Lübnan’da bazı siyasi gelişmeleri ve politikaları görmezden gelmek zordur. Bunların başında da Başbakan Hariri’nin Washington ziyareti, Cumhurbaşkanı’nın savunma stratejisi ve Lübnan’ın CEDRE (Sedir) Konferansı’nda söz verilen yardımları alması için gerekli koşul ve reformlara bağlı kalacağına yönelik açıklamaları geliyor. Cumhurbaşkanı Mişel Avn düzenlediği basın toplantısı sırasında savunma stratejesi ile ilgili soruya şöyle cevap verdi: “Savunma stratejisinin değişen tüm parametrelerini şimdi belirlememiz gerekir. Bugün ne yapacağız? Etki alanı bile değişiyor. Bir savunma stratejisi projesi geliştiren ilk kişi benim. Fakat bugün bu halen geçerli mi?” CEDRE Konferansı ve reformlarla ilgili de şunları söyledi: “Reformlar ile ilgili kademeli olarak uygulamamız gereken bir program var. CEDRE Konferansı’nda bizden talep edilenleri aşamalı olarak hayata geçireceğiz ama mali durumumuz izin vermediği için bazılarını uygulamayabiliriz.” Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamaları endişeye yol açtı. Bazıları bunu, Cumhurbaşkanı’nın savunma stratejisini tartışmak için ulusal bir diyalog başlatma yönündeki sözünden geri adım atma olarak görürken bazıları da Hizbullah’ın söylemlerini desteklediği şeklinde yorumladı. Bilindiği gibi Hizbullah kendisinin ve bağlı olduğu İran bölgesel ekseninin, içeride olduğu gibi çevre ülkelerde de “cihatçı terörizme” karşı zafer kazandığını düşünmekte ve bunu “ordu, halk ve direniş” üçlüsünde olduğu gibi silahını meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı Enformasyon Ofisi yayınladığı açıklama metninde Cumhurbaşkanı’nın savunma stratejisi hakkındaki sözlerine şu şekilde açıklık getirdi: “Cumhurbaşkanı’nın açıklaması bu konunun gündeme gelmesinin üzerinden 10 yıl geçmesinin ardından ortaya çıkan gerçekliği tanımlamaktadır... Özellikle Lübnan’a komşu ülkelerin son yıllarda tanık olduğu askeri gelişmelerin savunma stratejisine kendisini göz önünde bulunduran yeni bir bakış açısı kazandırmayı gerektirdiğini ifade etmektedir.” Bu açıklama, Cumhurbaşkanı’nın sözlerinden çıkarılan anlamı ve Lübnan’ın “karşı çıkma” eksenine kayması ve ABD’nin İran ile Hizbullah’a yönelik uygulamalarını reddetmesi ile ilgili uyandırdığı korkuların haklılığını kesin bir biçimde ortaya koydu. Dikkat çekici bir diğer nokta ise açıklamanın, belki de içini boşaltmak adına – ki bu, ziyaretin bazı ağrı kesiciler dışında bir anlamı olduğu şüphelidir- Başbakan’ın Washington ziyaretinden dönüşü ile aynı zamana denk getirilmiş olmasıdır. Başbakan’ın ziyaretine sağlayabileceğinden çok daha fazla sonuç yükleyen birçok yorum ve analiz eşlik etti. Oysa ilk olarak Lübnan, ABD’nin bölgedeki siyasi haritasında neredeyse yok gibidir. ABD yönetimi Hizbullah’ın Lübnan devleti üzerindeki egemenliğinin boyutunu bilmesine rağmen topraklarındaki İran nüfuzu dışında ABD’nin siyasi politikaları dışındadır. Washington’ın bölgeye yönelik “politikasızlık” politikasını benimsemesi, bunu da İran ve nükleer tehditle sınırlaması ile Lübnan’a yönelik en önemli endişesi, topraklarının İran’ın yaptırımları delmesine yardımcı olacak bir kara, deniz ve hava koridoruna dönüşmemesi ile sınırlanmıştır. İkincisi, ne Başbakan Hariri ne de bir başkası Lübnan’a yapmak istedikleri konusunda Washington’ın fikrini değiştiremez. Çünkü bunlar temel olarak İran ve bölgedeki kollarına yöneliktir ve Lübnan’da yol açacağı etkileri göz önüne almamaktadır. Bunun yanında yaptırımlar ve kapsamına girecek kişi ve oluşumların kimliği sadece ABD’nin ulusal güvenliğinin gereksinimlerini göz önüne almaktadır. Üçüncüsü, Washington’dan gelen bilgiler Başbakan Hariri’nin Washington’ın Lübnan’a yönelik tutumu konusunda daha önce birçok ABD’li yetkilinin dile getirdiğinden farklı bir şey duymadığına işaret etmektedir. