Yakın bir zamanda, bazı Kuveytliler ile bir araya gelmemi sağlayan sosyal bir etkinliğe katılmıştım. Bu sosyal etkinlik Cidde Kitap Fuarı’ydı. Görüştüğüm kişiler de bu fuarı ziyaret etmek için gelmiş Kuveytlilerdi. Suudi Arabistan’ın kültür sahasında şahit olduğu olumlu değişimler hakkında konuşurken aralarından biri üzüntü ve esefle kitap fuarlarında satışı engellenen ve yasaklanan kitap sayısının arttığına değindi. Bunun Kuveyt kültür sahasında endişe, ümitsizlik ve hayal kırıklığı yarattığını belirtti. Çünkü bu olgu,Kuveytliler için tamamen yenidir ve “Altın Dönem” adını verdikleri seksenli yıllarda Kuveyt’in en önemli özelliği olan açık sivil çizgiye de karşıdır. Yine bu Altın Dönem’e duyulan özlem, önde gelen bir grup Kuveytli sanatçıyı o güzel zamana duyulan özlemi ve hüznü canlandıran “Seksenler” adında bir tiyatro oyunu sunma fikri vermiş. Kuveyt seksenli yıllarda Körfez kültür sahasının tartışmasız lideri ve Arap kültür sahasının zenginleşmesine önemli ve güçlü katkıları olan bir ülkeydi. Doğrusu Kuveyt’in kültür alanındaki güçlü varlığının gerilemesi, katılımının azalması ve bu alandan uzaklaşması Arap kültürü için büyük bir kayıptır. Çünkü Kuveyt basın, müzik ve tiyatro hatta spor alanında Körfez bölgesinde lider ve öncü bir ülkeydi. Elbette bu gözlem ve düşünceler yeni değildir. Ama Kuveyt sahnesini yeniden gözden geçirdiğim şu günlerde bir kez daha hatırladım. Doğrusu benden, “UNESCO” ödülü için Arapları temsil edebilecek birni aday göstermemi isteseler hiç tereddüt etmeden Kuveytli Prenses Hıssa El-Sabah’ı aday gösterirdim. Çünkü Prenses Hıssa El-Sabah, tüm üçüncü dünya ülkelerindeki en önemli kültürel kurumlardan olan “İslami Eserler Evi”nin kurucusudur. Hatta Prenses Hıssa’nın ve kuruluşuna öncülük ettiği bu kurumunun bölgedeki bazı kültür bakanlıklarından daha önemli olduğunu söylersek abartmış olmayız. Çünkü Prenses Hıssa ve kurmuş olduğu kurumun gerçekleştirdiği organize ve başarılı kurumsal faaliyetler benzer kurum ve müzeler için bir kriter haline gelmiştir. Prenses Hıssa El-Sabah, yıllar içinde ve çok çalışarak imkanlarını, ilişkilerini ve iletişim ağını dünyanın en önemli ve büyük İslami eserler koleksiyonundan birini oluşturmak için bir aracı olarak kullanmayı başardı. Hatta bu koleksiyonu ile dünyanın en köklü müzelerinin bile önüne geçtiğini söyleyebiliriz. Buna bir de dikkat çekici bir şekilde gelişen ve zenginleşen kültür evini de eklemeliyiz. Burada dünyanın her yerinden, tüm kültürlere açık olunduğunu gösterir bir şekilde bir yanda kültürel konferanslar, müzikal oyunlar, çeşitli sinema filmleri gösterimleri yapılırken diğer yandan da tüm dünyadan konuklar ve çeşitli sanat dallarından gösteriler sunabiliyor. Prenses Hıssa, kurduğu bu kurumun faaliyetlerini finanse etmek için çağdaş ve pratik bir yöntem benimsemiş. Bu amaçla kendisine petrol şirketleri, bankalar, perakende şirketleri gibi iş dünyasından ve özel sektörden ortaklar da bulmuş. Kültür sahasında yaşanan, açık bir şekilde görülen gerilemenin ve düşüşün ışığında Kuveyt, Prenses Hıssa’yı projesiyle birlikte “Arapların İlk Kadın UNESCO Kültür Elçisi” olması için aday gösterdi. Kuşkusuz Kuveyt’te özgürlüklerin gerilemesi, genel olarak tüm Arap kültürüve özelde Kuveyt kültür sahası ile ilgilenen herkes açısından endişe vericidir. Bu nedenle kişisel ve ferdi girişimlerle başlatılan, sıkı ve samimi çabalarla büyük başarı elde eden özel kültür kurumlarının rolüne inanan liderleri ve rol modellerini desteklemeliyiz. Prenses Hıssa ile daha önce tanışma şerefine eriştiğimi ve onun alçakgönüllüğü, yüksek ahlakı ve derin bilgisi ile büyülendiğimi belirtmeliyim. Eserleri restore etme ve koruma konusunda bir “Arap” tutkusuna sahip olan Prenses Hıssa’nın Şamda satın aldığı ve restore ettiği eski Arap evlerinden oluşan önemli bir koleksiyonu da var. Aynı şekilde Mısır ve Lübnan’da da dikkat çekici faaliyetleri mevcut. Arap dünyasının kültürel açılım ve entegrasyonunu sağlamak için kabuğumuza çekilip etrafımızda bizleri dünyadan izole eden duvarlar inşa edenler yerine diğer farklı medeniyetlerle iletişim ve güven köprüleri kuran kişileri desteklemeye çok ihtiyacımız var. Çünkü birbirinden korkan ve şüphe duyan toplumlar yaratan bu dışlayıcı duvarlar nefret, terör ve ölümden başka bir şey üretmeyecektir. Uluslararası kültür alanında Arapları temsil etmesi için bir kişiyi aday gösterirken çoğu zaman bu şahsın bir “kamu görevlisi” olmasını tercih ediyoruz. Bana göre ise bu görevi yerine getirmek için artık resmi titri olmayan kişilere şans vermenin zamanı gelmiştir. Çünkü kültür kamusal değil genel bir durumdur.
مشاركة :