Başkan Trump’ın Tahran’daki iktidar elitine yönelik politikasını şiddetlendirmesi ile birlikte basında, düşünce merkezlerinde ve Amerikan siyasi çevrelerinde onun bu politikasının olası artçı gelişmelerine dair sıcak bir tartışma yaşanıyor. Trump’ı destekleyen seçmen çoğunluğunun bu elit çevrelerin dışında olduğu göz önünde tutulursa mevcut genel izlenim, Amerika’nın İran’a yönelik siyasetinin başarısız olduğunu ya da istenmeyen olumsuz sonuçlar doğuracağını gösteriyor. Bu çerçevede Tahran yanlısı lobinin, Demokrat Parti içinden ve çeşitli sebeplerden ötürü Trump’ı sevmeyen başka odaklardan kesimlerin desteğiyle başlattığı kampanyanın ana hatlarını oluşturan belli başlı yedi iddia var. İlk iddia, yaptırımların etkisiz olduğu şeklinde. Bu ifade, yaptırımlarla kastedilen hedefleri açıklamaksızın tekrarlanıyor. Öte yandan Trump, amacının Tahran’da iktidar olan Humeynici ekibi, yurtdışındaki bazı davranışlarını değiştirmeye ikna etmek olduğunu söylemişti. Bu açıdan bakıldığında yaptırımlar başarılı görünüyor. Nitekim Mollalar, tam anlamıyla çekilme kararı almaksızın Suriye ve Yemen’deki varlıklarını daraltmaya başladı. Suriye’deki ‘cihada’ ‘gönüllü’ kaydetmek için İran’ın 30’u aşkın şehrinde açılmış olan ofisler kapatıldı. Suriye’ye, Afganistan ve Pakistanlı ücretli askerler gönderme girişimleri de durduruldu. Aynı şekilde Tahran’ın Yemen’deki askeri ve diplomatik varlığı da besbelli güvenlik gerekçelerinden ötürü azaltıldı. Husilere yönelik silah kaçakçılığı ise daha düşük bir düzeyde de olsa devam ediyor. Yaptırımların sebep olduğu parasızlık krizi, Mollaları başta Lübnan Hizbullah’ı ve Filistinli İslamcı Cihad grupları olmak üzere kendilerine vekaleten iş tutan elemanlara yönelik fonları yaklaşık yüzde 10 oranında düşürmeye mecbur etti. Daha da fazla azaltması muhtemel. Tahran aynı zamanda, silahlarını 30 gün içinde bırakıp ya siyasi bir partiye dönüşmesi ya da Başbakan komutası altındaki Irak Ordusu saflarına katılması yönünde uyarı alan Iraklı Haşd-i Şabi’nin (Halk Seferberlik Güçleri) dağıtılması kararına da boyun eğmek zorunda kaldı. Daha da önemlisi Mollalar, 2000 km menzile ulaşan füze programını dondurdu. Para akışındaki sorunlar, Devrim Muhafızlarına bağlı yan siyasi ve ticari oluşumların da sayısında bir daralmaya yol açtı. Kendisine sunulan para kaynaklarının küçülmesi ile beraber rejimin, yurt içinde ve dışındaki maceralarına yönelik harcamalarını kısmaktan başka çaresi kalmadı. İkinci iddia ise yaptırımların etkili olduğu, ama sıradan İranlı vatandaşlara zarar verdiği yönünde. Süt bulamayan emzikli çocuklar ve yoksullukla boğuşan zavallı kadınlar teranesi, ABD’deki Mollalar lobisi ile bunların destekçilerine bağlı düşünce kuruluşlarının yayınladığı pek çok makale ve yayınla sık sık dillendiriliyor. Buna karşılık bizzat İran Sağlık Bakanlığı, söylentilerin aksine gıdaların, tıbbi malzemelerin ve insani başka ihtiyaçların yaptırımlar kapsamında olmadığı, dolayısıyla bu konuda bir eksiklik yaşanmadığı gerçeğine dair düzenli olarak yaptığı açıklamalarla bu iddiayı reddetti. Üçüncü iddia, Mollaların ABD ile müttefiklerine karşı intikamcı güdülerle birtakım önlemlerde bulunabileceği şeklinde. Belki de, Fuceyre yakınlarında ve Umman Körfezi’ndeki Cask yarımadasında bulunan petrol tankerlerine yönelik saldırıları ve Amerika’ya ait insansız bir uçağı düşürmek ile bunu zaten yapmışlardır. Bununla birlikte saldırılar, insan kurban etmemek ve petrol akışından ötürü ciddi bir tehdit oluşturmamak adına büyük bir özenle gerçekleştirildi. Beyrut’ta uyudukları sırada 241 ABD denizcisi ile 52 Fransız paraşütçüsünü öldürmek için