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da Beyrut’a düzenlediği ziyaret sırasında bu tutumu “Lübnan, İran ve Hizbullah’ın tehdidi altındadır” diyerek özetlemişti. Ekonominin önceliğine inanan Başbakan Hariri’nin de büyük olasılıkla ABD’li yetkililer ile temasları sırasında ekonomi ve ülkeyi çöküşten kurtarmak için CEDRE Konferansı kararlarına ABD’nin desteğine ağırlık vermiştir. Aynı zamanda Hizbullah ve müttefiklerine getirilen yaptırımların gelecek dönemde, CEDRE Konferansı’nda vermiş olduğu sözleri yerine getirmesinin engelleyecek şekilde hükümetin işleyişinin tökezlemesine ve Lübnan’ın son kurtuluş çaresini de kaybetmesine yol açmasından duyulan korkulara mutlaka odaklanmıştır. Buna karşılık Hariri de uzun uzun ABD’nin, Hizbullah’ın İsrail şehirlerini hayalet şehirlere dönüştürme gibi dozu yükselen tehditlerden duyduğu kaygılarını dinlemiştir. Bu da aslında Lübnan hükümetinin, silahın sadece güvenlik güçlerinin tekelinde olması ve Litani Nehri’nin güneyindeki bölgeyi silahlı unsurlardan arındırılması yükümlülüğü getiren 1701 sayılı kararının gereğini yerine getirmediğini ima etmektedir. Hizbullah’ın bu bölgede yoğun bir askeri varlığı bulunduğuna dair oldukça fazla bilgi var. Öyle ki Lübnan’ın güneyinde UNIFEL güçlerinin varlığı, genel olarak BM kulislerinde, özel olarak da ABD ve İsrail açısından ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Örneğin İsrail, BM Geenl Sekreteri Antonio Guterres’in temmuz ayında yayınlanan raporundaki 3 noktaya dikkat çekerek bunların UNIFEL güçlerinin görevlerinde başarısız olduğuna dair bir kanıt olduğunu belirtti. İsrail’in değindiği ilk nokta, raporun “UNIFEL güçlerinin 3’ü Mavi Hat’ta olmak üzere sınırı geçen beş tünelin varlığını doğrulamaktadır” ifadesi ile Hizbullah’a ait tüneller hakkında İsrail’in keşfettiklerinin doğruluğunu kabul etmesidir. İsrail’e göre UNIFEL kuvvetlerinin gerçekleşmesi yıllar gerektiren ve 1701 sayılı Güvenlik Kurulu kararını açık bir şekilde ihlal eden bir projeyi “kasıtlı” olarak ortaya çıkarmakta yetersiz kalması, başarısızlığının en büyük kanıtıdır. İkinci nokta raporun bir kez daha Lübnan hükümetine “silahlı örgütleri silahsızlandırma” ve “ulusal savunma stratejisi” hakkında diyalog ve uzun süredir beklenen “örnek taburu” konumlandırma çağrısında bulunmasıdır. İsrail’e göre bu, Lübnan hükümetinin şu ana kadar bunlardan hiçbirini yerine getirmediğinin işaretidir. Üçüncü nokta da raporda yer alan “UNIFEL; Mavi Hat ile Litani Nehri arasında Lübnan hükümet güçleri ve Lübnan’daki geçici uluslararası güç dışında silahlı unsurlardan ve silahlardan arındırılmış bir bölge inşa etme konusunda Lübnan silahlı kuvvetlerine verdiği desteği sürdürmektedir” ifadesidir. İsrail bu ifadenin, BM’nin Lübnan silahlı kuvvetlerinin silahsızlandırma ve silahların İsrail sınırında kullanımını engelleyecek hiçbir şey yapmadığını çok iyi bildiğini gösterdiği görüşünde. Bu görüşünü de UNIFEL’in 10 yıldan fazla bir süredir Lübnan hükümetinin bu bölgelerin özel mülk olduğu gerekçesi ile Hizbullah’a ait askeri bölgelere ulaşmasını engellemesine göz yumduğunu söyleyerek desteklemektedir. Dolayısıyla en azından İsrail ve ABD cephesinde, UNIFEL güçlerinin rolü hakkında olumsuz bir kanaat olduğu, görevlerini yerine getiremediği için küçültülmesinin düşünüldüğü ve Washington’ın Lübnan ordusuna verdiği desteği gözden geçirdiği gibi sonuçlara ulaşmak artık zor değildir. Lübnanlı yetkililerin her vesile ile Lübnan’ın ekonomik ve siyasi olarak karşı karşıya olduğu tehlikelere işaret ettikleri ve kredi derecelendirme kurumlarının Lübnan ile ilgili raporlarını açıkladığı bir dönemde yaşananları, yetkililerin açıklamaları ve eylemleri ile ne yapmayı amaçladıklarını anlamak doğrusu çok zordur. Nitekim uluslararası kredi derecelendirme şirketi Standard&Poors raporunda Lübnan’ın kredi notunu -B seviyesinde bırakırken Moodys kredi notunu C olarak teyit etti. Fitch ise kredi notunu CCC seviyesine düşürdü. Dolayısıyla Lübnan’da yönetimin ve hükümetinin savunma stratejisi, ekonomik ve siyasi reformlar, Başbakan Hariri’nin Washington ziyaretine karşı tutum ve davranışlarına getirilebilecek tek bir yorum kaldı. O da tamamının, her vesileyle tek bir kısa cümle, yani “durum bana bağlıdır” ile ifade edilen tek eksen politikasına kayan yolda ilerlediğidir.
مشاركة :