgi bir tökezlemenin ötesine geçemedi. Çok geçmeden toparlandı ve kariyer basamaklarını emin adımlarla tırmanmaya başladı. Bentsen ise, Senatoda emekliye ayrılmadı, ancak Demokrat Partinin nüfuzu, bir zamanlar çok güçlü bir seçim makinesi olduğu Teksasta gerilemeye başlamıştı. Bu yaşlı senatör yine de, Başkan Bill Clinton döneminde maliye bakanı olarak atandı. Bu, 1988 yılında ABD başkanlık seçimlerinde Demokrat başkan adayı Michael Dukakis ile beraber başkan yardımcılığı yarışına girmesinden sonra oldu. İronik olarak, bu seçimler George W. Bushun başkanlığı kazanmasıyla neticelendi ve Dukakis yenilmişti. Ve eski rakibi Bentsenden intikamını geç de olsa almıştı! George Bush, -tahminlere göre- eski kalesinde son günlerini yaşayan "Cumhuriyetçi Parti"de farklı bir kişiliği temsil ediyor. New England, Anglo-Sakson ailelerin yani “eski göçmenlerin” ağırlıklı olarak yer aldığı bir bölgedir. Belki de senatör Suzan Collins, İki yıl sonra yapılacak Senato seçimlerinde Mainedeki koltuğunu kaybederse, bu Senatoda altı New England eyaletinden (Maine, New Hampshire, Vermont, Massachusetts, Rhode Island ve Connecticut) hiçbir Cumhuriyetçi kalmayacak. Aslında Boston, ABD’nin en eski şehridir, "kültür" ve "sermaye"nin de başkentidir. George Bush buranın en zengin mahallerinden birinde doğmuştur. Şehir - Massachusetts gibi - Cumhuriyetçiler için bir seçim kalesiydi. Onun zengin "cumhuriyetçi" aristokrat aileleri, şirketler kurdu, en görkemli okulları inşa etti ve en iyi üniversitelere sponsor oldu. Cumhuriyetçi Parti, George Bush ve onun benzerleri için uygun ortamdı. Zengin bir sanayici olan babası Prescott Bush, Connecticut eyaletinden Cumhuriyetçi bir senatördü. Oğlu ve torunu " başkan" olan Prescott Bush, onlar gibi ünlü Yale Üniversitesinden mezun olmuştur. Daha sonra, bu aile tatillerini Mainede geçirmeye başladılar, ancak politika ve para çocuklarını Texas ve Floridaya götürdü. Bugün, George Bushun politik mirasını paylaşan parti, çok farklı bir durumdadır. Bugünkü Amerika, "dede" Prescotttan George (Oğlu) ve Florida valisi Jeb Bush’a kadar uzanan Bush ailesinin nesillerinden tamamen farklıdır. “Baba” Bushun kuşağı, Margaret Thatcher’ın neredeyse silip süpürdüğü İngiliz Muhafazakâr Parti’deki ılımlı “tek millet savunucuları” kuşağa benziyor. Aslında Bush, başkanlık seçimlerini ilk kez yürütürken, “Reagan” fenomenine karşı bir kampanya yürütmüş oldu. Bu kampanya, “Katı ve sert” Ronald Reagan ve “ılımlı” George W. Bushu bir listede bir araya getiren parti saflarının birleştirilmesinin gerekliliğinden daha zaruri bir durumdu. Nitekim "denge" sağlandıktan ve saflar birleştirildikten sonra, Cumhuriyetçiler 1981 ve 1993 yılları arasında birbirini izleyen üç başkanlık seçimlerini kazandılar. Daha sonra, Bush 1988de partinin başkan adayı seçildiğinde, yardımcılığına Reagan ekolünden gelen Indiana eyaletinden sağcı bir senatör olan Dan Quayle seçildi. Bush, İkinci Dünya Savaşındaki seçkin askerlik hizmetine ve CIA (1976-1977) direktörü olarak görev yapmasından kaynaklanan istihbarat deneyimine rağmen, siyasete ve diyaloga inanıyordu. Aristokrat geçmişine ve kişisel servetine rağmen, rakiplerine dahi diyalog kapılarını kapatmayan esnek bir politikacıydı. Bu yüzden Çin Halk Cumhuriyeti ile "İletişim Bürosu Direktörü" seçilmişti. Başka bir Cumhuriyetçi Richard Nixon tarafından başlatılan Sarı Komünist devine açılma sürecini tamamlamıştır. Bugün ise oyun koşulları değişti! Amerika ve tüm dünya gibi Cumhuriyetçi Parti de değişti. Karşı tarafı anlama çabası ve diyalog politikacılar için bir yük haline geldi, her iki davranış biçiminden alabildiğine kaçıyorlar ve başkalarını kınamayı tercih ediyorlar. Belli koşullar altında bile, dünya bir arada yaşama kültürünü kaybetmiş durumda. Serbest ekonomi bile, belli şartlara göre yürüyor artık… Özgürlük, aydınlanma, hoşgörü ve insan hakları yayma bahanesiyle dünyayı sömürgeleştiren toplumlarda bile ırkçılık artık bir utanç değildir.

مشاركة :