Uluslararası Enerji Ajansı: Sıfır emisyon için bir yol haritası

  • 6/1/2021
  • 00:00
  • 5
  • 0
  • 0
news-picture

18 Mayısta Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), ‘2050de sıfır emisyonlu’ bir dünyaya ulaşmak için yol haritasıyla ilgili beklentileri ve senaryoları detaylandıran 224 sayfalık bir rapor yayınladı. Ajans, raporu önümüzdeki Kasım ayında Glasgowda düzenlenecek olan 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’na (COP26) başkanlık edecek İngiltere’nin talebi üzerine hazırladı. Paris Anlaşmasından bu yana en önemli iklim konferansı olarak kabul edilen bu konferansta ülkelerin verdikleri taahhütleri nasıl uygulayacaklarını tartışmaları bekleniyor. Ajans raporunda, ‘2050 yılına kadar sıfır emisyon’a ulaşmak için verilen mevcut uluslararası taahhütlerin, küresel sıcaklık artışını 1,5 santigrat derece ile sınırlamak için yetersiz olduğu konusunda uyardı. İnsanlığın karşı karşıya olduğu en önemli meydan okuma olarak nitelendirdiği küresel ısınmada enerji sektörünün sorumluluğu konusunda da uyarıda bulundu. Bu uyarı, raporun temel taşını ve ele alınması gereken önceliklerden birini oluşturdu.  Rapor önemli konuları içerdi ve bunların ilki; yüzyılın ortasında istenen iklim hedefine ulaşma olasılığı, bunu başarmak için nelerin uygulanması gerektiği konusunda bir yol haritası çizmek ve senaryolar belirlemek. İkincisi; gerekli sürdürülebilir enerjileri elde etmeye yönelik beklenti ve olasılıkları belirtmek. Üçüncüsü; küresel ısınmayla mücadeledeki önemi göz önüne alındığında, büyük ülkelerin hidrokarbon çağından sürdürülebilir enerji çağına geçerek sera etkisini azaltma taahhütlerine ne kadar bağlı kaldıklarını açıklamak. Rapor, iki zaman aşamasını, 2030a kadarki kısa vadeli ve 2050ye kadarki uzun vadeli aşamayı kapsamlı bir şekilde gözden geçirdi. 2030 yılına kadar istenen hedeflere ulaşmak için gereken tüm sürdürülebilir enerji teknolojilerinin mevcut, ancak 2050 için gerekli teknolojilerin yaklaşık yarısının (özellikle hidrojen ve metan yakıtların kullanımı, modern batarya kapasitesinin geliştirilmesi ve karbondioksitin toplanması ve depolanması) halen deneme aşamasında olduğu tahmininde bulundu. Rapor ayrıca, istenen iklim hedefine ulaşmak için 2050 yılına kadar var olması gereken çeşitli enerji ve teknolojiler için 400den fazla özellik de benimsedi. İklim değişikliği ile başa çıkmak, doğası gereği dünyanın tüm ülkelerini içerdiğinden, iklim değişikliğini etkileme girişimlerinin başarılı olması için, enerji geçişinin başarısı dünyanın çeşitli ülkelerini kapsamalı. Ancak Paris Anlaşmasında benimsenen yöntem, her ülkenin kendi enerji dönüşüm stratejisini oluşturması, imkan ve kapasitesine göre iklim değişikliğine bağlı kalması gerektiği şeklindeydi. Yaklaşan Glasgow konferansından sorumlu olanların, endişelerinin nedeni de tam olarak bu; taahhütlerin ve aynı şekilde uygulama taahhütlerinin de yetersiz olduğunu keşfetmiş olmaları. Bu nedenle, bu taahhütlerin gözden geçirilmesi ve ne ölçüde uygulanabileceği konusunda yeni bir yol haritası belirlenmeli. Bu zorluğun ciddiyetinin en iyi kanıtı, ‘2050 yılına kadar sıfır emisyon’ sözü veren ülke sayısı artmasına ve bunlar emisyonların yüzde 70inin azaltılmasından sorumlu olmasına rağmen, karbondioksit emisyonlarının artış içinde