Hasan Fahs Şüphesiz, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD Başkanı Donald Trump ile görüşme arzusunda ciddiydi ve bunun için hazırlık yapıyordu. Ruhani, bu görüşmenin hem içerdeki sonuçlarını hem de rejimin güdümündeki partilerle mücadelesinde siyasi geleceği üzerinde yaratacağı etkiyi göğüslemek için hazırdı. Ruhani halihazırda, rejimin güdümündeki partilerle, içerde yaşanan çatışmalarla ilgilenmeyen sokaktaki halkın ekonomik koşullarının iyileştirilmesi için mücadele içerisinde. Halk ise, İran’ın milli güvenliği, siyasi birliği ve coğrafi sınırları açısından doğrudan tehlike arz etmeyen bu dosya sebebiyle ülkenin bölgesel ve küresel savaşlara dahil edilmesine karşı duruyor. Ruhani’nin Trump ile görüşme kararı, irticalen ve duygusal saiklerle alınmadı. Bilakis, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un işbirliği içinde attığı bir dizi diplomatik adımların ardından geldi. Bu adımlardan biri Zarif’in Paris’te gerçekleştirdiği uzun görüşmelerde, diğeri de Fransa’nın ev sahipliğinde düzenlenen G-7 zirvesinde Macron’un yaptığı görüşmeler sırasında atıldı. G-7 öncesinde yıldırım hızıyla Tahran’a dönen Zarif, rejim yöneticilerini Fransa’daki görüşmeler hakkında bilgilendirdi. Zarif böylece Paris’teki görüşmeleri nedeniyle kendisine yöneltilebilecek suçlamaların önünü alarak, başının ihanet giyotinin arasına alınması ihtimaline kapıları kapatmış oldu. Ruhani’nin, öncü pozisyonundan geri adım atması şaşırtıcı olmadı. Nitekim onun İran ve ABD arasındaki tarihi krize son vermesi, doğrudan müzakerelere kapı aralaması hatta Fransız mevkidaşının ikna için çabaladığı Trump ile ilişkiler geliştirmesi ve İran’ın ileri sürdüğü ön şartlardan dönmesi öngörülüyordu. Söz konusu ön şartları şöyle sıralamak mümkün: ABD yönetiminin İran’a uyguladığı tüm yaptırımları kaldırılması, İran rejimini teröre destek ve insan haklarını ortadan kaldırma suçlamalarını geri çekmesi, müzakerelere dönmesi halinde bunun şartlarının 5+1 grubu içinde belirlenmesi ve görüşmenin sadece bir ‘selfie’ çekmekten ibaret olmamasıydı. İran içerisindeki siyasi çevrelerin, Ruhani’yi, ulusal çıkarlara aykırı bir şekilde Trump ile görüşme seçeneğini tercih etmede acele etmekle suçlamasına rağmen, onun attığı adım rejimin doğrudan müzakereler konusunda cüretkar olamayacağını açığa çıkardı. Bunu kanıtlayan en önemli gelişme ise ülkede alınacak stratejik kararları belirleme yetkisine sahip tek kurum olan dini liderliğin başındaki Ali Hamaney’in, kendisine saldıran çevrelere örtülü mesaj göndermesiydi. Sözgelimi Hamaney, bu mesajında, Ruhani ile Trump arasındaki görüşmenin imkanına dair yaptığı açıklamanın sadece kendisine ait olmadığını, rejimin yöneticileriyle yaptığı istişare sonucu aldığını ifade etti. Yani Hamaney, sorumluluğu üstünden atmaya çalıştı. Ancak Zarif’in, Paris’te Macron ve Fransız mevkidaşı Jean-Yves Le Drian ile görüşmelerinde aldığı notları aktarmasının ardından dolaylı yoldan onay veren de yine Hamaney’in kendisiydi. Görünüşe göre Ruhani, tek başına ve Hamaney’in desteği olmadan, muhtemel olumsuz sonuçlar doğurabilecek stratejik konularda karar almaya pek hevesli değil. Zaten kendisi de daha önceki açıklamasında bunu yapması halinde tüm suçlamalarla mücadelede tek başına kalacağını ifade etmişti. Bu tavrının arkasında 2015’te imzaladığı nükleer anlaşma tecrübelerinin olması muhtemeldir. Nitekim anlaşmayı imzaladığı günden bu yana Ruhani, muhafazakarların eleştiri odağında olmaya devam etti. O ise bu eleştirilere Hamaney ile istişarelerine dikkati çekerek yanıt veriyordu. ABD yönetiminin Fransa’nın nükleer dosya konusunda oynadığı role karşı negatif tavrına geri dönmesi ise, Ruhani’nin Trump ile görüşmesine ilişkin olumsuz açıklamaları etkili oldu. Böylece konu yeniden başlangıç noktasına döndü. Son olarak İran petrolüne uzanan ve Avrupa ile mali ödeme mekanizmasını işlemez hale getiren ABD yaptırımları, Ruhani’nin arzu ettiği adımlar değildi. Çünkü bu adımlar aynı zamanda hükümeti üzerindeki ekonomik baskının daha da artması anlamına geliyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, geçtiğimiz günlerde yayınladığı raporda, söz konusu baskının İran halkının günlük hayatı üzerindeki etkilerini gözler önüne serdi. Ruhani’nin artık iki acı seçenekten birini tercih etmesi gerekecek. Birincisi, Tahran-Washington krizini çözüme ulaştıracak girişimleri etkisiz hale getiren ve dini liderle danışmadan stratejik kararları almasının önüne taş koyan içerdeki aktörlere isyan bayrağını çekmektir. İkincisi ise cumhurbaşkanlığı süresinin bitimine kadar teslim olduğunu ve işleri her türlü girişimi akamete uğratan çevrelere devrettiğini ilan etmesidir. İkinci seçeneği tercih etmesi halinde Ruhani, kenarda durarak, özellikle ekonomik kriz ve nükleer dosyası gibi stratejik ve hayati meselelerde rejimin tasarruflarına seyirci kalmakla yetinecektir.
مشاركة :