İran rejimine bağlı Devrim Muhafızları Kudüs Tugayları Komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat Havaalanı’nda öldürülmesi, İran’ın rejimini ve bölge politikalarını yeniden değerlendirmeyi gerektirmektedir. Kasım Süleymani, gücünü, İran’da dini lideri veya Rehberi konumunda olan Ali Hamaney’den almaktadır. Kasım Süleymani, kendisine rehber denilen Ali Hamaney’in direktifleri bağlamında Irak, Yemen, Lübnan, Afganistan, Afrika ve Suriye başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde güçler oluşturuyor ve operasyonlar yürütüyordu. Kasım Süleymani’nin dini lider Hamaney adına, stratejik görülen yerlerde askeri güçler ve operasyonlar yürütmesi, İran sisteminin, Şiiliğinin ve yapısının farklı özelliklerinin ele alınmasını gerekli kılmaktadır. 1979 İran Devriminden sonra İran rejimi, kendisine özgü bir söylem yaratmıştır. Humeyni liderliğinde gerçekleşen devrim rejimi, iyi-kötü düşmanlığı temelinde şeytani güçlere karşı savaşan Müstekbir-Mustazaf karşıtlığı söylemini kurgulamıştır. İran rejiminin dini liderleri olan Humeyni ve Hamaney’e göre Büyük Şeytan Amerika ve onun bölgedeki uzantısı olan İsrail’dir. İran rejimi, Amerika ve İsrail’e düşman olduğunu sürekli olarak söylemesine rağmen Almanya, Fransa ve Rusya gibi ülkelerle stratejik ilişkilere sahiptir. Amerika’nın yenilgiye uğratılması ve İsrail’in ortadan kaldırılması, İran’ın dini liderlerinin söylemlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. İran rejimi, kendi ideolojik söylemini güçlendirmek ve bu söylem etrafında güçler oluşturmak için Kudüs şehrini her açıdan siyasileştirmiş ve militarize etmiştir. Humeyni’nin emriyle Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Tugayları kurulmuştur. Kudüs Tugaylarının amacı, Kudüs’ün özgürleştirilmesi olduğu iddia edilmiştir. Kasım Süleymani, Kudüs’ü özgürleştirmek için kurulduğu iddia edilen Kudüs Tugayları Komutanı olarak görev yapmaktaydı. Kudüs Tugaylarının, Kudüs’ü özgürleştirmenin dışında Irak’ta, Yemen’de, Suriye’de ve Lübnan’da aktif olarak kullanılan bir yapı olduğunun altı çizilmelidir. Kudüs’ü siyasileştiren ve militarize eden İran rejimi, Kudüs’ü kurtarma adı altında bölgesel yayılmacılığını ve hegemonik politikalarını her yerde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Kudüs, İran rejimi için kullanışlı bir araç işlevi görmektedir. İran rejimi, Kudüs’ü kurtarma söylemi etrafında özelde Şiilerin, genelde bütün Müslüman dünyanın kendi etrafında birleşmesini ve kendisini desteklemesini istemektedir. Kasım Süleymani, rehber olarak görülen Ali Hamaney’den aldığı emirler çerçevesinde Tahran rejiminin yayılmacı politikalarını uygulamıştır. Süleymani,, Kudüs Tugayları’nın kontrol ve yönlendirmesinde İran rejimine ve Rehber’e bağlı Şii militer güçleri Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta ve Yemen’de organize etmiştir. Yemen’de, Irak’ta, Lübnan’da, Afganistan’da oluşturulan güçler, kendi ülkelerine hiçbir bağlılık duymamakta, bütün bağlılıkları ve teslimiyetleri İran’a ve Rehber Ali Hamaney’edir. Ortadoğu’da kurulan transnasyonal Şii militer yapılar, İran’ın Ortadoğu’daki hegemonyasının norm olduğu şeklinde bir algının doğmasına neden olmuştur. İran’da gerçek güç merkezi Rehber olarak görülen Ayetullah Ali Hamaney’dir. İran’da Cumhurbaşkanı makamı, etkisiz ve işlevsiz bir pozisyondur. Güvenlik ve dış politika başta olmak üzere bütün kilit konular, Rehber olarak görülen Dini liderliğin kontrol ve