Avrupa seçimleri ve radikal sağın yükselişi

  • 5/1/2019
  • 00:00
  • 2
  • 0
  • 0
news-picture

Avrupa, gerek olumlu gerekse olumsuz olsun her zaman uluslararası alanda meydana gelen olaylarda etkin olarak yer almıştır. Ayrıca otokrasiyi deviren ve demokrasinin temellerinin atıldığı devrimlerin ortaya çıkmasını sağlayan fikirlerin de kaynağıdır. Bütün bunlarla birlikte Avrupa düne kadar oldukça zarara neden olan, şiddetli savaşlara da sahne olmuştur. 23 Mayısta başlayıp dört gün sürecek Avrupa Parlamentosu seçimleri, İngiltere’nin AB’den çıkması halinde 27 devlet ve 450 milyon kişiyi 5 yıl boyunca temsil edecek 705 milletvekilinin katılımıyla düzenlenecek. Yaklaşan seçimler, Avrupa’da göçmenlere karşı düşmanca tavır sergileyen aşırı sağcı popülist dalganın yükselişiyle daha özel bir önem taşıyor. Bu nedenle Kıta’nın siyasi haritasının durumu daha çok önem kazanacak. Katılım oranları genellikle yüzde 50’yi aşmasa da her ülkenin katılım oranları değişiklik gösterebilir. Anketler Fransada Marine Le Pen liderliğindeki aşırı sağcı Ulusal Birlik Partisinin seçmenlerin yüzde 21’i tarafından desteklendiğini ve İtalya Başbakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Matteo Salvini liderliğindeki Kuzey Ligi Partisi’ne seçmenlerin verdiği desteğin yüzde 30 olduğuna işaret ediyor. Avrupa Parlamentosu’ndaki her iki partinin de Avrupa Milletleri ve Özgürlükler grubu adı altında diğer partileri de kapsayacak ve aday partilerle 51 koltuk kazanacak şekilde genişlemesi gerekiyor. İtalyada Beş Yıldız Hareketi ve Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi gibi partileri içeren Avrupa Özgürlük ve Demokrasi Grubu’nun da 50 sandalye alması bekleniyor. Salvini, Avrupa seçimlerinden önce Milano’da Almanya, Finlandiya ve Danimarkadan aşırı sağ-popülist parti temsilcileri ile birlikte ortak basın toplantısı düzenleyerek inisiyatifi elinde tutmaya çalıştı. Aslında ittifakta yer almayan Le Pen ise 19 Nisan’da yaptığı açıklamayla oluşuma olan desteğini duyurdu. Le Pen 25 Nisan’da yaptığı konuşmada da “Burada gözlerimizin önünde olan şey, 450 milyon Avrupalıyı yeni bir çerçevede toplamayan yeni bir Avrupa uyumunun ortaya çıkmasıdır” dedi. Göçmenlik dalgası uyarısının yineleyen Le Pen, AB’yi düzenli göçü finanse etmekle suçladı. Ancak milliyetçiliğin ve popülizmin yükselişi Avrupa ile sınırlı değil. Dünyanın çeşitli bölgelerine kadar uzanıyor. Brezilya’da aşırı sağcı Jair Bolsonaro ülkede devlet başkanı olarak seçildi. Uzmanlar, insanların refah düzeyinin küreselleşme, teknolojinin ilerleyerek sanayide otomasyonun ağırlık kazanması ve uluslararası alandaki krizler nedeniyle gerilediği görüşünde..Kökler ve duraklar Avrupa’da aşırı sağ akımlar yeni bir durum değil. Aksine Kıta’da uzun bir geçmişi var. Aşırı sağ kanat ve popülist sağ terimleri, 1970’lerin sonlarından bu yana büyük destek gören aşırı sağcı Avrupa partileri grubunu belirtmek için kullanılır. Bugün hepsi küreselleşmeden kurtulmayı hedefliyor. Bununla birlikte göçmenlere karşı çıkıyor, çok kültürlülükten korkuyor ve AB’nin de karşısında duruyor. Ayrıca sağcı popülizm, beyaz ırkı savunan milliyetçilik ve faşizm olgularını da ortaya çıkıyor. Belki de bu akımlara mensup olanlar, Nazi Adolf Hitler’in, faşist Benito Mussolini’nin, İspanyol General Francisco Franconun ve antisemitist aristokrat Oswald Mosley görüşlerini paylaşıyor. Aşırı sağ kanat dalgasının İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın enkazı onarmak için politika aradığı ve yaralarını iyileştirmeye çalıştığı dönemde çürüme eşiğine geldiği biliniyor. Dolayısıyla yakınlaşma, iş birliği ve daha sonra birleşme fikri tohumları bu topraklarda atıldı. Bu, birleşik refah içinde ve istikrarlı bir Kıta inşa eden büyük bir potadır. Fakat bugün, 21’inci yüzyılın son 10 yılında, 1990’ların ortasında Balkanlarda yaşanan savaşlarla ciddi bir şekilde başlayan kargaşanın Avrupa’yı perişan ettiğini, ekonomik krize neden olduğunu, doğuda ve güneyde büyük ve küçük savaşları tehdit ettiğini gördük. Ayrıca yangından ve açlıktan kaçan insanların göç dalgasını da unutmamamız gerekir. En son darbe de AB’den ayrılmayı planlayan İngiltere’den geldi.Tahminler ve hesaplar Radikal fikirlerin yatağı olan Avrupa topraklarındaki aşırı sağcılar, endişeli insanlara hitap etmek için bir fırsat buldu. Onlara geleneksel partilerin zayıf olduğunu ve kendi sorunlarına yönelik tüm çözümlere sahip olduklarını söylediler. Bu nedenle 2010’dan bu yana Macar hükümetinin başında sağ parti Macar Yurttaş Birliği’nin (FIDESZ) lideri Viktor Orban ve Fransa’nın Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Marine Le Pen’i gördük. 