Fransada altı milyon Müslüman yaşıyor. Farklı tarihsel koşullarda ülkeye insan seli aktı. Birçoğu, Fransanın Asya ve Afrikada uzantılarının olduğu imparatorluk döneminde geldi. Altyapının kurulmasına katkıda bulundular, I. ve II. Dünya savaşlarında Fransa ile beraber savaştılar. Dilini öğrendiler, topluma adapte oldular, ancak kendi değerler sistemi ve Fransa’daki kamusal yaşamın genel dokusu bazı yapısal problemleri beraberinde getirdi. Dışarıdan ülkeye akan insanlar, akıllarında ve kalplerinde taşıdıkları değerler sistemiyle beraber geldiler ve yeni karşılaştıkları çevre bu değerleri ne değiştirdi ne de silebildi. Bu değerler sistemi; İnançları, değerleri ve gelenekleri ile İslami, dini idi. Din ve kimlik ile sıkı ve nitelikli bir ilişki içinde olan bir ülkede paralel kimlikler yarattılar. Eski sömürge milletlerden milyonlarca Asyalı ve Afrikalıyı ülkesine alan İngiltere’de farklı bir durum yaşandı, zira gelen insanlara bütün kapılarını açmıştı ve bazıları üst makamlara kadar ulaştılar. Fransız İmparatorluğu siyasi, askeri ve ekonomik olduğu kadar kültürel bir imparatorluktu. Suları Fransız coğrafyasının yüzeyine akan İslami insan seli, toplumun bileşenlerine kadar sızdı. Bu insanlar dini değerler sistemine dayanan paralel bir değerler sistemi inşa ettiler. Fransa’nın yüzyıllar önce cevap verdiği ve aştığı yeni sorular ortaya atılmaya başlandı, dolayısıyla yeni bir fenomen meydana gelmiş oldu. Bu soruların en başında şunlar gelmekteydi: Dinin politik yaşamdaki sınırları nerededir? İnanç, davranış ve kamusal alan açısından bireysel özgürlüğün çerçevesi nasıl çizilecek? Terörizme yol açan şiddet ve radikalizm, soruları daha da zor hale getirdi. Fransa, medya, yasama ve yürütme kurumları aracılığıyla yaşamın getirdiği her yeni fenomenle yüzleşme yeteneğine sahip gelişmiş bir toplumdur. Bugün sorulan soru şu: Fransada İslamın dini, sosyal ve güvenlik tezahürleriyle nasıl bir ilişki kurulacak? Din ve devlet ayrımı, Fransa’da yoğun bir şekilde kullanılan siyasi bir terimdir. ‘Laiklik’ kelimesine indirgenmiş bu terim etrafında uzunca bir süredir kalem oynatılmaktadır. Bu terim ya da kelimenin etrafında doktrinler, kaynaklar ve düşünceler oluşmuştur. Bu doktrine göre devlet, başta Anayasa olmak üzere kanunlar kalesine sahiptir. Dini mirasın, devletin siyasi ve medeni yasalarına sızması ancak bu şekilde önlenebilir. Yine bu doktrine göre devlet, somut bir biyolojik varoluş değil, mutlak teorik bir varlıktır. Devlet ibadet alanına girmez, günahın standartlarını belirlemez ve işlenen günahlardan dolayı kimseyi sorumlu tutmaz, sadece yasaların hata olarak nitelediği şeylerden dolayı sorumlu tutar. Kişi, işlediği günahların hesabını ahirette Allah’a verir. Biz Müslüman Araplar, modern tarihsel deneyimlerimizin ortaya çıkardığı yeni nesiller aracılığıyla bu yorumu (dinin devletten ayrılması) olduğu gibi aktarmayı tercih ettik, ancak bu doktrinin doğduğu şartlar ve zamanı dikkatli bir okumaya tabi tutmadık. Fransa çok kanlı aşamalardan geçti, din, insan kaderinin sayfalarını yazan kılıçtı. Din, kilisenin başında duran bir adam tarafından temsil edilir, emirleri kutsaldır, koyduğu kurallar tartışılmaz ve herkes bu kurallara uymak zorundadır. Modern bedeni sıra dışı olayların-en tehlikeli olanı Fransız Devrimiydi- rahminden doğan Fransız devleti, sosyal ve politik yapısını tamamen değiştirdi ve yeni düşünce sistemini mürekkep ve kanla yazmayı tercih etti. Entelektüel ve felsefi aydınlanma ışıkları ile açılan yeni bir çağa merhaba dedi. Din, değişimin ve gelişimin merkezinde yer aldı. Fransa, Yeni Hıristiyan mezhebi –Protestanlık- hemen kabullenemedi ve Katolik din adamları bu yeni durumu büyük bir hata olarak nitelediler ve kutsal kanla mücadele edilmesi gerektiğini vurguladılar. Kalp ve kamusal yaşam haritaları oluşturan eski mezhep ile yeni mezhep arasında meydana gelen savaşlarda binlerce insan hayatlarını yitirdi. Fransız Yahudileri dini düşmanlık ve ıstıraptan nasiplerini aldılar. Tüm bu yaşananlar Fransanın geleceğini çizen çizgiler üzerinde keskin