Lübnan Hizbullah hareketi ilk kurulduğu günlerde uluslararası camiada çok dikkat çekmeyen ve muhtemelen İranın bölgedeki taşeronu olarak değerlendirilen; Lübnan siyasetinde ise ileri vadede etkin bir güç olarak görülmeyen bir hareketti. Hizbullah, bu ilk günlerinde Lübnan Şia toplumunun Şiilikle sınırlı, kapalı bir yapılanması olarak görülüyordu. Şii fıkhındaki en üst makam olan “Ayetullah-uzma” ve “Müçtehid”lik sıfatlarına haiz olan Muhammed Huseyn Fadlallah’ın öncülüğünde örgütlenen Hizbullah, 1982’de Lübnan Şiilerini İslamcı idealler çerçevesinde bilinçlendirmek ve “İsrail’e karşı direniş”i siyasal bir söylem olarak geliştirmekti. İlk Genel Sekreterliğini Şeyh Subhi Tufeyli’nin yaptığı örgüt, bu iki temel hedef için kurulmuştu. Lübnan’daki ABD ve İsrail hedeflerine yönelik saldırıları ile Hizbullah bu uğurda hareket ettiğini gösteriyordu. Fadlullah’ın başkanlığını yaptığı ve örgütün stratejilerinin belirlendiği 12 din adamından oluşan “Şûra Karar Meclisi” dönemin Velayet-i Faqih’i İmam Humeynî’ye bağlıydı. Humeynî’nin ilk dönemde Şurâ Karar Meclisi’nin kararlarına müdahale etmemesi Hizbullah’ın kendi bölgesinde kendisine ait kararlar alabilmesini sağlıyordu. Örgütün “manevi lideri” olarak tanımlanan Fadlullah ise örgütün bağımsızlığı konusunda ısrarcıydı. “Hiçbir Şii lider, Humeyni bile, hakikat üzerinde tekel sahibi değildir" diyordu. 2009’da verdiği bir demeçte Fadlullah, Lübnanda Velayet-i Fakih makamının bir rol oynayacağına inanmadığını söylemişti. İşte bu görüş farklılığı, Fadlullah ve onun gibi düşünen Şii ulemanın Hizbullah’ın örgütsel yönetiminden tasfiyesine ve etkisinin “sembolik” olmanın ötesinde geçirilmemesine sebep olmuştu. Özellikle Humeynî sonrası Velayet-i Fakih makamıma gelen Hamaney Hizbullah’ın tüm özerkliğini ortadan kaldırarak doğrudan kendi kontrolünde, uzaktan kumanda edilen bir uzantı haline getirmiştir. Bu süreçte Tufeyli gibi “itaat etmeyen” isimler örgütten kopmuş, doğrudan Hamaney’in askeri olduğunu ifade eden Nasrallah gibi isimler öne çıkartıldı. Örgütün en büyük zaafı olan “bağımlılık” bağımlı olduğu merkezin çıkarları pahasına kuruluş ilkelerinden taviz verebilme riskini de beraberinde getirmiştir. Humeyni dönemindeki özerkliği sırasında Lübnan’da (yani kendi iç işlerinde) bağımsız hareket edebilen Hizbullah, kuruluşundan önce yaşanan olaylardan ders almıştı. Şii “Emel Hareketi”nin mezhepçi stratejilerle Filistinlilere karşı savaş ilan etmesi ve birçok Filistinliyi katletmesi Hizbullah’ın bu kötü geçmişi unutturmak için tersi bir politika izlemesini beraberinde getirdi. 2008’de kaleme aldığımız makalemizde şu ifadeleri kullanmıştık: Hizbullahın teorik olarak kendisini Velayet-i Fakihe bağlı görmesi Hizbullahın Velayet-i Fakihin Müslüman dünyadaki etki alanı ile sınırlı tutmasına sebep oldu. İrana bağlılık Hizbullahın İslam dünyasındaki olumlu imajının sınırlanmasına sebep olmaktaydı ki bu sebeple Hizbullah İranın resmi politikalarıyla farklılaşan bir çizgiyi asla gerçekleştiremeyeceği ortadaydı. Gerçek şudur ki Lübnanlı 12 İmamcı Şiiler, ehl-i kıble olmayan ve Müslüman kabul edilmeyen sapkın-gulât Şii fırkaları, Sünni, ve Sünniliğin ötesinde İslami bilinçle donanmış İslami hareketlere tercih etmektedirler. Hatta bu teolojik oportünizm gittikçe bir bukalemun takiyyeci stratejiye dönüştü. İran rejimi ve Emel Hareketi, aslında sapkın (gulat-ı Şia) gördüğü Nusayrileri gerçek Şiilik olarak görülen 12 İmam Şiiliğine geçirilmesini hedeflemekteydi. Şiileştirme misyonerliğinin bu hedefinin Lübnanlı Şii mercii İmam Musa Sadr’ın “Nusayrilerin de Ehl-i Beyt’e bağlı Müslümanlar olduğuna” dair fetvasıyla desteklendiğini görüyoru”z. Sadr bununla da kalmayarak Hafız Esed’i ve rejimini de dini olarak meşru ve İslami bir rejim olduğunu fetvalarıyla meşrulaştırmıştır. Lübnandaki Nusayriler Emel ve sonradan da Hizbullah ile ittifaka girdi. Bugün bu üç grup halen birlikte hareket etmektedir. En ilgi çekici nokta da o dönem Trabluşam’da tüm Şiilerin müftülüğüne bir Nusayri-Alevinin getirilmiş olmasıdır. Sadr böylelikle Esed rejiminin meşruiyetini sağlamıştır. Rejim, Şiilerden aldığı bu fetvayı, Ramazan el-Butî ve Şeyh Kuftaro gibi Sünnilerden aldığı fetva ile de desteklemiştir. Dolayısıyla İran-Suriye ilişkilerindeki stratejik ittifak politik olmanın yanı sıra pragmatist/dinsel bir akrabalığa ve meşrulaştırma da dayanmaktadır. Aynı bukalemun siyaseti Lübnanlı Hristiyanlarla girdiği pragmatist ilişkilerde de göstermekte. Hizbullah ve Emel Maruni Hristiyanların en büyük partisi olan Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) ile ittifak yapmış böylece ÖYH’nin kurucusu General Mişel Avn Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na gönderilirken Hizbullah da devletin hemen her organında etkinliğini arttırabilmiştir. Bugün Lübnan’ın içinde bulunduğu krizin temelinde bu siyasi elitlerin egemenliği yatıyor. Daha doğrusu Maruni-Şii bürokrasi baronlarıyla Sünni ve Dürzi rantiyecilerden oluşan yolsuzluk rejimi... İşte Hizbullah tam da bu kirliliğin ortasında silahlarıyla bir mafya devletini temsil ediyor. Tahran ve Esed rejimlerinin Lübnan’daki gölgesi olarak yapıyor bunu...
مشاركة :