Yaklaşık iki yıldır Müslüman Kardeşler’in itibarı sönmüş ve adları duyulmaz olmuştur. Geçmişte olduğu gibi artık açıklamaları medyada ateşli tartışmalar yaratıp bölge hükümetlerini tedirgin etmiyor. Bu, Arap halklarının önünde maskelerinin düşürülüp gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılmasının ve köşeye sıkıştırılmalarının doğal sonucudur. Aynı şekilde Arap ve İslam dünyasını yönetmek için onlara güvenen, onları gizliden ve açıktan destekleyen eski ABD Başkanı Obama yönetiminin aksine mevcut ABD Başkanı Donald Trump’ın Müslüman Kardeşler’e şüpheli yaklaşımı ve kendilerini yoldan çıkmış bir grup olarak görmesi de bunda büyük bir rol oynamıştır. Peki, mevcut koşullar ve birbirini takip eden politik değişkenler ışığında Müslüman Kardeşler nerededir? Eski konumlarını kazanmak için Katar’ın desteğini almaları ve Batı ülkelerinde küçük ofisler açmalarına rağmen Körfez ülkelerinin büyük bir çoğunluğuyla Mısır gibi ülkelerde hükümet tarafından sıkı bir kovuşturmaya tabi tutulan örgüt, ‘takiye’ perdesi ardında gizlenmektedir. Hatta Tunus ve Libya’da olduğu gibi büyük destek gördükleri ülkelerde bile korkuyla yaşamaktadırlar. Rahat bir şekilde yaşayabilecekleri tek yer 30 Haziran 2013’de Mısır’da Müslüman Kardeşler rejimine karşı yapılan devrimin ardından kendilerine kucak açan Türkiye’dir. Müslüman Kardeşler liderleri ve üyeleri kendilerine yöneltilen suçlamalardan kaçarak Türkiye’ye sığınmışlardır. Bu suçlamaların en önemlisi de Katar gibi Mısır’a düşman ülkeler, Hamas ve Hizbullah gibi terörist gruplar ile Bingazi’deki silahlı gruplarla ilişkileridir. Onlar yargıdan ve hesap vermekten kaçmışlardır. Yakın bir zamanda İstanbul, sıkışmış olduğu köşeden kurtulmak isteyen örgütün liderleri ve aktivistleri tarafından düzenlenen bir toplantıya tanıklık etti. Bu toplantıya Tunusluların devrimden sonra devleti ayağa kaldırma fırsatını kaçırmak ve ülkesine sadık kalmak yerine Müslüman Kardeşlerin gizli örgütsel metodunu tercih ederek ihanetle suçladıkları eski Tunus Cumhurbaşkanı Munsif El-Merzuki ve Mısırlı muhalif Eymen Nur’da katılmıştır. Eymen Nur; Türkiye’den yayın yapan ve Müslüman Kardeşler’e ait olan ‘El-Şark’ kanalının sahibi ve Müslüman Kardeşler’in Batı karşısındaki liberal, daha doğrusu Türkiye Cumhurbaşkanını örnek alan ‘modern’ İslamcı yüzüdür. Bu son toplantı; Müslüman Kardeşler’in geçen iki ay boyunca Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayını sömürmek için harcadığı büyük çabanın bir özetiydi. Ki Eymen Nur, Kaşıkçı olayını rejime karşı bir tepki olarak kendisini yakan Tunuslu genç Buazizi’den sonra ikinci Arap Baharı’nın fitilini ateşleyecek olay olarak nitelemiştir. Müslüman Kardeşler’in bu toplantısında, Eymen Nur’un bu tür bir toplantıyı hiçbir Arap ülkesinde yapmak mümkün olmadığı için Türkiye’de düzenlendiği sözleri ne kadar doğrudur? Evet, bu bir gerçektir. Müslüman Kardeşler’in elinde büyük bir fırsat bulunuyordu ama o bunu kaçırdı. Bu nedenle Türkiye’de bulunmaları, Katar’ın desteğiyle, hem içerik hem de sanatsal yönden zayıf kanallar açmaları onlara tekrar hayat vermeyecek. Türkiye