Yeni bir 10 yıla girerken, büyük oranda toplumsal çatışmalarla karakterize edilen ve Arap dünyası için huzursuz olarak tanımlayabileceğimiz bir 10 yıla veda etmeye hazırlanıyoruz. Peki, Arap sahnesinde önümüzdeki 10 yılda ne gibi olaylar yaşanmasını bekliyoruz? Göreceklerimizi “Yangın çok itfaiyeci az” şeklinde özetleyebiliriz. İtfaiyecilerin az olması esasen çeşitli karar vericilerin, çok sayıda yerli ve küresel girdilerin sonucunda Arap toplumsal yapısında gerçekleşen sosyal etki ve değişimlere ilişkin bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Veda etmekte olduğumuz 10 yıl kolay değildi. Başlangıcı, birçok Arap ülkesinde bir dizi köklü değişimlere tanık oldu. Bu değişimler, baskın olana ve beklenenlere karşı bir darbe teşkil ederek bölge halklarının toplamını etkilediler. Bir 10 yıl boyunca politik, sosyal ve ekonomik önceliklerini belirlediler. Bu 10 yıl, Tunus, Mısır ve Libya’da kısa ve hızlı halk hareketleri ile başladı. Suriye ise bahsi geçen 10 yıl boyunca “siyasi bozulmanın mükemmel” bir örneği haline geldi. Suriye, vatandaşlarını öldürüp onlara zulmetmekle kalmadı egemenliğini de kaybetti. Bu uzun 10 yıl, Sudan’da yaşandığı ve Cezayir, Lübnan, Irak, Yemen, Tunus hatta İran’da yaşanmakta olduğu gibi karakteristik özellikleri diretme, ısrar ve uzun süre devam etmek olan politik ve talepkar eylemler ile sona eriyor. Yüzyılın başında Arap seçkinlerinin olayları anlama şeklinde ciddi bir eksiklik vardı. Dönüşen sosyal yapıyı, ulusal sosyal dokudaki köklü değişimin nasıl okunacağını bilemediler. Meydana gelen yapısal ve kültürel değişimleri hafife aldılar. Bu değişimin dinamiklerini anlayabilmek için sayısız örnek arasından Fransa’da yaşanan bir Batılı deneyimi örnek verelim. 19’uncu yüzyılın başında Fransa, on binlerce Fransız askerinin hayatını kaybettiği ve başlangıçta muzaffer olduğu şiddetli bir savaşın akabinde Rusya tarafından yenilgiye uğratıldı. Savaşı finanse eden Fransız finansörlerden biri, Fransız ordusunun Moskova’ya ulaştıktan sonra yenilmesinin sebebinin ekipman yetersizliği olmadığının farkına vardı. Asıl nedenin, diğer toplum hakkındaki ciddi bilgi eksikliği, önemli kararların düşmanın tarihi, coğrafyası ve kültürünü göz önüne almadan kişisel eğilimlere göre alınması olduğunu keşfetti. Bunun üzerine Fransız seçkin sınıfının siyaset sanatını ve uluslararası ilişkileri, siyasetin mayası ve anahtarı olan toplumsal anlayışa dayalı bir şekilde öğreneceği bir kurum tesis etmeye karar verdi. Bu kurum daha sonra modern zamanlardaki en iyi Fransız politikacılarının mezun olduğu, onlara bilimsel bir yöntemle kendi toplumlarını ve başka toplumları öğreten ünlü bir okula, bugün bilinen adıyla ‘Sciences Po’ Üniversitesi’ne dönüştü. Günümüzde araştırmacılar, uygulamalı bilimler ile sosyal bilimleri, birincisi kolay ikincisi zor bilimler şeklinde ayırmaktadır. Yani asıl zor olan, kendimizi ve ötekini duygusal değil bilimsel bir yöntemle sosyal ve kültürel olarak tanımamızı sağlayan sosyal bilimlerdir. Bu bilgi; savaş ve barış, karmaşa ve istikrar, ilerleme ve yerinde sayma, insanların taleplerine karşılık vermek veya küçümsemek arasındaki farkı teşkil etmektedir. Bizim kültürümüze egemen olan ve ne yazık ki halen takip ettiğimiz bilimsel sınıflandırma ise bunun tam aksidir. Bizde egemen olan bilimsel sınıflandırma, uygulamalı bilimleri yüceltirken sosyal bilimleri küçümser. Sosyal bilimlerin önemini açıklamak için bir örnek daha verelim. On yıllar önce Sana’da bir Arap profesör arkadaşım, ‘gat* meclisleri’ndeki ilk deneyiminin insanlık açısından oldukça dikkat çekici olduğunu anlatmıştı. İlk kez ‘gat’ kullanma deneyiminin ardından evine döndüğünde daha önce hiç yaşamadığı bir aşırı enerji hissetmişti. Bu enerji ile sürekli ertelediği öğrencilerinin sınav kağıtlarını okumakla kalmamış bir de evinin birkaç duvarını boyamıştı. Yemen’de uzun süredir var olan bu alışkanlığın Yemenin toplumsal kesimleri ve aralarındaki ilişkiler üzerindeki etkisini bilmiyorsak Husilerin, Yemen halkının yaşadığı bütün bu insanlık trajedilerine, sefalete, perişanlığa, sıkıntılara, zorluklara