Bugünlerde Hartumda ‘İsrail ile normalleşme’ konusu tüm gündemi meşgul etmekte. Sudan Askeri Geçiş Konseyi (AGK) Başkanı Abdülfettah el-Burhan’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesi ülkede tartışmaları alevlendirdi. Sudan kamuoyu, bu görüşmeyi destekleyenler ve karşı çıkanlar arasında bölünmüş durumda. Çoğunluk İsrail’le ‘normalleşmeyi’ desteklerken, toplumun birçok kesimi buna karşı çıkmakta. İsrail’le ilişki kurulmasını destekleyenler arasında eski Başbakan Yardımcısı Mübarek el-Fadıl el-Mehdi de bulunuyor. Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan Mehdi, “Bu girişime karşı çıkanlar gerçekçi davranmıyor, Filistinlilerin kendileri bile Oslo Anlaşması’ndan bu yanan İsrail’le normalleşme adımları attı. Sudan’ın terör destekçisi suçlamaları dolayısıyla ‘masumiyet belgesine’ ihtiyacı var ve İsrail bu belgeyi altından bir tabakta sunabilir” dedi.Milli Ümmet Partisi lideri Mübarek el-Fadıl el-Mehdi, Filistin davasının sahipleri İsrail ile ilişki kurarken, Sudan’ın ilişki geliştirmesinin bu kadar tepkiyle karşılanmasının normal olmadığını savunarak şunları söyledi: “Filistinliler Oslo Anlaşması’ndan bu yana İsrail ile ‘normalleşme’ adımları attı. Oslo, İsrail gerçekliğini kabul etmek ve İsrail ile aynı devletin çatısı altında yaşamak anlamına geliyordu. Filistin Yönetimi ve Hamas dahil olmak üzere bu gerçekliği kabul ettiler. Özerkliği kabullenerek, cumhurbaşkanlığı ve belediye seçimlerine girdiler. Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde İsrail egemenliği altında yaşıyorlar. Filistinliler İsrail ile, elektrik ve gümrük alanlarında birlikte hareket ediyor, Filistin halkı İsrail’de çalışıyor, sadece resmi statüye sahip değiller, geri kalan birçok hususta ‘normalleşme’ tamamen sağlanmış görünüyor. Bu normalleşmenin başlaması, Mısır ile İsrail’in anlaşma sağladığı Camp David’e dayanır. Bu anlaşma meselenin askeri yöntemlerle çözülemeyeceğinin bir kanıtıydı.”Mısır’ın İsrail ile askeri rekabet sağlayamayacağını anladığında yeni bir evrenin başladığını belirten Mehdi, şöyle devam etti: “Mısır 1973’teki savaşta onurunu kurtardı. Camp David anlaşmasıyla işgal edilen topraklarını geri almayı başardı. Bu süreçten sonra İsrail ile ilişkilerini ‘normalleştirdi’ ve İsrail bayrağının Kahire’de yükselmesine izin verdi. Mısır’ı, Ürdün, Amman, Katar gibi birçok Arap ülkesi takip etti. İsrail çoğu Arap ülkelerinde temsilciler bulunduruyordu. Ben yıllardır ‘normalleşmeyi’ savunuyorum, bu gerçekliği kabul etmeyenler eski tarz propagandayı sürdürmekte kararlı olanlardır. Oslo Anlaşması şunu kanıtladı: gerekli güce sahip olmayanlar çatışmayı sürdüremez. Bu süreçten sonra da herkes ‘çözümün’ savaş yoluyla değil, politik diyalog yoluyla mümkün olduğunu kavradı.”Siyasi mücadele evresindeyiz Filistin intifadalarının siyasi çözüm ihtimalini güçlendirdiğini savunan Mehdi şunları söyledi: “Taş dışında silahın kullanılmadığı Filistin intifadaları barışçıl halk hareketleriydi. Herhangi bir silahlı direnişten çok daha etkili oldu, İsrail ekonomisi ve istikrarı sarsıntı geçirdi. Halk hareketini barışçıl bir şekilde