Necib Mahfuz’un ‘Yıldızların Fısıltısı’ bizi mahalle kültürüne geri götürüyor

  • 12/14/2018
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Daru’s-Saki Yayınevi tarafından geçen cumartesi günü hem Kahire hem de Beyrut’ta aynı anda yayınlanan merhum edebiyatçı Necib Mahfuz’un “Yıldızların Fısıltısı” adlı öykü derlemesi, Nobel Ödülü olan yazarın ne en okunası ne de en güzel kitabı... Ancak bu derlemenin, büyük yazarın doğum günü ve Nobel Edebiyat Ödülü almasının 30’uncu yıl dönümü anısına kitap haline getirilerek yayınlamasının manevi bir değeri var. Yıldızların Fısıltısı adlı kitapta toplanan öyküler, biri hariç 1990’lı yıllarda “Nesf El Donya” adlı dergide yayınlanmıştı. Kitabın çalışmalarını yapan, derleyen ve önsözünü yazan Mısırlı yazar Muhammed Şair’e göre daha önce yayınlanmayan “Eski kaledeki çocuk” adlı hikayenin de diğer öykülerden herhangi bir farkı yok. Bu öykü, dokuz oğlunu bir salgında kaybeden Adem es-Seka’nın geriye kalan tek oğlunun hikayesini anlatıyor. Adem, oğlunun hayatta kalması halinde onun üzerine yemin eder. Çocuk 7 yaşına kadar yaşar ve babası oğlunu tekke imamına teslim eder. Çocuk, anne ve babası ölünceye kadar hayatını adeta narin bir çiçek gibi sürdürür. Henüz 10 yaşındayken anne ve babasını kaybeder. Sonra aklına kale kapısının ne zaman açılacağı sorusu gelir. Kale kapısı açıldığında ise yetişeceği bir yer varmışçasına acele eden çocuk kendini keşfetmek üzere kaleden içeri ilk adımını atar. Üç gün boyunca kayıp olan çocuk geri döndüğünde ise tamamen değişmişti. Döndüğünde artık imamın hizmetçisi olamayacağını söyledi. Mahfuz, isyankâr çocuk ile ısrarcı imam arasında geçenleri adeta savaş gibi tasvir ediyor. Hatta bu savaşa mahallenin imamı da dahil oluyor ve çocuğa birkaç yumruk atıyor. Yediği darbelerle yere düşen çocuk gerçekten de tekke imamının ve mahalle imamının sandığı gibi ölmüş müydü? Belki. Fakat mezarlıklar onun ölmediğini söylüyordu. Halen eski kalede dolaşıyor, büyüyor ve boyu uzadıkça uzuyordu. Kitapta yer alan, farklı uzunluklardaki 18 öykü de ortak mekan olarak bir mahallede geçiyor. Bu öykülerde mahalle imamı gibi başka imamlar ve evliyalar da buluyoruz. İnsanların çoğu kendini hurafelere kaptırıyor. Bazıları da buna karşı koymaya çalışıyor. Mahfuz’un öyküleri ya ölümle ya da delilik suçlamasıyla bitiyor. Ölüm veya delilik suçlamasıyla sona ermeyen çok az hikaye ise var olan zihniyete karşı kazanılan zaferle bitiyor. Elbette öykülerde kitleleri kendine çeken çatışmalarla sonuçlanan birçok çelişkili tutku ve zıt irade var. Hikayeler asla özlenmeyecek bir yer olan mahalledeki evsizlerin, hayaletlerin ve şeytani varlıkların yaşadığı eski kaleler veya mahzenlerde geçiyor. Bu iki yerin tek bir mekan olduğunu bile söyleyebiliriz. Kitaptaki öykülerin köşe taşları olan bu mekanın hikayelerde sembolik bir yeri var. Mahfuz öykülerini insan hayatının bir parçası haline gelen batıl inanç ve gizemlerle donatıyor. Öykülerden en kısa olanı “Karınca Kehaneti.” Bir karınca, bir dilenciye kehanette bulunarak tüm gözlerin ona çevrileceğini ve yöneticiler tarafından kabul edileceğini öngörür. Ardından dilencinin trajik hikayesini okumaya başlıyoruz. Aynı