olduğunun gözlemlenmesi. Bu, 2050 yılına kadar dünyada 22 milyar ton karbondioksit olacağı ve yüzyılın ortalarında sıcaklığın 2,1 santigrat derece yükseleceği anlamına geliyor. Rapor, çeşitli çözümler öneriyor ve bunlardan biri de, fosil yakıt endüstrilerine yatırım yapmanın gerekli olmadığı. Rapor ayrıca sürdürülebilir enerjilerin elektrik üretimindeki payının 2020de yüzde 12den 2050de yüzde 35e çıkacağını öngörüyor. Aynı şekilde gelecekte kullanımı, içinde emisyon bulunan plastik ürünleri, karbondioksit veya düşük emisyonlu yakıtları toplayıp depolama teknik imkanlarına sahip tesislerle sınırlı olacağı için petrol tüketiminin minimum seviyelere ineceğini de. Özetle, IEA’nın yol haritası, trenin uluslararası demiryolunda harekete geçmesine benzetilebilir. Lokomotif mevcut ve yola çıkmaya hazır. Sınırlı sayıda yolcusu olan sınırlı sayıda vagonlar da var. Ancak, lokomotif ve vagonların raylar üzerinde ilerlemesi için gereken bu temel faktörlerin mevcudiyetine rağmen, demiryolunun inşaatı, olması gerektiği gibi tüm ülkelerde istenen şartlara göre henüz tamamlanmamış. Tren ulaşmadan önce kademeli olarak inşaatın tamamlanması ve sonraki istasyonlarda yolcu sayısının kademeli olarak artması bekleniyor. Ancak yolcuların tam sayısı lokomotifin ilk istasyondan hareket tarihine kadar belirsiz. BM gözetiminde yapılan birçok küresel araştırma, dünyanın kuzey ve güney kutuplarındaki buzulların erimesi, Amazon ve diğer ormanlardaki yangınlar, adaların ve kıyıların su altında kalması ile bir iklim krizinden mustarip olduğunu gösteriyor. Bu bilimsel çalışmaların çoğu ayrıca karbondioksit ve metan emisyonlarının bu kirlilikte önemli bir rol oynadığını da varsayıyor. Nitekim dünya, geçtiğimiz on yıllar içinde, mustarip olduğu bu büyük sorunu çözmek için gerekli yolları bulmak üzere harekete geçmiş bulunuyor. Şu anda hibrit bir evrede bulunuyoruz. Fosil kaynakların (petrol, doğalgaz, kömür) çeşitli endüstrilerdeki (elektrik üretimi, araç yakıtları, petrokimya tesisleri, vb.) hakimiyeti devam ediyor. Gelgelelim yeni enerjilere ve hibrit bir dünyaya geçiş çoktan başladı. Yaklaşık 1,5 milyar içten yanmalı motorlu (benzinli ve dizel) araca kıyasla şu anda yollarda yaklaşık 10 milyon elektrikli araç var. Dünyanın modern enerji santrallerinin yüzde 80i sürdürülebilir enerjilerle çalışıyor. Bu hibrit dünya başladı, lokomotif ve vagonlar yola çıktı. Burada soru şu; mevcut teknolojiler, fonlar ve ülkeler arasındaki ‘iyi’ ilişkilerle yolun sonuna ulaşmak mümkün mü yoksa değil mi? Çeşitli hipotez ve beklentilerle desteklenen değerli araştırmalara rağmen, dünya ülkeleri, hatta enerji geçiş sürecinde etkili bazı büyük ülkeler arasındaki ekonomik ve bilimsel ihtilafların iklim sorununa etkilerine dair okumalarla karşılaşmadık. Mesela, ABD ve Çin arasındaki jeopolitik anlaşmazlık ve bunun iklim değişikliği üzerindeki yansımaları ve reaksiyonları gibi. Aynı şekilde Paris Anlaşmasının Amerikan ekonomisine zarar verdiğini söyleyerek ülkesinin üyeliğini geri çeken eski Başkan Donald Trump gibi aşırı sağcı bir liderin ABD gibi büyük bir ülkede iktidara gelmesi ihtimali de önemli bir konu. Ancak yine bu tür engellerin 2050 olarak belirlenen tarihte sıfır emisyona ulaşma hedefine etkisine dair okumalar ve araştırmalar bulunmuyor.

مشاركة :