karşılamaktan aciz olduğu için şiddete başvurdu. Bu şiddet dünya halklarının Filistinlilere karşı sempati beslemesine neden oldu. Dünyanın Filistin davasına bakış açısı değişti. İsrail bu şartlar altında Oslo Anlaşması’nı önermek zorunda kaldı. Oslo Anlaşması yapıldıktan sonra Yaser Arafat başta olmak üzere Filistinli liderler Batı Şeria’ya ve Gazze’ye dönebildi. Daha sonra Hamas dâhil olmak üzere bütün grupların katıldığı ‘özerk yönetim’ seçimleri gerçekleştirildi. Şimdi İsrail’in boykot edilmesi çok bir anlam taşımıyor, dünya değişti, güç dengeleri değişti, İsrail parlamentosunda Arap milletvekilleri var, Knesset’te 13 Arap vekil var. İsrail-Filistin çatışması artık boykot ya da silahlı direniş aşamalarından geçmiştir, siyasi, kültürel bir mücadele evresindeyiz.” Arap ülkelerinin ‘İsrail’i reddetme politikalarının’ Filistin kazanımlarındaki gerilemeden sorumlu olduğunu ileri süren Mübarek el-Mehdi, “Arapların reddetme politikaları ters tepti. 1948 ‘paylaşım planını’ reddettiler, 1967 sınırlarını reddettiler, şimdi de çok daha dar sınırlar içinde bağımsız bir devlet istiyorlar. Duygusal ‘ret politikaları’ güç orantısını, bölgesel ve küresel koşulları dikkate almamıza engel oldu. Neyin mümkün neyin mümkün olmadığını kavrayamadık. Geçmişten dersler alarak, gerçeklerle yüzleşmemizin zamanı gelmiştir. Gerçekler ‘normalleşmenin’ gerekliliğini dayatıyor, önümüzdeki tek seçenek de bu gibi görünüyor. İki taraf anlaştı ve birlikte yaşıyorlar. İsrail’deki Arap nüfusu kimsenin reddedemeyeceği kadar yoğundur” diye konuştu.Ekonomik çıkarlar İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi ve karşılıklı güven inşasının, İsrail ile Arap dünyası için büyük ekonomik çıkarlar yarattığını söyleyen Mehdi, şu değerlendirmeyi yaptı: “Arap dünyası, İsrail için büyük bir pazar anlamına geliyor. İsrail’in Arap ülkelerinde ticari çıkarlarının bulunması, Filistin meselesinde esnek davranmasına ve Filistinlileri devletin bir parçası olarak görme noktasında motivasyonun güçlenmesine neden olacaktır. İsrail böylelikle bu çıkarlarını korumak adına, mülteci meselesinin ve Kudüs meselesinin çözümünde yer almak zorunda kalacaktır. Üstelik Kudüs sadece Filistinlilerin değil tüm İslam ümmetinin meselesidir ve Ürdün’ü de doğrudan ilgilendirmektedir."Mehdi, Sudan’ın İsrail ile ilişkilerinin ‘normalleşmesi’ konusunda ise şunları söyledi: “Sudan’ın ekonomik durumu, özellikle de tarım sektörünün durumu oldukça kötüdür. Ülkenin başlıca kaynaklarını oluşturan tarım sektörü ciddi anlamda geri kalmıştır. Sudan’da 200 milyon dönüm, ekilebilir arazi var ancak sadece 45 milyon dönümde ekim gerçekleşebiliyor. Teknolojik geri kalmışlık nedeniyle üretim oranları oldukça düşük ve yüksek maliyetleri oluyor. Örneğin susam üretiminde dönüm başına 100 kilo ürün alabiliyoruz, buna karşılık Türkiye gibi gelişmiş ülkelerde dönüm başına 1. 