intihar bombacıları gönderenin de bu rejim olduğunu unutmamamız gerekir. Aynı şekilde 1987 Tanker Savaşı olarak bilinen hadisede İran rejiminin petrol tankerlerinin uluslararası trafiğinde bir kargaşaya sebep olduğunu da. Mollaların, hiçbir işe yaramayacak düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stokunu artırma ve gerçek anlamda hiçbir fayda sağlamayan plütonyum üretimini yeniden başlatma kararına gelince; bunlar aslında o kadar gülünç ki ciddi herhangi bir araştırmaya değmez. Dördüncü iddia ise şu şekilde: Trump’ın uyguladığı yaptırımlar ile Mollalar rejimi, bir nevi dar bir köşeye sıkışmış ve kaçış yolu bulamayan bir kediye dönüşüp kendisini kuşatanların yüzünde patlayabilir. ABD’deki İran lobisinden bir iki kişi, İran’daki durumla Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’da yaşanan durumu karşılaştırdı. Hani müttefikler tarafından Almanya’ya dayatılan cezai önlemler, Weimar Cumhuriyeti’nin yıkılmasına yardımcı olmuş ve Hitler’i iktidara taşımıştı. Bununla beraber Tahran’daki Humeynici rejim, Weimar Cumhuriyeti’nin bir özelliği olan demokratlıktan uzak bir noktada ve Tahran’a zaten faşist unsurlar hükmediyor. Beşinci iddiaya göre de Trump tarafından uygulanan yaptırımlar, transatlantik ittifakına yönelik bir baskı oluşturuyor. Hem Avrupalı güçler, Küba’daki Castro vakasında olduğu gibi Humeynici rejimin on yıllar boyunca hayatta kalmasına karar verebilir. Gelgelelim iki durum arasında büyük bir farklılık var. Şöyle ki Küba vakasında ABD, adayı boykot etti ancak onunla ticari işbirliği yapan diğer ülkelere yaptırım uygulamadı. Castro’ya destek olan ekip, Sovyetler Birliği, Kanada, Avrupa ve bazı Latin Amerika ülkelerinden aldığı destek sayesinde varlığını sürdürebildi. Buna karşılık Trump yaptırımları, tarafları oldukça tavizsiz şu seçenek karşısında bırakıyor: İran ile ticari işbirliği yaparsanız ABD ile ticari ilişkiniz olmaz! Teorik olarak bir hükümetin bu yaptırımları delmesi mümkün. Ancak hiçbir Avrupa ülkesinin bu yolda yürümediğine, İran ile olan ticari alışverişinde keskin bir düşüş yaşandığına tanık oluyoruz. Nitekim Almanya’da ticaret oranı yüzde 45 oldu. Altıncı iddia yaptırımların, İran’ı nükleer silahsızlanma sözleşmesinden geri çekilip nükleer bir bomba üretimine itebileceğini söylüyor. Ama bu da gülünç olan bir diğer iddia. İşaret etmekte fayda var ki İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in belirttiğine göre Tahran’ın, askeri ve sivil çalışan maaşları da dahil olmak üzere mevcut harcamaları karşılayabilmesi için günde 1,5 milyon varil petrol satması gerekiyor. Geçen ay İran’ın petrol ihracatı, günde 500 bin varile geriledi ki bu, 1995’ten bu yana en düşük seviye. Yaptırımlar hafifletilmezse nükleer bir bomba yapımı, Tahran’ın karşılayamayacağı bir lüks olur. Yedinci ve sonuncu iddiaya geldik. Buna göre Trump’ın yaptırımları, radikal grupların konumunu güçlendirerek Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin çevresindeki reformcuları zayıf düşürüyor. Ama Ruhani ve destekçileri, hiçbir zaman özel olarak reform yapmak istediklerini söylemediğinden, hatta ima bile etmediğinden bir ‘reformcu’ ekibin varlığından söz etmek biraz zor. Üstelik “Yüce Rehber” Ali Hamaney’in bugün askeri kurum saflarında yürüttüğü yoğun temizlik operasyonu, ‘ılımlı’ herhangi bir unsuru etkilemiş gibi görünmüyor. Bugüne kadar yürütülen uygulamalardan etkilenenlerse Washington’daki Beyaz Saray’ı Hüseyniye’ye (Şiilerin yas törenlerini icra ettikleri yer) dönüştürme düşüncesini dile getiren Besic Komutanı General Gulam Hüseyin Gaybperver gibi daha çılgın olan unsurlardır.
مشاركة :