boyutlardaki küçük bir hikaye olan ve adeta bir ölüm ilanını andıran “Son Gecenin Sırrı” adlı öykü ise mahalleye çiçeklerin kokusuna kapılarak giren bir adamın yalnızca bir sayfa ve birkaç satırdan oluşan hikayesini anlatıyor. Necib Mahfuz bu öykülerde de tıpkı alışık olduğumuz gibi tamamlanmamış tablolar çizmeye ve bazı kelimeleri ve cümleleri boş bırakarak okuyucunun hikayeyi tamamlamasına izin veriyor. Bu durum kitaba adını veren “Yıldızların Fısıltısı” adlı öyküde de karşımıza çıkıyor. Hikâye geleceği okuyan ve tehlikelere karşı uyaran şeyhleri anlatıyor. Ancak insanlar onların kötümser sözlerine çok az önem veriyorlar. Tıpkı karısı bir yaşındaki çocuğu ile birlikte şarkıcıya kaçan zengin tüccar Kadri ustanın başına gelenler gibi. Kitaptaki öykülerden bir diğeri ise “Kovalamaca.” Kovalamaca, toplumun baskısı ve erkeklerin gücüne rağmen sahip oldukları hakları geri almaya karar verdiğinde bir kadının intikamının ne derece korkunç olabileceğine dair bir örneği anlatıyor. Necib Mahfuz’un en önemli özelliklerinden biri olarak bilinen simge kullanma tarzıyla hikâyeyi bitirdiğimizde, Mahfuz’un mahalle kültürünü çizme tutkusu ve karakterlerin kişiliklerini çözmemizi sağlayan anlamlı isimler verme sevgisiyle farklı ruh hallerine sürükleniyoruz. Muazzam güzellikte yaratılmış ve yaşlandığında geri dönmek üzere ortadan kaybolmuş Tevhide’den tesadüfen insanların gözünde bir veliye dönüşen mahallenin dilenci çocuğuna bir sürü karakter Mahfuz’un öykülerinde yer alıyor. Kitaba kısa ve dokunaklı bir önsöz yazan yazar Muhammed Şair Necib Mahfuzun “Ben parçalamaların kralıyım” sözüyle başlıyor. Mahfuz’un kaleme aldığı taslakların çoğunu yırtıp attığını ve geriye bırakmadığı biliniyor. Fakat Mahfuz’dan kalan yazılar “yayınlananlar” ve “yayınlanmayanlar” olarak iki başlık altında düzenlemişti. Necib Mahfuz’un kızı Ümmü Gülsüm, anne ve babasının ölümünden sonra annesinin derlediği bu yazıları bir sandık içerisinde Muhammed Şair’e teslim etti. Şair kendini sanki bir Firavun mezarı keşfetmiş gibi hissetti. Sandıkta gün ışığı görmemiş yazılar, romanlar, defterler, yazışmalar ve sürprizler vardı. Sandıktan bir de “deneme taslağı” yazan bir dosya çıkmıştı. Bu dosya 1993 ve 1994 yılları arasında dergide yayınlanan “Son Karar” ve “Unutkanlığın Yankısı” isimleriyle basılan toplam 40 öykülük iki kitabı içeriyordu. Şimdi de geriye kalan 18 hikâye “Yıldızların Fısıltısı” adıyla yayınlanan bir kitapta toplandı. Şair daha da güzel olmasını istediği kitabın sonuna, kitapta yer alan hikâyelerin çoğunun Necib Mahfuz’un el yazması sayfalarını da ekledi. Böylece okuyucu hikâyenin orijinal halinin bir kopyasına ulaşma ve tıpkı Yıldızların Fısıltısı öyküsünde de olduğu gibi yapılan düzenlemeleri görme imkânı buldu. Orijinal sayfaları incelediğimizde Necib Mahfuz’un Yıldızların Fısıltısı öyküsünün adını boş bir sayfanın ortasına yazdığını görüyoruz. Sonra öyküsünü anlatmaya başlamak için yeni bir sayfaya geçtiğini ve cümleleri bitirmesi gereken anı kollayıp yeni bir satıra geçişini. Ayrıca bu kopyalarda Mahfuz’un ünlem ve soru işareti gibi noktalama işaretlerini İngilizcede yazıldığı şekliyle kullandığı gözlerden kaçmıyor.

مشاركة :