Üç liderin, yani Ürdün Kralı 2. Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve Irak Başbakanı Mustafa el-Kazimi’nin Bağdattaki son görüşmelerinde, özellikle ekonomik alanda anlaşmaya vardıkları hususları gerçekleştirme çabalarına rağmen, bu Arap ülkesini her alanda kontrol eden İranın her şeyi alt üst etmesi beklenen bir şeydi. İran anlaşmaya varılan her şeyin gerçekleşmesini önlemeye çalışmaktadır. Çünkü Ürdün ve Mısır, söz konusu velayet-i fakih devletinin eğilimlerine karşı çıkan iki Arap ülkesidir ve siyasi anlamda onlar bir vadide, İran farklı bir vadide bulunmaktadır! İran’ın bu Arap ülkesi üzerindeki doğrudan ya da güvenlik servisleri ve milisleri yoluyla dolaylı kontrolü dolayısıyla, Irak Başbakanı Kazimi’nin Ürdün ve Mısır liderleriyle üzerinde anlaşmaya vardığı hususları hayata geçiremeyeceği açıktır. İranlılar, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaaniyi bir mesaj iletmek için Bağdata gönderdiler. Veli-yi Fakih Ali Hamaneyden ve Tahrandaki karar verme mercilerinden Kazimi’ye gönderilen bu mesaj, Ürdün ve Mısır ile üzerinde anlaşmaya varılan konularda fazla ileri gitmesine izin vermemesi ve bu ve benzeri konulardaki kararın İrana ait olduğu yönündeydi. Bu konuda kasten sızdırılanlar, İrana, veli-yi fakihe ve İran güvenlik servislerinin liderlerine sadık olan güçler tarafından çabucak kavrandı. Elbette Haşdi Şabi güçleri de bunlar arasında bulunuyor. Bu taraflar derhal Irak Başbakanı’na, Ürdün Kralı ve Mısır Cumhurbaşkanı ile kararlaştırılan hususların ancak her iki ülkenin Tahran ile ilişkileri açmaları halinde gerçekleşebileceğini ilettiler. Irak başta olmak üzere yaygın olarak dolaşımda olan bilgilere göre söz konusu taraflar Başbakan’a, her iki ülkenin İran ile olan ilişkileri koparmadan önceki haline döndürmeleri halinde anlaşmaya varılan hususların hayata geçirilebileceğini bildirdiler. Elbette özellikle bu zor dönemde böyle bir şeyin gerçekleşmesi söz konusu değil. Nitekim İran, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen başta olmak üzere tüm Arap işlerine -ve elbette birçok Körfez ülkesinin işlerine- askeri, güvenlik ve siyasi olarak açıkça müdahale etmektedir. Aslında İran’ın müdahalesi bu devletlerle de sınırlı değildir. Nitekim bazı Arap Afrika ülkelerinin işlerine de müdahale de bulunduğu artık net bir şekilde görülmekte ve bilinmektedir. Irakın önceki rejiminin düşüşünden bu yana aldığı kararların hiçbir şekilde ve hiçbir zaman kendi elinde olmadığı dikkate alınmalıdır. Amerikalılar, şu anda askeri, güvenlik, siyasi olarak -aslında her anlamda- işgal ettikleri bu Arap ülkesinin kapılarını İrana açarak büyük bir hata yaptılar. Sekiz yıl süren savaştaki yenilgisi inkâr edilen bu ülke, şu anda Mezopotamya’ya ve halkına karşı “intikam” duygusuyla hareket ediyor. Görünüşe göre bu Arap ülkesindeki asıl karar verici Tahrandaki veli-yi fakihtir. Bilindiği üzere Irak’ta yetkili pozisyonlara gelenlerin hepsi ondan şikâyet etmeye devam etti. Sonuncusu da bu iyi insan Mustafa el-Kazimi ve onunla birlikte tabii ki Cumhurbaşkanı Berhem Salih’tir. Tüm bunlar, tüm devirlerde ve hatta Abbasiler döneminde bile öncü rolü olan büyük Irakın işgal halinde olduğu anlamına gelmektedir. Arapların ona yakınlaşması ve uzaklaşamaması gerekmektedir. Arapların bu büyük halkı kucaklaması ve her zaman “Allah kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez” hükmünü nazarı itibara alması gerekiyor. Başbakan Mustafa Kazimi iki Arap ülkesiyle bir anlaşma yaptığında, işgalci bir ülke olarak İranın elbette onun önüne çıkacağını ve ondan taleplerde bulunacağını bilmek gerekiyor. Ürdün, Mısır ve onlarla birlikte pek çok Arap ülkesinin İranı tanıması ve İranla ilişki kurması kesinlikle mümkün değildir. Çünkü İran, Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen başta olmak üzere tüm Arapların işlerine, ayrıca Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Afganistan gibi bir dizi İslam ülkesinin içişlerine açıkça müdahale etmektedir. Öte taraftan söylenen tüm bu şeylere rağmen, bu devletin zor siyasi ve ekonomik koşullarla karşı karşıya olduğu bilinmekteyse de gerek Arap bölgesinde gerek komşu bölgelerde mezhep temelli yayılmacı emelleri bulunmaktadır. Bu nedenle bazılarının bu ülkenin çöküşün eşiğinde olduğunu söylemesi yalnızca bir hüsnükuruntu ve hayaldir. Maryam Rajavi ve Mesud Rajavi liderliğindeki Halkın Mücahitleri hareketinde somutlaşan İran muhalefetine ve Araplar, Kürtler, Beluciler ve Türkmenler gibi zulümden mustarip olmaya devam eden ulusal azınlıklara gerçek bir destek verilmedikçe değişen hiçbir şey olmayacaktır. İrandaki hakimiyet şu anda Farslara ve Azerilere aittir. 70 milyon olduğu tahmin edilen nüfusun yüzde 51ini Farslar, yüzde 24ünü Kürtler, yüzde 8ini Gilekler, yüzde 7’sini Azeriler, yüzde 10’unu ise Lurlar, Araplar, Beluciler ve Türkmenler oluşturmaktadır. Bu rakamlar artabilir, azalabilir ve resmi rakamlarla olumlu ya da olumsuz anlamda örtüşmeyebilir. Peki bu ne anlama geliyor? Farslar, bu ülkenin nüfusuna ve ayrıca ulusal ve mezhepsel azınlıklara göre çoğunluğu oluşturmaktadır. Fakat bu, velayet-i fakih rejiminin takipçilerinin iktidardaki hakimiyetlerini sürdürmeleri için bir garanti oluşturmaz. Aslında tüm mezhepsel ve ulusal aidiyetleri ile İranlıların çoğu, Ali Hamaney liderliğindeki bu rejimden memnun değil. Bu, kaderinin Şahın kaderiyle aynı olacağı gibi bir ihtimalin dışlanmayacağı anlamına geliyor. Nihayetinde “Azeri” Ali Hamaney liderliğindeki bu İran rejiminin sağlam ve istikrarlı olduğunu, çöküş veya düşüş tehdidi altında olmadığını iddia edenler olsa da tarih sahnesi sürprizlerle doludur. Tıpkı daha önceki İran Şahının aniden düşüşü gibi. Dolayısıyla mollaların yönetiminin de aniden çökmesi ihtimal dahilindedir, ancak gerek içeriden gerekse de dışarıdan bu yönde ciddi girişimler olmadıkça bunun için bahis oynamak doğru değildir!
مشاركة :