​Halk hareketleri: Geçici vatanlardan kalıcı vatanlara

  • 12/28/2019
  • 00:00
  • 1
  • 0
  • 0
news-picture

Vatanların başına gelebilecek en kötü şey, politikacılarının tamamının ya da çoğunun kendisini ataların kokusunu taşıyan, bir süre sonra bedenlerinin toprağına uzanacağı kalıcı bir vatan yerine geçici bir vatan olarak görmeleridir. Geçici vatandaşlık olgusu, karmaşanın hakim olduğu Arap vatanlarında yaygın olan bir özellik gibi görünüyor. Fakat kendisi yeni bir olgu değil. Bu, sürekli ve düzensiz iktidar mücadelesi ve  net bir modern ulusal projenin olmaması nedeniyle ülkelerimize yayılmış olabilecek nispeten eski bir olgudur. Bu durum (vatanı geçici saymak) birden fazla yerde patlak veren, bazı Arap ülkelerinde, özellikle Irak ve Lübnan’da aylardır devam eden halk hareketlerini tetikleyen dengesizliğe ve karmaşaya eşlik eden bir dizi olguda kendini gösteriyor. Ancak bu durum Irak ve Lübnan ile sınırlı değil. Nitekim Tunus Başbakanı Yusuf eş-Şahid, üç yıldır yönetimde olmasına rağmen cumhurbaşkanlığına aday olmaya karar verdiğinde sahip olduğu Fransız vatandaşlığından vazgeçmişti. O dönemde Nahda Hareketi lideri Raşid Gannuşi açıkça “Cumhurbaşkanlığını kazanana kadar vatandaşlıktan vazgeçmeyip beklemesini” öğütlemişti. Irak’ta halk hareketinin başbakan adayını kabul etmesi için öne sürdüğü temel şartlardan biri de çift vatandaşlığa sahip olmamasıdır. Bilindiği gibi bugün Irak’ta politikacıların çoğu aynı zamanda genellikle Batılı olan bir başka ülkenin de vatandaşıdır. Yönetime geldiklerinden sonra bile bu vatandaşlıklarından vazgeçmiyorlar. Hatta bazıları makamlarından ayrılır ayrılmaz rahat bir yaşam ve iktidarda olduğu ya da ona yakın olduğu sürece elde ettiği “büyük birikimden” yararlanmak için vatandaşı oldukları ikinci vatana, “cennete” dönüyorlar. Lübnan’dan gelen haberler ise bazı politikacıların paralarını yurt dışındaki hesaplarına transfer etmeye yönelmeleri dolayısıyla rezervlerinde döviz kalmayan bazı Lübnan bankalarının müşterilerine gereken ödemeleri yapamayacak noktaya geldiği yönünde. Bu politikacıların büyük bir çoğunluğu da çifte vatandaşlığa sahip. Paralarını yurt dışına transefer ederek vatanlarındaki yangından rahat mülteci cennetlerine kaçmaya hazırlanıyorlar. Birçokları “Lübnan nihai vatanımız, ondan başka vatan yoktur” diye övünmelerine rağmen onu geçici vatan gördükleri için sorunlarını çözmek için çaba harcamaya gerek görmüyor. Hatta sorunlarını çözmenin imkansız olduğunu düşündükleri için ikinci seçeneği tercih ediyorlar. Yani elden geldiğince ülkenin kaynaklarını yağmalamayarak yurt dışına taşımak. İkinci vatandaşlık, kendi içinde olumsuz bir olgu değil. Asıl olumsuz yanı kullanıldığı gayelerdir. Nitekim bu olgu Latin Amerika gibi başka toplumlarda da yaygındır. Bütün bu toplumları birbirine bağlayan ise tek bir bağ vardır. O da seçkin yöneticilere, aşiretlere ya da ülke içindeki belirli bir bölgeye hizmet eden seçici yasalar değil, toplumun bütün kesimlerine hizmete dayanan yasalar temelinde modern bir devlet inşa etmekte başarısız olmalarıdır. Vatandaşlık, vatanların yanısıra bireylerin istikrarı için de çok önemlidir. Sözgelimi dünyanın farklı başkentlerinde Arap izleyicilere hizmet eden Arap medya kuruluşlarının çoğunun işe alırken çalışanlarında ilk aradıkları şartlardan biri faaliyet gösterdikleri ülkenin vatandaşı olmalarıdır. Bunun amacı, çalışanlarının ana vatanlarına bağlılıklarının, çalıştıkları kurumun düşüncesini ulaştırma, tarafsız ve profesyonel olma misyonlarının önüne geçmesini engellemektir. Dolayısıyla başka bir ülkenin vatandaşlığına sahip olan bir politikacı, anavatanına hizmet ediyormuş gibi görünse de ikinci vatanının (sığınak) çıkarları ve kazanımları hep aklının bir köşesinde durur. Bilhassa kurumsal olarak kırılgan ülkelerde bu temele göre davranır. Vatandaşlık ve bu kavramı