etkiler bıraktı. Kavramsal yanılgıların bedeli genellikle çok ağır olur. Fransanın tarihi devriminden sonraki bu deneyimi, Fransa, Avrupa ve hatta bütün dünyada büyük bir etki bıraktı. Fikirler diğer ülkelerde yayılmaya başladı. Dünyanın her yerinden politikacılar ve entelektüeller, Fransız Devriminin siyaset ve yasa alanındaki meyvelerinden istifade etme yarışına girdiler. Hatta modern bir devlet kurmanın temel dayanaklarını buradan elde etmeye çalıştılar. Amerikan Anayasasını yazanlar, Fransız düşünürlerin fikirlerini kendilerine rehber edindiler. Papa tarafından yönetilen Orta Çağ Katolik Kilisesi, adeta hükümet konağıydı ve Papa, yeryüzünde Tanrıyı temsil eden yanılmaz bir yöneticiydi. İnsanlara düşen görev ise sadece işittik ve itaat ettik demekti. Papanın egemenliği ve Kilisenin otoritesinin olduğu bir yerde modern bir devletin kurulması imkânsızdı. Kiliseye karşı devrim, yeni bir siyasi yapı oluşturmanın ön şartıydı. Papanın yerini vatandaş, Kilisenin yerini de devlet almalıydı. İslamda Katolik Kilisesine karşılık gelen dini bir yapı yoktur. Yöneticiler hiçbir zaman Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak görülmedi. İslamda laiklik denen kavramın yeri yoktur. İki din arasında temel farklılıklar vardır, inanç ve tarihi dinamikler birbirinden tamamen farklıdır. İslam, Müslüman adam aracılığıyla devlet içinde kaçınılmaz olarak var olur. Siyasi ya da profesyonel olarak, dini değerler, düşüncede ve eylemde somutlaşır. Müslüman bir insanda olan inanç, otorite değil, sadece bir güçtür. Rasulullah (s.a.v) zorla inandırmak için değil, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir. Hıristiyan örneğinde ise, Katolik mezhebi yönetimi ele aldı, halkı sindirdi, topraklarına el koydu, karanlık bir çağ yaşattı. Bilimsel gerçekleri inkâr etti, dolayısıyla ondan kurtulmak devrimin en büyük amacıydı. Fransada 1901 ve 1905te devleti kiliseden ayırmak için yasalar çıkarıldı ve bu yasalar defalarca değiştirildi. Bugün, İslami mevcudiyetin yoğunluğu nedeniyle, mevcut yasalar yeniden gözden geçiriliyor ve en önemlisi de dini olan ile kültürel olan belirlenmeye çalışılıyor. Kültürel temellere dayanan bazı dernekler, dini bir oluşum olmalarına rağmen, belediyelerden yardım alıyorlar. Camiler kültür merkezleri kurmaya ve bu merkezler için yabancı fonlardan faydalanma hakkına sahiptir. Bu konuda sadece denetime tabiler. Helal etin vergi denetimleri yapılıyor ve milyonlarca liralık vergi tahakkuk etmiş durumda. Aynı şekilde camilerde dini söylemlerin mahiyeti, radikalizme ve terörizme çağrının engellenmesi, tesettür konusu, umuma açık yerlerde ve caddelerde namaz kılma meselesi yeniden ele alınmaktadır. Fransız toplumunda toplumsal baskılara neden olan bazı meselelerin yeniden ele alınması gerekmektedir. Fransız politikacılar ve milletvekilleri, seçim kampanyalarında dinin istismar edilmesi, İslam korkusu ya da ‘İslamofobi’ olarak adlandırılan olgu, Müslümanların toplumsal bütünleşmesinin önündeki engeller gibi konuların yeniden ele alınması gerektiğini dillendiriyorlar. Din, ötekine zarar vermemesi koşuluyla mutlak özgürlüğe sahiptir. Dini, devletin baskısından korumak, çoğu zaman zorunlu bir hal almaktadır. Tersi bir durum genellikle yaşanmamaktadır. Fransadaki Müslümanlar, sosyal ve politik gerçekliktir. Her alanda, özellikle siyasi alanda gerçek bir güç olabilirler. Herkes Müslümanların rolünü ve önemini kabullenmiştir. Dini hayatlarını özgürce yaşamalarını düzenleyen mevzuat da gözden geçirilmiş durumdadır. Önceki yıllarda, bir Müslüman veya bir yabancının genel olarak vatandaşlık kazanması, ismini bir Fransız ismine çevirmesi şartıyla mümkün olabiliyordu, artık bu şart kaldırılmıştır. Şu anda tartışılan değişiklikler, Müslümanların rolünü daha da önemli hale getirmektedir. Müslümanlara düşen görev; toplumsal aidiyet konusunu iyi yönetmek, sosyal barışa katkı sağlayan kendi dinlerinin ve kültürlerinin özünü korumaktır. Bu şekilde ancak dinlerini gerçek şekliyle başkalarına sunabilirler. 21. Yüzyıl Kurtuba’sı inşa edilebilir mi?
مشاركة :