Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn, Baabda Sarayı’nda kendisini ziyaret eden heyete bir hikâye anlattı. Öyle görünüyor ki bu hikâyenin anlamı, Lübnan’daki siyasi partilere tam olarak ulaşmadı. Nitekim bu partiler, kendisini ziyaret eden heyete hikâyesini anlatırken Cumhurbaşkanı Avn’ın zihninde mevcuttu. Cumhurbaşkanı Avn, 7 aydır kurulamayan hükümetin hemen kurulması ümidiyle bu hikâyenin anlamının hedefine hızlı bir şekilde ulaşmasını temenni etti. Heyet, 75. bağımsızlık yıldönümü kutlamaları münasebetiyle Cumhurbaşkanı Avn’ı ziyaret etti. Heyetteki üyeler, cumhurbaşkanına parlamento seçimlerinin bu yıl Mayıs ayında yapılmasının ve seçim sonuçlarının ardından ertesi gün kurulması beklenen hükümetin 7 aydır bir ilerleme kaydedemeyip yerinde saymasının nedenini sordu. Zira hükümet, ilerleme kaydetse bile ilk noktaya yeniden geri dönüyordu. Hükümetin kurulmasına yönelik detayları başından beri takip edenlerin bildiği gibi bu durum, Başbakan Saad Hariri’yi hükümeti kurmaya yönelik müzakereleri tamamlayamaması halinde yeniden müzakere yapmayacağını ve bu görevi tekrar kabul etmeyeceğini söylemeye sevk etti. Hariri, hükümetin kurulmasını engelleyen siyasi güçlerin uyanıp kendine gelmesi ümidiyle bu sözleri kritik bir anda dile getirdi. Fakat ciddiyetine rağmen Hariri’nin sözleri, siyasi güçleri kendine getirmek için yeterli değildi. Ayrıca bu sözler, Lübnan gibi bir devletin 7 aydır hükümetsiz kalmasının kamunun yararına olmadığı konusunda siyasi güçleri ikna etmek için yeterli değil gibiydi. Yine ülkedeki politikacılar, aradan geçen bu kadar zamana rağmen yeni bir hükümet konusunda uzlaşmaya varamadı. Bu da politikacılara yakışmayan bir durumdur. Cumhurbaşkanı Avn, Baabda Sarayı’nda ziyaretçilerine Hz. Süleyman’ın (as) meşhur hikâyesini anlattı. Avn, Lübnan’daki siyasi gerçeğe işaret etmek için Hz. Süleyman’ın hikâyesinden daha güçlü anlama sahip bir hikâye olmadığını düşündü. Neredeyse hepimiz, bu hikâyeyi biliyoruz. Fakat Lübnan’da ya da başka bir Arap ülkesinde ders almak için bu tür derin anlamlara sahip hikâyeler hakkında düşündüğümüzü kim söyleyebilir ki? Kültürümüzde ne kadar da benzer hikâyeler var! Bu hikâyelerden alınmayan dersler ne kadar da fazla! Aralarındaki bir çocuk için anlaşmazlığa düşen iki kadın geldi. Her iki kadın da çocuğun annesi olduğunu söylüyordu. Çocuğun kendisine verilmesi için Hz. Süleyman’ı ikna edeceği düşüncesiyle her iki kadın da bu konuda kanıt gösteriyordu. Fakat Hz. Süleyman, bu durum karşısında şaşırmıştı. Hz. Süleyman, birinden çocuğun gerçek annesi olduğuna dair sözler işitirken diğerinden de aynı sözleri duyuyordu. Öyle ki mesele, şaşılacak bir duruma dönüştü. Hz. Süleyman, bu durum karşısında ne yapması gerektiğini bilemedi. Her iki kadın da bir şeyler söylüyordu. Her ikisi de çocuğun gerçek annesi olduğunda dair kanıtlar ileri sürüyordu. Hz. Süleyman, bu durum karşısında şaşırmışken lisan-ı hali, şairin şu beytini tekrarlıyordu: Herkes, Leyla’nın kendisini sevdiğini iddia ediyor Fakat Leyla, bu konuda ne bir şey biliyor ne de onlara bir şey söylüyordu. Hz. Süleyman, kesin çözüm olduğunu düşündüğü bir yola başvurarak her iki kadına da kanıt ve delil göstermekten vazgeçmelerini söyledi. Hz. Süleyman, tam olarak çocuğun annesinin kim olduğunu belirlemenin zor olduğundan, çocuğu ikiye bölüp aralarında paylaştıracağını dile getirdi. Hz. Süleyman, bundan daha adil bir çözüm olmadığını ifade etti. Böylece her iki kadın da sakinleşecekti. Amaç buydu. Hz. Süleyman, tam söylediklerini uygulayacakken ya da tam sözlerini bitirmişken kadınlardan birisi, bu fikri kabul etmediğini söyleyerek çocuğu