Kürtler, 20’inci yüzyılda kaybettikleri gibi 21’inci yüzyılda da mı kaybedecek?

  • 3/28/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Kürtler, 20’inci yüzyılda Osmanlı sancağı altında yer alan tüm bölge halklarının sahip olduğu bağımsız ve ulusal bir devletten mahrum kaldı. 21’inci yüzyılın Kürtlere adil olacağı düşüncesi ise yaygınlık kazandı. Türkiye’deki bazı bölgelerin yanı sıra Suriye ve Irak’ta devam eden söz konusu çatışma nedeniyle Kürtlerin, Fırat’ın doğusunda yer alan Bağuz’u DEAŞ terör örgütünden kurtarmasının akabinde Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) dillendirdiği özerk yönetimden daha fazlasını elde edeceği zannedildi. Tahminlere göre Türkiye’deki Kürtlerin nüfusu 30 milyonu geçiyor. Irak’taki Kürtlerin sayısı, 4 milyon civarında ya da 4 milyondan biraz fazla. Şii Lurlar ve Feyliler hariç İran’daki Kürtlerin nüfusu 4 milyona ulaşıyor. Suriye’deki Kürtlerin sayısı ise 2 milyon civarında. Aynı zamanda Ürdün ve bazı Körfez ülkelerinin yanı sıra Azerbaycan, Ermenistan, Rusya, bazı Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinde de Kürt varlığı mevcut. Suriye ve Irak Araplarının kayboldukları gibi Kürtler de Osmanlı İmparatorluğu içerisinde kayboldu. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından Türkiye, Irak ve Suriye gibi yeni ortaya çıkan ülkelerde Kürtler,  bir hesap ayrımına maruz kaldı. Bu nüfus paylaşımından Şehinşah’ın İran’ı da payına düşeni aldı. Bu uzun sürecin ardından İran’daki Kürtlerin nüfusunun 5 milyona ulaştığı söyleniyor. Bazıları ise Lurlar, Feyliler ve Beluçların yanı sıra bu sayının 10 milyonu geçtiğini belirtiyor. İran Kürtlerinden Kadı Muhammed’in ve Irak’ın kuzeydoğu Kürtlerinden Molla Mustafa Barzani’nin bağımsızlık hareketi neticesinde 22 Ocak 1946 tarihinde Mahabad Cumhuriyeti kuruldu.  Moskova’ya, kendisine ve komünist partisine bağlı ulusal devletler kurarak ülkesinin sınırlarını genişletmeye çalışan Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin, Mahabad Cumhuriyeti’ni destekledi. Fakat Kürtlere desteğini sonlandırması için Sovyetler Birliği’ne şiddetli bir baskı uygulayan ABD’nin desteğinin yanı sıra İran Şahı Rıza Pehlevi’nin baskısı neticesinde Mahabad Cumhuriyeti, sadece 10 ay ayakta kalabildi. Mahabad Cumhuriyeti’nin yıkılmasının ardından İran, 1947 yılında Kadı Muhammed’i idam etti. Bu kısa ömürlü devletin gerçek lideri Molla Mustafa Barzani ise, bazı subaylarıyla birlikte Sovyetler Birliği’ne sığındı ve uzun bir süre burada kaldı. Daha sonra Irak Kürdistan bölgesine döndü ve uzun yıllar devam eden silahlı ayaklanmasını başlattı. Bu ayaklanma, Arap-Afrika arabuluculuğunun yanı sıra Şah Muhammed Rıza Pehlevi ve Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin arasındaki komployla son buldu. İran Kürtlerinin bağımsızlık hareketinin Irak’taki gibi devam ettiğine burada işaret edelim. 1967 yılında İranlı Kürt lider Abdurrahman Kasımlo öncülüğünde bir Kürt ayaklanması meydana geldi. Kasımlo, İran’ın Kürdistan eyaletine bağlı Senendec bölgesinde 1979 yılında yeni bir ayaklanmaya öncülük etmesinin ardından 1989 yılında Viyana’da suikasta uğradı. Humeyni devriminden hemen sonra bu ayaklanma sert bir şekilde bastırıldı. Bazı Kürt devrimciler, Kirmanşah’ta elektrik direklerine asılarak idam edildi. Mahabad girişimi ile Senendec ve Kirmanşah’daki Abdurrahman Kasımlo’nun girişimleri dışında bağımsızlık konusunda birtakım küçük girişimler meydana geldi. Sovyetlerin yükselişe geçtiği Lenin döneminde 1923 yılında başlayıp 1929 yılında sona eren küçük bir girişim meydana geldi. Bu girişime, komünist Azerbaycan hükümetine bağlı Kızıl Kürdistan Cumhuriyeti adı verildi. Ermenistan’ın ilhak ettiği Dağlık Karabağ bölgesinde 1992 yılında Vekil Mustafayev öncülüğünde başka bir girişim başladı. Bu başarısız girişimin ardından günümüze kadar başka bir girişim meydana gelmedi. Hiç şüphesiz Kürtler, özellikle de Irak ve İran Kürtleri, ulusal Kürt devletini inşa etmek için bağımsız ulusal devletlerini kurma girişimlerini sürdürecekler. Fakat tüm bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü bölge ülkeleri, Kürtlerin kendi kaderini belirleme hakkını reddetmeye devam ediyor. Türkiye, bu konuda halen katı bir tutum sergiliyor. Türkiye, Kürtlerin “Dağ Türkleri” oldukları teziyle yakın bir zamana kadar kendi topraklarında yaşayan Kürt varlığını reddetti. Irak, hem ülkenin kuzeyinde hem de Bağdat’ta Kürt halkının varlığını erken dönemde tanıdı. Fakat buna rağmen Irak, Iraklı Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkını reddetmeye devam ediyor. Şu an bağımsız devletin özelliklerini andıran özerk yönetim kabul görüyor. Tüm bu bölünmüşlüklerin ardından bazı ülkeler için bu bölge, Kürtleri, Türklerin, Arapların, İranlıların, Azerilerin ve Ermenilerin sahip olduğu devletten mahrum bırakan Sykes-Picot dışında yeni bir formata ihtiyaç duymaktadır. Tüm bu dönüşümlerin yaşandığı bölgede Kürtler nereye gidiyor ve Kürtlerin kaderi ne olacak? 30 milyonu geçen Kürt nüfusundan dolayı bu konuyla yakından ilgisi bulunan Türkiye, demokratik bir hak elde etmelerinden ve bu enfeksiyonun kendi topraklarına yayılmasından endişelendiği için Suriyeli Kürtlerin Cenevre, Soçi ve Astana’daki Suriye krizinin çözüm girişimlerine katılmasını engelledi. Zira Türkiye, PKK’yla sorun yaşamaya devam ediyor. Erdoğan hükümeti, Salih Müslim liderliğindeki Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) PKK’nın bir kolu olduğunu söylüyor. Açıkçası Erdoğan, İslami bir eğilim izleyerek Türkiye’deki Kürtlerin çoğunu ve Müslüman Kardeşler Örgütü içerisinde yer alanları yanına çekmeyi başardı. Bu da Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkının hala uzak bir ihtimal olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bütün Kürtler, 20’inci yüzyılda kaybettikleri gibi 21’inci yüzyılda da kaybedebilir. Sonuç olarak bu durum, Kürt halkının sıkıntılarına yeni bir sıkıntı ekliyor. Hatta “Eski Yemenliler, Kürt mü?” başlıklı bir araştırma bile yapıldı. Yemenliler, kendi sorunlarıyla Kürtler de -az da olsa- meşru haklarını elde etme girişimleriyle baş başa bırakılmalıdır.

مشاركة :