7 ton ürün elde ediyorlar. Bütçe açığımız var, son çalışmalar, Sudan’ın tarımsal gelişimini sağlayabilmesi için, üç yıllık planlama için 3-4 milyar dolara ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Eğer tarım arazilerimizi ıslah edebilirsek birkaç yıl içinde tarım ürünleri ihracatından 10 milyar dolar gelir elde etmemiz mümkün olacaktır. Ülkenin yıllık toplam geliri 11 milyar civarında seyrediyor. İsrail ile tarım alanında işbirliği gerçekleştirirsek ekonomimizi toparlayabiliriz. İsrail Mısır’ın tarım sektörünü ıslah etmesine destek oldu, böylelikle meyve ve sebze üretiminde ciddi artışlar gözlendi. Topraklarımızın çoğunda ne su ne de elektrik var, dolayısıyla İsrail’in teknolojisine ihtiyaç duyuyoruz.”Ülkedeki son politik durumu da değerlendiren Mehdi, şu ifadeleri kullandı: “Ömer el-Beşir ve Müslüman Kardeşler yönetiminin kötü politikaları nedeniyle, ‘ulusal birlik’ sağlanamadı. Müslüman Kardeşler hükümeti Sudan’ı demokratik sistemden, kabileci ve etnik bir anlayışa sürükledi. Halk nezdindeki desteği yitirdikleri için ‘böl ve yönet’ politikalarına başvurdular. Toplum içindeki ayrışmaları desteklediler. Dünyadan izole olmuş Beşir rejimi, Darfur, Nuba Dağları ve Mavi Nil ve öncesinde Güney Sudan’da verdikleri savaşı, milli gerekçelerle değil de dini gerekçelerle kurguladı. İran’la işbirliği yaparak terör örgütlerini desteklediler. Sudan yönetimi, Oslo Anlaşması’nı kabul etmeyerek İslami Cihad ve Hamas örgütlerini destekledi. İran ve Suriye üzerinden Filistin’e silah sevkiyatında aracı oldular.”İsrail’in Sudan’a hava saldırıları Mehdiye göre Beşir rejiminin eylemleri Hristiyan ve Yahudi lobilerinin öfkesine neden olduğu için, İsrail, Sudan’a üç defa hava saldırısı düzenledi.Sudan rejiminin İsrail ile çatışmayı tercih etmesinin ABD’deki Evangelist ve Yahudi lobilerinin nefretini celp ettiğini söyleyen Mehdi, şu değerlendirmelerde bulundu: “Rejim, ABD karşıtlığı nedeniyle ülkenin bir dizi yaptırıma maruz kalmasına imkân verdi. İsrail’le çatışma halinde olduğu için Joseph Lago gibi Güney Sudan’ın isyancı liderleri İsrail tarafından eğitildi. İsrail Güney Sudanlı isyancılara askeri destek sağlıyordu, çünkü kendisinin ve Mısır’ın istikrarını zedelemek isteyen Sudan’ı çatışma denkleminin dışına itmek istiyordu. Sudan devletinin bu karşıt tutumu nedeniyle, halk olarak büyük bedeller ödedik. Bu tutumların çoğu duygusal nitelikteydi, kendi çıkarlarımıza odaklanamadık. Şimdilerde Sudan-İsrail arasındaki normalleşme henüz ilk aşamalarındadır. İsrail, Sudan’ın terörü desteklediği algısını değiştirebilir ve Sudan’a ‘masumiyet belgesini’ altın tabakta sunabilir. İsrail bu algının değişmesinde etkin olabilir, gerçek şudur: İran’la birlikte iş tutup İsrail’e karşı eylemlerde bulunduk. İran ve Suriye’yle işbirliği yapıp Filistin’e silah sokarak İsrail’in güvenliğini sarstık. ABD’deki Yahudi lobisi ve Güney Sudan dolayısıyla Hristiyan lobisi Sudan üzerindeki yaptırımların arkasındadır. İki lobi de Sudan’ı terörizmi desteklemek ve Hristiyanlara baskı kurmakla suçluyor, dolayısıyla İsrail’in ‘masum’ olduğumuza şahit olması bu kanaati değiştirir. Eğer İsrail ABD’deki lobileri, artık o aşamadan geçtiğimize ikna ederse, uluslararası durumumuz düzelebilir. İsrail’le oturur ve ilişkilerimizi ‘normalleştirirsek’ artık çatışma yanlısı olmadığımız anlaşılır. ABD yönetiminde Yahudilerin etkisi bilinmektedir, Kongre’de de son derece etkilidirler. Biz Sudan olarak görüşmemizi yaptık ve sonuçlarını bekliyoruz. Bu görüşmenin gerçekleştirilmesinde ABD önayak oldu, Sudan’a karşı uygulanan yaptırımların arkasında da ABD var. Bakalım Sudan’ın adı, ‘terörü destekleyen ülkeler’ listesinden kaldırılacak mı?. Eğer kaldırılırsa, gelişimimiz için zorunlu olan İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi hızla ilerleyecektir.”