yönetimindedir. Cumhurbaşkanı ve hükümet, güvenlik ve dış politika konularında Rehber konumunda olan dini liderin emirlerini politika olarak uygulamak zorundadırlar. İran ordusundan bağımsız olarak oluşturulan Devrim Muhafızları, direkt olarak dini lidere bağlı olarak görev yapmaktadır. Devrim Muhafızları ve Ortadoğu’nun her tarafında oluşturulan silahlı yapılar, dini lider Ali Hamaney’in emrindedirler. Irak’taki Bedir Tugayları, İran’ın Kudüs Tugaylarının uzantısı olarak değerlendirebiliriz. İran, Rehber Ali Hamaney’e bağlı olan silahlı yapıları, yani vekil güçleri kullanarak Amerika’yı Ortadoğu’dan çıkarmak ve kendi hegemonyasını bütün bölgede güçlü olarak kurma şeklinde radikal bir amaca sahiptir. İran, Amerika’yı Irak’tan çıkarıp bu ülkeyi tamamen kendi kontrolüne almayı istemektedir. İran, Ortadoğu’da istikrarsızlık arttıkça kendi hegemonya alanının genişlediğini ve güçlendiğini keşfetmiştir. Dini Lider Ali Hamaney, Kasım Süleymani’yi hegemonya politikasını uygulaması için kullanmıştır. İran, hegemonya uğruna Ortadoğu’nun istikrarsızlaşması her türlü çatışmayı, kaosu ve savaşı çıkarma politikasına devam edecektir. İran, 1979 yılında Şah rejimine karşı devrim yaparak işbaşına gelen devrimci bir yönetim tarafından idare edilmektedir. İran rejimi, kendisini sadece İran’ı yönetmekle sorumlu görmemektedir. İran rejimi, Ortadoğu’ya ve bütün Müslüman ülkelere devrim ihraç etmeyi kendi doğal görevi olarak görmektedir. Kasım Süleymani ve Kudüs Tugayları, Ortadoğu’da İran’ın devrim ihraç etme politikasının araçlarıdırlar. İran, Devrim Muhafızlarının ve onun kontrolündeki vekalet güçlerinin Ortadoğu’da ve dünyanın diğer yerlerinde faaliyetlerde bulunmasını, operasyonlar gerçekleştirmesini, savaş ve çatışmalar çıkarmasını kendisinin doğal hakkı ve görevi olarak benimsemektedir. Süleymani, Rehber Hamaney’e bağlı olarak kurduğu silahlı, siyasal ve sosyal yapıları askeri, ekonomik ve politik açılardan geliştirme ve güçlendirmek şeklinde kendisine verilen misyonu yerine getirmiştir. Rehber olarak görülen Ali Hamaney adına operasyonlarda bulunan bir komutan olan Kasım Süleymani’nin öldürülmesi, direkt Rehbere, Şiiliğe ve devrime yönelik bir saldırı olarak anlaşılmaktadır. Kasım Süleymani’yi öldüren Amerika, direkt olarak Rehber Hamaney’e ve Şiiliğe müdahale etmekle güçlü bir sembolik ve dini operasyonda bulunmuştur. İran, kendisini sadece bir ülke olarak görmemektedir. İran, kendisini lider ülke olarak görmektedir. İran, kendisini Irak’ın, Suriye’nin, Yemen’in, Lübnan’ın kısacası bütün Şii ve İslam dünyasının lideri olarak görmektedir. Rehber konumunda olan Ali Hamaney, sadece İran’ın lideri olarak değil, bütün Müslüman ümmetin lideri ve rehberi olarak kabul edilmektedir. 1979 yılından beri İran rejimi, Şiiliği, Fars milliyetçiliğini ve İslam’ı devletleştirmiştir. İran yönetimi, Şiiliği ve İslam’ı kitleleri harekete geçiren devrimci bir ideolojiye dönüştürmüştür. Şiiliğin siyasallaştırılması, devrimcileştirilmesi ve devletleştirilmesi, İran rejiminin anlaşılmasında büyük önem taşımaktadır. Şiiliğin devletleştirilmesi, Şiiliğin artık bir muhalefet ve protesto anlayışı olmanın ötesinde hegemonik bir ideolojiye dönüştüğü anlamına gelmektedir. Hegemonik bir ideoloji olarak Şiilik, silah ve şiddet olarak güç ve iktidar elde etmeyi meşrulaştırmaktadır. Humeyni, ümmetin lidersiz bırakılmayacağı söyleminden hareketle Velayet-i Fakih doktrinini uygulamaya sokmuştur. Velayet-I Fakih’ten sonra politik Şii