rağmen nasıl gözünü kırpmadan savaşı uzatabildiğini de bilemeyiz. Bunu yapabilmesini sağlayan halkın her gün ‘başka bir âlemde’ olmasıdır. Bu bizlere İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordularının Fransa’yı işgal etmesini hatırlatıyor. Hitler, on binlerce askerine ‘cesaret hapları’ olarak da bilinen, metamfetaminden üretilen ve uyarıcı etkisi yapan haplar dağıtmıştı. Bu hapları içen Alman askerlerinin çoğu, Paris düşüp Hitler’in orduları muzaffer bir şekilde şehre girene kadar üç gün boyunca dinlenmeden ve uyumadan savaşmışlardı. Dolayısıyla ortada bazılarının görmezden gelmek istediği temel bir değişken var. O da günümüzde toplumların dünya ile iletişim ve benzeri görülmemiş bir geçiş hali yaşadıklarıdır. Bütün sorunlarını çözmeyi istedikleridir. Toplumlar bugün, kurtarıcı değil kurumsallaşmaya, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına dayalı modern yönetim ve idare araçlarını benimseyerek kurtuluş aramaktadırlar. Sona ermek üzere olan 10 yılın başında, Arap toplumu içerisindeki bazı güçler, geleceğe değil geçmişe bakan ve yüzyılın dörtte üçü boyunca hapsolmuş bir projeyi toplumlara sunabileceklerini zannettiler. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarı deneyimi, daha küçük bir örneğini teşkil eden Sudan, Tunus ve Libya’da benzer girişimler bu projenin özetiydi. Tunus’ta sürgünden daha yeni dönen liderlerinden birinin “Altıncı raşit hilafeti kuracağız” açıklaması, bu geçmişe takılıp kalma durumunun bir kanıtıydı. Bu hayalci ve ilkel açıklama, Nahda Hareketi’nin ilk başbakanı (Aralık 2011- Mayıs 2013) Hammadi Cibali’ye aitti. Bu sadece bir örnek olmanın yanısıra halkların gelişimini, dünya ile ilişkilerinin etkisini, gelecekte başarmak istediklerini göz önüne almayan mantıksız bir okuma, anakronik (zamanın dışında) bir düşünceydi. Bu örnek, Lübnan, Irak, Yemen hatta İran’da ‘görüş alanındaki karanlık bölgelerde’ duran, geçmişe bağlı kalan, toplumu nesnel bir şekilde okumayı reddeden güçler için de geçerlidir. Bu güçler, hadiseleri sahada yaşandıkları gibi okumak, tarihten yaşandığı gibi ders almak istemiyorlar. Aksine bunları hayali bir bakış açısı ile okuyorlar. Bu nedenle, değişim talep eden, onların sahip oldukları imtiyaz ve ayrıcalıklara karşı çıkan halk hareketlerini tam anlamıyla bastırma yoluna gidiyorlar. Soyut metinleri bağlamı ve zamanı dışında okuyan, efsanelere dayanan düşünce dizisini kabul etmeyen halk hareketlerini sindirmeye çalışıyorlar. Bunlardan yola çıkarak önümüzdeki 10 yılın parametreleri gözümüzün önünde şekilleniyor diyebiliriz. Önümüzdeki 10 yılda da seçkinler, kendilerinden istenen toplumsal okumayı küçümsemeyi sürdürecek, adil bir sivil ve ulusal devlet kurmak başta olmak üzere değişim taleplerini sınırlı politik manevralar ile atlatmaya çalışacaklar. Bunu da devrimci olduğunu iddia eden projeler, seçimlerde ve yasalarında yapılan değişiklikler, Suriye, Lübnan ve Libya’da olduğu gibi dış güçlerden yardım isteyerek, mezhepçiliği besleyerek ve devleti tehdit etmesini sağlayarak yapacaklar. Ancak içinde bulunulan aşamanın gereksinimleri ve derin toplumsal okumaları görmezden gelmeye yönelik bütün bu çabalar, Arap dünyamızda kargaşa ve kaosun önümüzdeki 10 yılda da devam etmesini mümkün kılacak. Çünkü sonuçlar başlangıçlara göre şekillenir. Arap dünyamızda sosyal okumalar yapmanın zor olduğunu itiraf etmeliyiz. Çünkü bu okumalar, imgeleminde neredeyse katı bir kültürel yapıyı muhafaza eden toplumsal kesimlere temas etmektedir. Söz konusu kültürel yapıyı değiştirmek hatta onun hakkında yazmak bile eleştirel sosyal okumaları varlığına tehdit olarak gören bu toplumsal güçlerin direnişi ile karşı karşıya kalmaktadır. Sonuç olarak; olayları daha derin bir şekilde anlamak ve zor bilimleri daha etkin kullanmak için toplumlarımızı okumaya ihtiyacımız var. Ancak bazıları onlara karşı direnirken, bazıları da kınayıp eleştiriyor, üçüncü bir grup ise onu küçümseyip alay ediyor. Bu yüzden yangınlar artarken itfaiyecilerin sayısı azalıyor. *Çiğnendiğinde uyuşturucu etkisi oluşturan Yemen kökenli bir bitki.(çn)
مشاركة :