İsrail ile Müzakereler İsrailin ‘normalleşme’ hedeflerinin Sudan’la sınırlı olmadığını belirten Mehdi, İsrail’in tüm Arap ülkeleriyle ‘normalleşme’ adımları atma eğiliminde olduğunu söyledi. Sudan’ın Ortadoğu’yu Afrika’ya bağlayan bir ülke olarak İsrail için çok önemli olduğunun altını çizen Mehdi şöyle devam etti: “Sudan Afrika kıtasında son derece önemli bir ülkedir. Zengin kaynakları var, eğer istikrara kavuşur ve uluslararası aileye geri dönebilirse bu herkes için iyi olur. İsrail uçakları Sudan hava sahasını kullanarak Batı Afrika ve Amerika seferlerinde 3-4 saat zaman kazanır. Dünya ülkeleri tekrar Afrika’ya yönelmiş durumda ve Sudan Afrika’nın girişi addediliyor. 1950’lerde Sudan’ın İsrail’e ihracatı milyonlarca dolardı, birçok şirket bu alanda çalışıyordu. İsrail gazetelerine yer alan, şahsımın ve eski Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur’un İsrail’le gizli görüşmeler yaptığı iddiaları gerçeği yansıtmıyor. Ben şu ana kadar hiçbir İsrail’li yetkiliyle ne açık ne de gizli olarak görüşmedim. Zaten bu gibi dosyalar, rakip addedildiğimiz için bize verilmezdi, Beşir’e yakın taraflar esas devlet görüşmelerini gerçekleştirirdi. Eski İstihbarat Başkanı Muhammed Ata, 2018’de Maskat’ta İsrailli yetkililerle bir araya geldiği iddialarını merak edip Başbakan Bekri Hasan Salih’e sormuştum, o bile görüşmeden haberdar değildi. Bu gibi görüşmelerin bilgisi dediğim gibi, Ömer el-Beşir’le güvenlik birimleri arasında gizli tutulurdu. Sudan zor durumda kaldığında Dışişleri Bakanı Ghandour İsraillilerle açıktan görüştü. O zamanlar Ömer el-Beşir’in İsrail tarafıyla bir araya gelmek istediği, ancak bazılarının Başbakan Binyamin Netanyahu’ya ‘savaş suçlusu’ Beşir’le görüşmemesini tavsiye ettiğini duymuştum.” Dışişleri Bakanı İbrahim Gandur’un İsraillerle görüşmesinin Filistin direnişi etrafında olduğunu söyleyen Mehdi, “İsrailliler Sudan tarafından Hamas’a silah yardımını kesmelerini istemişti. Sudan tarafı da ‘yaptırımların kaldırılmasının taahhüt edilmesi’ durumunda söz konusu desteği sonlandıracaklarını ifade etmişti. Şimdilerde İsrail ile ‘normalleşme’ Sudan kamuoyundan ciddi bir tepki görmeyecektir. Sadece Kudüs konusunda sloganlara başvuran bazı aşırılar tepki göstermektedir. Bunlara da gidin savaşın derseniz, emin olur gitmezler. Sudanlılar ‘normalleşme’ taraftarıdır çünkü geleceklerini tesis etmek istiyorlar. Artık eskisi gibi ideolojilerle ilgili değiller. Abdunnasır Filistin’i kullandı ve çatışmayı tercih etti, ancak Enver Sedat bu politikanın yanlış olduğunun farkına vararak İsrail’le ‘normalleşmenin’ yolunu açtı ve bunun bedelini hayatıyla ödedi” diye konuştu.
مشاركة :