ikiye bölmemesini rica etti. Sadece bu kadın, ricada bulunarak çocuğun diğer kadına verilmesi konusunda ısrar etti. İşte burada Hz. Süleyman, düşüncesinin işe yaradığını ve diğerinin değil de bağıran kadının çocuğun gerçek annesi olduğunu hemen anladı. Çünkü gerçek bir anne, başkasının kucağında olsa bile kesinlikle çocuğunun sağlıklı bir şekilde yaşamasını ister. Gerçek bir anne, çocuğunun bir yarısını kendisine diğer yarısını da annelik duygusunun anlamını bilmeyen diğer kadına verilecek şekilde çocuğunun ikiye bölünmesini ya da başına herhangi bir kötülüğün gelmesini istemez. Zira annelik duygusu, her zaman daha güçlüdür. Çünkü annelik duygusu, kadına eşlik eden ve kadını terk etmeyen bir dürtüdür. Heyetin ayrılması sırasında Avn, bu etkili hikâyeyle kıyaslayarak ve sözcükleri vurgulayarak ülkeyi kendisine teslim etmek için Lübnan’da çocuğun annesini aradığını söyledi. Çünkü gerçek hikâyede de görüldüğü gibi çocuğun annesi, çocuğuna önem verecek ve çocuğunun güvenliğine ve selametine dikkat edecekti. Cumhurbaşkanı Avn’ın hikâyenin anlamının ulaşmasını istediği tarafa ulaşmamasından daha tuhaf bir durum varsa o da bu hikâyeye verilen tepkiler ve Lübnan örneğinde çocuğun annesiyle ilgili tartışmalardır. Tam olarak çocuğun annesi kim? Kendimizi Lübnan’ın, çocuğun annesinden ziyade Hz. Süleyman gibi hikmetli bir hükümdara ihtiyaç duyduğunu söyleyenlerin karşısında bulduk. Belki de Lübnan’ın her ikisine de ihtiyacı var. Çünkü birinin bulunmaması, diğerinin mevcut olmaması anlamına geliyor. Yine kendimizi çocuğun annesinin gerçekten Lübnan için kendisini feda etmesinin önemli olduğunu söyleyenlerin karşısında bulduk. Çünkü hiçbir taraf, ülke için kendisini feda etmeye hazır değil. Sonuç olarak hükümetin hızlı bir şekilde oluşturulmasını bekleyenler, daha çok bekleyecekler. Cumhurbaşkanı Avn’ın yaptığı açıklamaların hepsi doğru değildi. Bazı açıklamaları doğru ve yerindeyken bazıları da yerinde ve doğru açıklamalar değildi. Çünkü herkes, Lübnan’daki siyasi tarafların hükümete karşı tutumlarının eşit olmadığını biliyor. Yine herkes, Hizbullah’ın yeni hükümette bakan olarak temsil edilmesini istediği 8 Mart Sünnileri hikâyesinden vazgeçerse Saad hükümetinin hemen ortaya çıkacağını biliyor. Sanki Hizbullah, şu veya bu tarafın bakan olarak temsil edilmesini isteyerek hükümetin kurulmasını daha da engellemek istiyor gibi. Cumhurbaşkanı Avn tarafından anlatılan hikâyenin gerçek anlamı, taviz vermek istemeyen siyasi tarafı taviz vermeye teşvik etmek değildir. Aksine bu hikâyenin gerçek anlamı, hükümetin kurulmasını engelleyenlerin, ülkenin ve halkın çıkarlarını siyasi bir grubun ya da partinin özel çıkarlarına tercih etmeye ne kadar hazır olduklarını göstermektir. Aslında meselenin özü şudur: “Hizbullah, ülkenin çıkarını kendi çıkarına tercih etmeye ne kadar hazır?” Hizbullah, 8 Mart Sünnileri hikâyesinin hükümetin kurulmasının önündeki tek engel olduğunu ve bu engele tutunmasının kendisinin yararına olabileceğini biliyor. Olabilir… Hiç kimse, Hizbullah’ın kendi menfaati için çalışması gerektiğini inkâr etmiyor. Zira bu, siyasi partilerin çalışmalarının doğasında var. Fakat partinin çıkarları, devletin çıkarlarıyla çeliştiği zaman hiç tereddütsüz devletin çıkarları tercih edilir. Çünkü Lübnan’a tabiiyet, genel bir çatı olarak devam ettiği sürece devletin çıkarları, Hizbullah’ın ve diğer partilerin çıkarlarını da kapsamaktadır. Hizbullah’ın Lübnan’da hükümetin kurulmasının 8 Mart Sünnilerinin hükümette temsil edilmelerinden önce geldiğini ve Lübnan’ın tek bir devlet olarak kalmaya devam edip ikiye bölünmeyi kabul etmediğini bilmesi gerekiyor.
مشاركة :