Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi zirve toplantısı son derece kritikti. Kral Selman bin Abdülaziz üç şeyi başardı: Toplantı organizasyonunu düzenlemek, diğer Körfez ve Arap ülkelerinine dair gündem dosyaları sunmak ve tüm bunlarda çıkarlara ve ilgili referanslara dayanmak. Krallığın tutumu, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği teşkilatının gerekliliği, herkesi savunmak için ortak bir askeri güç kurma ihtiyacı, Körfez ve diğer bölge Araplarını tehdit eden tehlikeleri belirlemek gibi dosyalar da dâhil olmak üzere diğer dosyalarda değişmedi. Üzerinde durulan konuların ciddiyetine ve katılımcı ülkelerden hiç birisi itiraz etmemesine rağmen, herkes tarafından onaylanan bu kararların ne şekilde ve ne zaman uygulamaya geçeceği belirlenmedi. Örneğin, daha önce geniş çapta tartışılan Körfez Ordusu girişimlerine nasıl bir karşılık verilecek, Gümrük Birliği, para birimi birliği, dış politika koordinasyonu gibi Körfez Arap Ülkeleri İşbirliğinin kurulmasının temeli olan meseleleri kim uygulamaya koyacak? Bu meselelerin daha önce ortaya atıldığı iyi bilinir ve Krallık, başkaları tarafından bu meseleler ortaya atıldığında, inisiyatif alan ve onaylayanların ön saflarında yer almıştı. Katar Devletinin zaten bu kervanın dışında durduğu doğrudur. Ancak bu kararların uygulanmasına yönelik herhangi bir çaba olmadığı gibi herhangi bir ilerleme de kaydedilememiştir. Bu çıkmaza dair herkesin öne sürdüğü mazeret, egemenlik ve özgürce karar vermeye bağlılıktır. Bu, geçerli bir mazeret olamaz, zira herkes ortak bir askeri güç ve ortak bir Körfez pazarını kurmanın zaruretine inanıyor. Gerçek şu ki, mesele artık hareketsizlik, gecikme veya tereddüdün ötesine geçmiş durumda, zira artık mesele engelleme veya geri durma ya da başka yollarda yürümeye doğru ilerliyor. Ortada bir daralma, davranış bozukluğu hatta çaresizlik hali var. Sonuç bildirgelerin altına imza atmalarına rağmen atılan adımları gereksiz ve faydasız görebilmekteler. Yaptıkları tek şey sürekli hayıflanmaktan ibarettir. Bu kötü gidişat sadece Körfez İşbirliği Konseyini kapsamıyor, zira en azından bu Konsey, Krallığın kararlılığı nedeniyle bir araya gelebiliyor ve ortak bir dille konuşabiliyor. Arap Birliği, yan komisyonlar ve onlara bağlı komitelerde durum çok daha kötüdür. Uluslar arasındaki ikili ilişkiler istenen düzeyde olmadığı gibi en doğusundan en batısına kadar Arap dünyasında açık ya da gizli bir şekilde devam eden iç savaş sorunları da yeterince ilgi görmüyor. Örneğin, Fas Kralı VI. Muhammed, sadece Batı Sahra sorununda değil, bütün meselelerde diyalogu yeniden başlatmak için Cezayire çağrı yaptı. Ancak Cezayirliler, bu açılıma kabul veya ret yönünde bir cevap dahi vermediler, düşünme süresi dahi talep etmediler. “DEAŞ"a karşı kazandığı zaferi birkaç gün önce kutlayan Irak’a gidelim. Bu durum, istikrarın nispeten elde edildiği anlamına gelir. Ancak Başbakanlık görevini uzlaşma yolu ile kabul eden Abdulmehdi, artık kendisi güçsüz, hükümeti de eksik görünüyor. Önerdiği İçişleri ve Savunma bakanları, İranın taraftarları olmakla suçlanıyor. En iyi demokrasilerde dahi bu türden krizler yaşanabilir. Fakat Irak’ta farklı bir durum yaşanıyor, zira DEAŞ’a karşı zafer kazanan eski Irak Başbakanı İbadi, İranın hükümetin kurulmasını engellemeye çalıştığını ifade etti. Malikinin İçişleri Bakanı adayı Falih Feyyad, seçimlerden sonra İbadinin bloğundan ayrılmıştı ve bu hamleyi İran’ın istemediği İbadi’yi zayıflatmak için yapmıştı. Bu da demek oluyor ki İranın gücü sadece güvenlik, askeri birimler ya da Haşbi Şabi ile sınırlı değildir, bilakis hükümeti ve bakanları şekillendirebilecek gücü vardır. Ülkede yaşanan kriz İran kaynaklıdır, diğer kurumlarda olduğu gibi ya hükümeti ele geçirerek ya da ülkeyi hükümetsiz bırakarak krizi tetiklemektedir. Irakta yaşanan şeylerin bir benzeri Lübnan’da yaşandı ve yaşanmaya da devam ediyor. İranın “Hizbullah”ının