tanımlamak, demokratik uygulamalara dayanan Batılı toplumlarda da artık bir sorun haline gelmiştir. İngiliz Muhafazakar Partisi’nin 2016nın ekim ayında gerçekleştirdiği kongrede konuşma yapan Theresa May birçoklarının dünyanın zengin ve refah bir hayat yaşayan bir azınlık için çalıştığına inandıklarını belirtmişti. Bunun büyük oranda doğru olduğunu ancak buna direnmemiz gerektiğini söylemişti. Vatandaşlık ruhunu yeniden canlandırmaya ihtiyacımız olduğunu çünkü vatandaşlığın etrafımızda yaşayan kadın ve erkeklerin yükümlülüklerini yerine getirmesi anlamına geldiğini ifade etmişti. Bugün güç sahiplerinin çoğunun kendilerini “uluslararası seçkinler” sınıfına bağlayan bağların sanki aynı sokakta yaşadıkları vatandaşlarıyla aralarındaki bağlardan daha çokmuş gibi davrandıklarını anlatmıştı. Eğer kendimizi küresel vatandaş olarak tanımlıyorsak bunun vatandaşlığın anlamını anlamadığımızı gösterdiğini dile getirmişti. Theresa May bu sözleri  elbette ülkesinin karşı karşıya olduğu Brexit, yani İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılması anlamına gelen büyük bir sorunu ifade etmek için sarfetmişti. Ancak bu sözlerle biz Arapları etkileyen bir küresel fenomene de değinmiş oldu. Milyonlarca Arap vatandaşı vatanlarını terk etmeye iten dev göç dalgasının yanısıra çokça bahsedilmeyen bir göç daha var. Bununla, özellikle karmaşa ve kaosun hakim olduğu ya da bunun eşiğinde olan ülkelerde iktidara gelen yönetici seçkinlerin arasındaki göç olgusunu kastediyoruz. Buna ahlaki göç adını verebiliriz. Bu göç çeşidinde anavatan toprağı ve halkı ile kıymetli, değerli bir yerden söz konusu bireye kişisel fayda sağlayan bir “çiftliğe” dönüşmektedir. Bu vatanın şehirlerinde ve köylerinde kurumların, hastanelerin, yolların inşa edilmesine hatta kendilerine elektrik hizmeti verilmesine gerek yoktur. Söz konusu seçkinler için alternatif hazırdır. Yağmalanan mallar yurt dışındaki bankalarda saklıdır. Ele geçen ilk fırsatta başka bir ülkenin vatandaşı olurlar. Böylece yerel hukuk da kendilerini yargılayamaz . Dünya, eşi benzeri görülmemiş iletişim devrimiyle bugün küresel vatandaşlık adı verilen bir olguya tanık oluyor. Bu vatandaşlık hem kusurlu hem de yararlıdır. Önemli olan ise ikisinin nasıl uzlaştırılacağıdır. Küresel vatandaşlık geçici vatandaşlıktan farklı olabilir. Birincisinde iki yerde de merkez olmak mümkün. Daha uzak olanı inkar etmeden daha yakın olan yere öncelik verilebilir. İkincisi ise yakın olan yerine uzak olana öncelik verir. Bugün tanık olduğumuz şey de budur. Birden fazla Arap ülkesinde siyasi seçkinler yakın olana açıkça zarar verip onu dengesizleştirdikten sonra uzak olan (vatandaşları oldukları uzak ülkelere) sığınıyorlar. Asıl mesele vatandaşlık duygusunun yanısıra kimliğin temellerinden biri olan ve mekanik değil, duygusal bir ilişki olan katılım duygusunu kaybetmektir. Irak ve Lübnan’da halk hareketlerinin duygusal ilişkiye, dini ya da mezhep aidiyetinden kurtulmuş bir vatandaşlık hissine ulaşmak için mezhep ve sınıfsal engelleri aşmak istedikleri aşikardır. Siyasi seçkinler ise bu ulusal bağı koparmaya ve çiftliğin ürünlerinden yararlanmaya devam etmek için bu bağın oluşmasını engellemeye çalışıyorlar. Vatan üstü, yani vatanları ve sınırları aşan dış bağlılığı ya da vatan altı yani mezhep bağlılığı yücelterek vatandaşlığı ortadan kaldırmak için çabalıyorlar. İşte Arap vatanının birçok yerinde insanların acılarına rasyonel çözümler sunmanın önüne geçen de budur. Modern bir vatanın iradeye, kararlılığa, devam etmeye ve her şeyden önce belirli bir devlet projesine sahip bir liderliğe olan ihtiyacı, bir vatanın yokluğu geçici olandan kalıcı olana dönüşümün handikaplarıdır. Son olarak; küresel iletişim ile kitlelerden soyutlanmış elitist izolasyon arasındaki fark büyüktür. İkincisi düşmanlığa ve güven kaybına yol açan nefreti miras bırakır.

مشاركة :