2017 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda Emmanuel Macron oyların yüzde 33,9’unu alarak seçildi. Avusturya’da Özgürlük Partisi ile Sebastian Kurz liderliğinde Halk Partisi, iç ve dış ilişkiler de dahil olmak üzere 6 bakanlık kazandı. Belki de İtalya, popülistlerin çoğunlukta olduğu en büyük Avrupa meydanıdır. Bağımsız İtalya Başbakanı Giuseppe Conte ve yardımcısı Beş Yıldız Hareketi lideri Luigi Di Maio devlet kurumlarına, diğer sağcı milletvekillerine ve iş adamlarına hizmet etti. Birliğin 123 sandalye kazandığı Temsilciler Meclisi’nde Beş Yıldız Hareketi’nin 630 sandalyenin 220’sini kazanması yeterli gibi görünüyor. Nazi zulmünü yaşamış olan Almanya’da Almanya için Alternatif Partisi (AfD), Jörg Meuthen ve siyasi sahnede belirgin bir konuma sahip Alexander Gauland liderliğinde göçe karşı çıkıyor. AfD, 2017’nin eylül ayında düzenlenen seçimlerde 598 sandalyeli mecliste 92 sandalye kazanarak ana muhalefet gücü oldu. Thierry Baudet liderliğinde iki yıl önce kurulan aşırı sağcı Demokrasi İçin Forum Partisi (FvD) Hollanda’da büyük bir patlama gerçekleştirerek mart seçimlerinden sonra senatoda ikinci sırayı aldı. Baudet, seçim kampanyalarında üç yıl önce Oudegracht şehrinde bir Türk göçmen tarafından yapılan saldırıyı birçok kez dile getirmişti. İspanya’da ise 2013te liberal sağcı Halk Partisinden muhalifler tarafından kurulan VOX Partisi oyların yüzde 10’unu alarak 350 sandalyeden 24’ünü kazandı.  6 ay öncesine kadar siyasi sahnede olmayan parti aniden ülkedeki beşinci güç oldu. Avrupa seçimlerinden önce, şu an üç ayrı grupta düzenlenen aşırı sağ partileri Matteo Salvini’nin birlik ve sıkı bir grup oluşturma çağrılarına cevap verilmesi durumunda dengeleyici güç oluşturulabilir. Bununla birlikte İtalyan lider şimdiye kadar sadece Avusturya Özgürlük Partisi’ni, AfD’yi, Danimarka Halk Partisi’ni, Finlandiya Partisi’ni ve Estonyadaki muhafazakar Halk Partisi’ni çekmeyi başardı. Macaristan’da Başbakan Viktor Orbanın yanı sıra İtalya’da da Luigi Di Maio ve ebedi müttefiki Salvini’nin de liderliği devredeceği ön görülmüyor. Gözlemciler, sağcı Avrupa radikalinin kuvvetleri arkasındaki harekete geçirme kabiliyetinin bir ölçüsü olarak değerlendirdiği Salvini’nin 18 Mayıs’ta Milano’da düzenleyeceği toplantıya dikkat çekiyor. ABD Başkanı Donald Trumpın ekibinin eski stratejisti Steve Bannonun rolüne de dikkat çekmek gerek. Avrupa’ya taşınan Bannon, "The Movement" adında bir hareket kurdu. Göçmen karşıtlığını, AB ve kurumları karşısında büyük ulusal egemenliğini destekleyen halk partilerine destek sağlamak için çalıştı. Kendini, uluslararası alandaki radikal kesimin vaftiz babası olarak tanıttı ve ulusal politikaları küreselleşmeye karşı her biçimde teşvik etti. Ancak Bannon’un rolü, Avrupa’daki popülist sağ partilerine zarar verebilir. Nitekim kendi Avrupa Birliğinin liderliğini kabul etmeyi reddeden birini halk nasıl karşılayacak ve Atlantik Okyanusu’nun en uzak yerinden gelen Amerikan hareketinin liderini nasıl kabullenecek? 705 milletvekilinden 100 daha az ya daha çok… Peki, bu ne anlama gelecek? Radikal sağın Avrupa’da en büyük güç haline geldiği söylenemez. Fakat aynı zamanda varlığı ve genişlemesi de göz ardı edilemez. Buna karşılık geleneksel sağın ve solun yumuşaması mümkün olabilir. Her iki taraf da kendisine yeni bir üslup ve yeni bir rol aramalı. Sonuç olarak Avrupanın politik ve ekonomik seyri, radikalizmin ve popülizmin yükselişi Avrupa’da tehlike çanlarının çalmasına neden olabilir.

مشاركة :