politik ve askeri kararlar üzerindeki etkisi hala devam etmektedir. Saad Hariri, hükümeti kurmak için yaklaşık yedi aydır uğraşıyor, hükümeti kurma adına her bir düğümü çözdükçe önüne yeni bir düğüm geliyor, en sonuncusu, Hizbullahın çıkarttığı son bakan kriz ve Sünni lider olan Hariri Hizbullah yandaşı bir Sünni bakanı arzu etmiyor. Her gün gazete ve kanallar üç tarafın hamlelerini kıyaslayıp duruyor; Cumhurbaşkanı Avn, Saad Hariri ve Hasan Nasrallah. Cumhurbaşkanı bazen Hariri’nin yanında yer alırken bazen de Nasrallah ile beraber hareket ediyor. Gazetelere bakacak olursak Nasrallah Hariri’den rahatsız, ancak yine de Hariri’den vazgeçmek istemiyor! Nasrallah bu şekilde davranmaya ne zamana kadar devam edecek, merak konusu! Yandaş gazete yazarları, yaşananların saçmalığından dem vurup duruyorlar, zira onlara göre Nasrallah bu türden işlerle ilgilenmiyor çünkü kendini sınırda Siyonist düşmanla savaşmaya adamış! Füzelerden sonra mücadele yöntemini geliştirmiş durumda; Siyonistleri taciz etmek için sınırda tüneller kazmak… Ancak ne hikmetse sınırdaki Lübnan ordusu bunu hissetmezken, uluslararası güçler hissettiler. Tartışmalar devam ediyor. Lübnan ise hala hükümetsiz, çünkü İranlılar çoğunluk kendilerinde olmadığı sürece herhangi bir hükümetin kurulmasını istemiyorlar. Irak ve Lübnanda “zaferin istikrarı” ile yoluna devam eden iki ülkenin yanı sıra, savaşın devam ettiği üç ülke var; Suriye, Yemen ve Libya… Ve bunların ikisinde İranın doğrudan etkisi var. Libya’daki savaş gerçekten çok şaşırtıcı. Uluslararası toplumun meşru kabul ettiği hükümetin lideri, başkent de dâhil olmak üzere Libya’nın bütün mahallelerinin milisler tarafından kontrol edilmesini nasıl kabul ediyor? Libyadaki kaostan dolayı kendi topraklarına akan göçten etkilenen İtalya, arabuluculuk yapıyor. Şimdiye kadar sonuç vermemiş olsa da Libyanın doğusunu kontrolü altında tutan Halife Hafter ile yeni Başbakan arasında arabuluculuk yapıyor. BM Suriye Özel Temsilcisi De Mistura da görevinden ayrılıyor, ‘eski sayfalar dürüldü, artık yeni sayfalar açma vakti!’ dedi. Suriye topraklarının yüzde 40ı Kürtlerin, Suriye silahlı muhalefetinin, Türkiye ve Amerikanın kontrolü altında olduğuna göre hangi sayfa dürülmüştür? Rejim güçlerinin kontrol ettiği alanları, Ruslar ve İranlılar idare ediyor. Esed’e göre bu alanlar kurtarılmış bölgeler. Beş yıl boyunca kendi sancağı altında savaşan bazı kuvvetlerin terhis edildiğini söyledi. Çünkü son dönmelerde kontrol altına aldığı bölgelerde yaşayanları terhis olanların yerine silâh altına alabileceğini ifade etti. Savaş ve kıtlıkla kuşatılmış Yemenliler, İsveçdeki müzakerelerde, Husi milisleri tarafından tutsak edilmiş esirlerin bir kısmının serbest bırakılması için çabalıyorlar. BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths, "Yemendeki ikinci en büyük şehir olan Taiz ve Hudeyde sorunlarının çok karmaşık" olduğunu ifade etti. İlki dört yıldır milisler tarafından kuşatılmış durumda, ikincisi de hala Husilerin pençesinde! Katar Devleti, Hamasa Ben-Gurion Havalimanı üzerinden para göndermekle övünüyor. Gazzedeki halkın Mısıra gitmek zorunda kalmaması ve yeni bir havalimanı açılması için Netanyahu ile Hamas arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor! Suudi Kralının, bütün bu gelişmeler yaşanırken duyarsız olması, işi ciddiye almaması mümkün olabilir mi? Bu boğucu atmosferin ortasında yaşlıların bilgeliğini ve gençlerin emellerini dikkate alarak yeni bir geleceği nasıl elde edeceğiz? Tarihçiler, Haçlı seferleri sırasında, iktidar için birbirleriyle yarışanların, sonradan birbirlerine karşı zafer elde etmek için Haçlıları yardıma çağırma hususunda yarıştıklarını söylüyorlar. Müjdeler olsun ey insanlar! Sizler çağırmamış olsanız da İranlılar yardımınıza koştular! Ne diyelim; Lâ havle ve Lâ kuvvete illâ billâhil Aliyyil Azîm! (Güç ve kuvvet, sadece Yüce Allah’ın yardımıyla elde edilir.)
مشاركة :