ideolojinin ikinci önemli ayağını şehitlik oluşturmaktadır. Kerbela’da Hüseyin’in şehit edilmesini sürekli olarak üreten politik Şiilik, her günün Aşure, her yerin Kerbela olduğu kurgusunu devamlı işleyerek Şii toplumların harekete geçirilmeye ve kendini feda etmeye hazır olmalarını sağlamaktadır. Kasım Süleymani’nin İmam Hüseyin’in yanına giden büyük bir şehit olduğu söylemi, sürekli olarak kurgulanmaktadır. Üçüncü olarak devrim rejimi, İslam birliğini kurmanın kendi amacı olduğunu söyleyerek ezilenleri (mustazafları) ezenlere (müstekbir) karşı koruma misyonuna sahip olduğunu iddia etmektedir. Humeyni, İran’ın siyasal, ekonomik, askeri ve sosyal hayatının her alanında mollaların hakim olmasını sağlamıştır. Mollaların yani fakihlerin kontrolündeki hükümetin, gerçek İslami hükümet olduğunu savunan ve uygulayan kişi Humeyni’dir. Humeyni, Velayet-i Mutlak Fakih doktrinini İran nizamının ve siyasal Şiiliğin asli temeli haline getirmiştir. Velayet-i Fakih doktrinine göre Rehber makamında olan kişi, devlet ve hükümet başkanının üstünde bir yere sahiptir. Velayet-i Fakih doktrini, Rehberi, İslam’ı ve halkı tek kişinin şahsında birleştirmektedir. İran’da egemenliğin ve meşruiyetin kaynağı, Velayet-I Fakih’tir. İran anayasasının beşinci maddesi, velayet-i fakihin rehberlik pozisyonunu, ümmetin işlerinin yöneticisi şeklinde uluslararası bir misyonu yerine getiren en yüksek otorite olarak konumlandırmaktadır. Rehberin ana görevinin, İslam’ın ve Şiiliğin doğru bir şekilde uygulanmasını ve yaşanmasını sağlamak olduğu ifade edilmektedir. Doğru yolu gösteren en yüksek dini otorite olarak görülen Rehber, aynı zamanda devlet düzeninin nasıl işleyeceğini de belirleyen güçtür. Velayet-i Fakih, devleti ve dini, siyaseti ve maneviyatı Rehberin şahsında birleştirmektedir. Rehber ve Merci-i Taklid konumunda olan Ayetullah, sadece manevi bir yol gösterici değil, mutlak yönetici konumundadır. Velayet-i Fakih doktrini, Mollalar rejimini ulusal sınırların ötesinde uluslararası misyona sahip bir yapı haline getirmiştir. İran anayasası, bütün ümmet üzerinde velayet-i fakih’in siyasi, sosyal, askeri ve askeri egemenliğe sahip olduğunu belirtmektedir. İran’da Rehber, Katolik Kilisesinde Papa’nın rolüne benzer, fakat onu aşan uluslararası bir güce ve otoriteye sahip olarak düşünülmektedir. İran devriminin İslami bir hareket olarak bütün Müslüman toplumlara ulaştırılması anlamında devrim ihraç etmeyi İran nizamı, kendisine hep asli gaye edinmiştir. İran, 1979 yılından beri Arap dünyasında, Afganistan’da ve Pakistan’da yerleşik Şii toplulukları organize etmeyi kendine birincil amaç kabul etmektedir. Şii dünyada Hizbullahi Çizgi olarak ifade edilen çerçevede yapılar oluşturulurken Sünni dünyada ise İslam kullanılarak Tahran yanlısı öğütlenmeler meydana getirilmeye çalışılmıştır. Hizbullah, Bedir Tugayları, Haşdi Şabi gibi militer yapılar, İran rejiminin askeri aparatının birer parçasıdırlar. İran rejimi, silahlarıyla, militanlarıyla, askerleriyle, örgütleriyle, çatışmalarıyla, paralarıyla ve zorbalıklarıyla devrim ihraç etmeye, daha doğrusu hegemonya kurmaya devam etmektedir. Haşdi Şabi güçlerinin komutan yardımcısı Muhendisi’nin, Süleymani ile birlikte iken öldürülmesi, aslında İran askeri, sosyal ve siyasal gücünün ulusal değil, transnasyonel bir karakter taşıdığını göstermektedir. Bağdat Havaalanı’nda ortaya çıkan resmi, İran rejiminin ulusal ve transnasyonel işleyişinin resmi olarak okuyabiliriz.
مشاركة :