her ne kadar onlara topraklarında yaşama izni verse de ekonomik olarak onların masraflarını karşılama gücünden yoksundur. Bu nedenle bu rol hem Türkiye’de hem de başka ülkelerde gerekli finansmanı ve ekipmanı sağlayan, üyelerin birbirleri ile ilişkilerini yöneten, bir lideri aday gösterip diğerini düşüren Katar’a verilmiştir. Son toplantıda Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayını kullanarak Suudi Arabistan’a karşı kışkırtıcı bir dil kullanıldı. Toplantıya katılanlar, Türkiye’deki en üst düzey makam ile Katar tarafından yönetilen medya kampanyasını memnuniyetle karşıladıklarını, çünkü bunun en büyük taleplerine ulaşmalarını sağlayacağını belirttiler. Bu talep; Suudi Arabistan’da rejimin değişmesi, ardından Körfez sisteminin çökmesi ve beklenen hilafet hayalinin gerçekleştirecek olan Türkiye’nin bölgeye hâkim olmasıdır. Oysa teorik ve pratik olarak Türkiye’nin kontrolüne geçen tek ülke Katar’dır. Son zamanlarda iki ülke liderleri arasında imzalanan anlaşmalar Türkiye’nin Katar’daki varlığının geri dönüşü olmayacak şekilde tek yönde ilerlediğini kanıtlamıştır. Bu anlaşmalar; Türkiye’nin Katar topraklarındaki askeri varlığını güçlendirme ve eğitim amaçlı karşılıklı subay değişimi gibi maddeleri de kapsamıştır. İki ülke arasındaki faydacı ilişkinin temelinde; Müslüman Kardeşler örgütünün temsil ettiği yönetimde siyasi İslam ilkesini kabul etmeleri bulunmaktadır. İki ülke arasındaki ortak çıkarlar da bu ilkeden yola çıkmaktadır. Müslüman Kardeşler, Türkiye’yi hilafet serabı ile kandırırken, Katar da Türkiye’nin egemenliğinden güç aldığına inanmaktadır. İstanbul’da toplanan Müslüman Kardeşler üyeleri Kaşıkçı’nın ailesinden çok ‘Kaşıkçıydı’. Onun adını ve ölümünü, uluslararası toplumu Suudi Arabistan’a baskı yapmaya kışkırtmak için kullandılar. Oysa Kaşıkçı’nın ailesi, adaletin gerçekleşmesi konusunda önce Allah’a sonra Suudi Arabistan yargısına güvenmeyi seçmiştir. Türkiye’de Kaşıkçı adına başlatılan kampanya ve siyasi fırsatçılık yakın bir zamanda sona erecek gibi görünmemektedir. Ama artık bir karşılık verilmesi gerekmektedir. ABD ve hatta Avrupa ülkeleri, ses kayıtlarının Suudi Arabistan yönetiminin Kaşıkçı’nın öldürülmesiyle ilişkili olduğunu kanıtlamadığını sürekli tekrarlamasına rağmen, Türkiye günlük olarak uluslararası platformlarda ve medya kuruluşlarında bu iddianın propagandasını yapmakta ısrar etmektedir. Müslüman Kardeşler, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayının sırtlanlara Suudi Arabistan’a saldırmaları için bir fırsat verdiğini mi düşünüyor? Eğer Müslüman Kardeşler’in yaptıkları şey bu hayali gerçekleştirmeye çalışmaksa, şüphesiz bu onlar için bir fırsattır. Ama Suudi Arabistan’ın bu kadar zayıf olduğuna gerçekten inanıyorlarsa; bu, onların ne ilk hataları ne de siyasi oyundaki son başarısızlıkları olmayacaktır. Arap dünyasının yönetimini ele geçirmek için onlarca yıl süren hazırlıktan sonra Yemenli, Tunuslu, Mısırlı ve Suudi Arabistanlı üyelerinin toplantılarını düzenlemek için İstanbul’da küçük bir salondan başka yer bulamamaları da bunun en büyük kanıtıdır.
مشاركة :